Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
...KISA KISA... Ë Gültekin EMRE “D iyalog yolu”nu seçmiş bir kitap, Kulak, “gövdesinin gölgesi”yle söyleşiyi içeriyor. Deneyimleri deneyerek deneyimsizliği denemeye çevirmek; “kesinlik ile belirsizlik arası gidip gelmek.” Kulaklarla dünyayı (kitapta müziği) algılamak, yorumlamak, bakmak, baktığını da görmek. “Duyma, dinleme, işitme, kulak kesilme eşikleri üzerine” düşünme ve bunu müzikle sınırlı tutma. İki kitap daha gelecek “dinlemek” eyleminin en geniş anlamını kucaklayan ve getirip müziğin kucağına bırakan, “2003’te başlayarak, iki metni yan yana” yazan Enis Batur “dört yıl boyunca, Mekik”le haşır neşir olur, “Wölfli’nin beste çalışmalarında billurlaştığını düşündüğü” “seslenemeyen sır”a uzanır ve “Mekik” doğar. Ordan da “Sır”ı doğurur: “sesini başkasına duyurmama”ya yol alarak. Yani bu iki çalışmanın köşesinden bakar “dinlemek” eylemine. “Barthes’in bir denemesi” yazara dümen olur. Oradan Calvino’nun “kulak kesilmiş kral” öyküsüne uzanır. Bunları içine sindiren yazar Berio’nun bir operasına dayar kulağını. Ardından da Umberto Eco’nun bir söyleşisi elinden tutar. Dinleme, duyma, duyarak görme, dinleyerek bakmak arasında tadına doyulmaz bir söyleşi gerçekleşir kendi içinde. Toparlarsak: Kıvılcım “Barthes’in mahut denemesi üzerinden” “Calvino’dan gelmiş.” “Sonuçta, projeye yönelen besteci olmuş. Calvino’ya bir libretto ısmarlamış.” Devam edelim: “Barthes düşünsel denemesini, Calvino öyküsünü biz okuyalım, Berio ‘müzikal eylemi’ni biz izleyelim, dinleyelim diye getirip önümüze koymuşlar. Müzikle edebiyat karşı karşıya gelir ilkin, sonra da iç içe geçerler bir başka düzleme doğru. “Dinleme, kulak verme sorununun birbirimize açtığı geniş sahanın bilinmeyenleri” bunlar. Bu “İç yapıt, doğurdukları açılımlarla birlikte, derin bir sorgulama alanı yarat”ır Enis Batur’un önünde. O da, bunlarla “Önce yan yana, sonra üstüsEnis Batur te, en sonunda içiçe gel”ir. Barthes’in “dinleme”de odaklanması “duymak/ işitmek”, “dinlemek/ kulak kesilmek” arasında fizyolojik ve psikolojik yollara vurur kendini okur. Enis Batur da bu yollardan başka yan yollar derlemeye çalışır. Kulak üzerine kurulan bu benzersiz denemede duyma eyleminin harekete ve durağanlığa, edilgen ya da aktif olmasına göre dümen kıran bir işitme felsefesinin çatısı da çatılıyor. Kulak üzerine neler biliyoruz bu ayrı bir konu ama bu can alıcı organımıza ilişkin şu deyimleri de kulak ardı edemeyiz elbette: “Kulak kabartmak, kulak kesilmek, gözkulak olmak, kulağına girmek ya da çalınmak, kulağı kirişte ya da delik olmak, kulak asmamak, kulak misafiri olmak, kulaktan kulağa sözün dolaşması...” Kulağı kesik, telekulak.. da günlük yaşamımızda dolaşıp duruyor sözcük dünyamızda. Bu deyimler “Duymak, duymamak, duymak istememek, duymak için çırpınmak, duymazlıktan gelmek” eylemlerine kulak asmamazlık edemezler. Yazarla bestecinin yapıtlarına iç seslerinde kulak kesilmeleri aynı olmasa da benzerlik taşır. İç sesin eyleme dönüşmesidir ortaya çıkan yapıtlar. Yazar ya da besteci içinde duyduğunu, biz okuyarak ya da dinleyerek duyalım ister. Her zaman “duymak dinlemek değil”dir, “bakmak da görmek” değildir. Kulak, aslında mini bir tamirhaneye benzer iyice bakıldığında, incelendiğinde: “Örs, üzengi, çekiç” bir alet edevat sandığı gibidir. Sonra salyangoza sıra gelir bu tamirhanede. Sesi içimize çeken bu organ kiminde kepçe gibi durur, bazısında da tavşankulağı gibi. (Bir de devede kulak deyimi var ki, burada onun hiç yeri yok.) Güngör Dilmen’in oyunundaki “Midas’ın Kulakları” gibi olan da var mıdır, bilmiyorum ama müzik kulağı olanlarla hiçbir sesi birbirinden ayıramayanların kulağı bir değildir elbette. Peki neden böyle bir kulakla söyleşi denemesi kuruyor Enis Batur? “Kimse bir şey bilmek zorunda değil” diyor ve sonra sözünü şöyle sürdürüyor: “Midas’ı, Dilmen’i, Tüzün’ü, Berio’yu, Calvino’yu, Barthes’i, Auden’i, Shakespeare’in Fırtına’sını”. Onun “Un Re in Ascolto’ya eğilmesi” bir zorunluluktan değil, meraktan kaynaklanmış aslında. Enis Batur’da merak hiç eksik olur mu? Merak olur da onun üstüne gitmez mi hiç? Derin derin düşünüp araştırmaz mı? “Duymak başka, dinlemek başka”dır ama Enis Batur bu eylemi metninin merkezine oturturken Kulak’ı da aynı kefeye koyuyor: “beni o iki kutup arasında düşünmeye ve düşlemeye götürdü” diyerek. Kulağı odak alarak müziğe odaklanan, daha doğrusu duymak/işitmek arasındaki ince çizgideki yaratmaya eğiliyor Enis Batur türler arasındaki etkileşimin bir göstergesi olarak, Kulak(lar) çınlata çınlata. ? Kulak/ Enis Batur/ Sel Yay./Geceyarısı Kitapları/ Ocak 2009/ 70 s. Kulak CUMHURİYET KİTAP SAYI 995 SAYFA 19