Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
olarak söz etmeniz vb. “Özellikle Conrad” demeniz de, aynı şekilde, yazdıklarımı iyi kavramış olduğunuzu gösteriyor. Evet, Eliot da, Conrad da “yabancılık” teması çevresinde dönen bu anlatıda birer “kahraman”. Ve gene, evet, Conrad gözümde Eliot’tan çok daha önemli. Eliot benim için hep biraz problematik olmuştur. Wordsworth’ün, Larkin’in, Yahya Kemal’in, Edip Cansever’in olduğu anlamda büyük bir şair mi? Bazen öyle olduğunu düşünüyorum, ama bazen de tam olarak emin olamıyorum. Yapıtında belli bir şarlatanlık öğesi varmış ve dahası, Eliot’ın kendisi de bunun bilincindeymiş gibime geliyor. Ama tabii İngiltere’de bir yabancı olarak Eliot benim için her zaman ilginç. Tepedeki Yabancı’nın bir bölümünde de Londra’nın şairin başyapıtı Çorak Ülke’de anlattığı bölgelerinde dolaşıyor ve Eliot’ın yabancılığının izini sürüyorum. Gene de, okyanuslar aşan, dünyayı dolaşan, her yeri görüp hiçbir yere ait olmayan, yirmi bir yaşında öğrendiği bir dille yazan, yabancılar piri Conrad’ın yeri benim için bambaşka. Onun yabancılığı Tepedeki Yabancı’da çok daha önemli bir öğe. BİR SONRAKİ YOLCULUK... Peki, dünyada gelinen noktada, gerçeklerin yüze vurulduğu bir dönemde yabancılığımıza müdahaleden söz edilebilir mi? Bu soruyla ne kastettiğinize çok emin değilim. Yabancılık bize “gerçek” olarak dayatılan klişeleri kabullenmeyip dünyaya kendi gözümüzle bakmayı içerir. Yahya Kemal’in “Paris’te genç iken koyu Baudlaireperest idim” demesi gibi, ben de Chicago’da genç iken koyu Hegelperest idim. Artık değilim; tarihin sona ereceğine, her şeyi bileceğimize vb. inanmıyorum. Ama içimde bir yerlerde hâlâ bir ölçüde bir Hegelci var. Hegel gibi ben de “tanıdık” olanın bilinmediği için “tanıdık” durduğunu ve sıradan bilincin ancak “kafasının üzerinde durmayı” (ki bu deyişin hem kafasını kullanmak, hem de her şeye bambaşka bir açıdan bakmak anlamına geldiğini belirtmeye gerek yoktur, sanı rım) öğrendiğinde dünyayı gerçekten görebileceğine inanıyorum. Gene Hegel büyük sanatın her zaman çözülme dönemlerinde ortaya çıktığını, çünkü kendi kendisiyle uyum içinde yaşayan bir toplumun, hayatını dışarıdan görüp anlatabilecek güce sahip olmadığını söyler. Evet, kim ne derse desin, dünyayı gören ve yazanlar “dışarıda” olanlar, yani yabancılardır. Ben de bir yabancı olarak kalmaya kararlıyım. Bundan sonraki yolculuk nasıl bir güzergâhta ilerleyecek? Ve kâğıda ne türde yazacaksınız bu yolculukları? Daha okuma yazma bilmezken babamın bana okuduğu Jules Verne’in İki Sene Mektep Tatili romanından güney yarımküresinde mevsimlerin kuzeydekilerin tersi olduğunu öğrendiğim andan beri bu büyülü diyara gitmek istemiştim. Sonunda bu oldu, kırk yaşıma geldiğimde, Güneydeki Ülke adlı kitabımda anlattığım, beni hem Avustralya’da, hem de, yalnız mevsimlerin değil, her şeyin ters döndüğü kırk yaş sonrasının dünyasında dolaştıran yolculuğa çıktım. Şimdi yeni idealim Hindistan’a gitmek. Asya’da çok gezmeme rağmen, nedense yolum hiç Hindistan’a düşmedi, bir türlü de denk gelip gidemiyorum. Oysa, Hindistan elbette İngiliz tarihinin önemli bir parçası ve ben de Kipling gibi “Onlar ki yalnız İngiltere’yi bilirler, İngiltere’yi ne bilirler?” diye düşünüyorum. İngiltere’yle ilgilenen birisinin Hindistan’a gitmesi bence şart, ama gidersem tam ne tür bir kitap yazacağımı şimdiden söyleyemem. Zaten artık durmanın da vakti geldi. İkinci defa Kipling’den söz ettim. Yabancılıktan dem vuruyorum, ama galiba sandığımdan fazla İngilizleşmişim. İngilizler ellili yaşlarında gençken hor gördükleri Kipling’i ilginç bulmaya başlarlar, ardından da Anthony Trollope’un kırk küsur romanını teker teker okuyup “İngiliz olmanın avuntularından biri” demek gelir. İsterseniz iş o noktaya varmadan söyleşimize son verelim. ? erdemoztop@yahoo.com Tepedeki Yabancı/ Şavkar Altınel/ Yapı Kredi Yayınları/ 130 s. “Rehber olma niteliği bence Kız Tavlama Sanatı, On Günde On Kilo Vermenin Yolları, Başarılı Yöneticilik Kılavuzu vb. türü kitaplara ait, edebiyata değil. Kitabın bir yerinde dediğim gibi, bir yazardan öğrenebileceğimiz tek şey hayatın yazılabilecek olduğudur. Bu, hepimizin zaten bildiğimiz, ama ancak güçlü bir yazarın bize, karşı konulamaz “yaşayan” bir gerçek olarak gösterebileceği o şeylerden biridir. Ben de birilerine “İşte Şavkar hayatını yazmış, ben de kendi hayatımı yazabilirim!” dedirtecek kadar güçlü bir kitap yazabildim mi, bilmem, ama yazmış olmayı isterim tabii.” CUMHURİYET KİTAP SAYI 995 SAYFA 17