19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ş rnst (Maria Richard) Stadler Alman Eksprezyonizm’in ilk ve en önemli şairlerindendir. Şiirlerinin yanı sıra çeviri, edebiyat ve dilbilgisi alanlarında önemli eserler bırakmıştır. Şair 11.08.1883’te Fransa’nın Alsas bölgesinin Colmar kasabasında doğar. Çocukluğu yörenin büyük kenti olan Strazburg kentinde geçer. Stadler çocukluğundan beri sanata, özellikle tiyatro ve müziğe büyük ilgi duyar. Öğrenciyken verir ilk eserlerini: 1898’de bir novellası ve 1901’de ilk şiiri yayımlanır. Lisedeyken Rene Schickele’yle tanışır ve arkadaş olurlar. Onun önderlik ettiği ‘En yeni Alsas’ derneğine katılır. Derneğin amacı iki ülkenin ve kültürün arasındaki husumeti kaldırmaktır. Alsas bölgesi Almanlar ve Fransızlar arasında tarih boyu düşmanlıklara ve savaşlara yol açmıştır. Stadler üniversitede bu yüzden Latin Dilleri ve Alman Dili bölümlerine yazılır. Strazburg, Münih ve Oxford’da okuyup doçentlik unvanına kavuştuktan sonra bir süre Strazburg ve Brüksel üniversitelerinde doçentlik yapar. 1913’te Toronto Üniversitesi’nden 1914’ün sonbaharında başlayacak olan bir iş teklifi alır. Kabul eder. Ama ne yazık ki araya Ikinci Dünya Savaşı girer ve şair 30.10.1914’te, Belçika’nın Ypern kenti yakınlarındaki çarpışmada bir topçu mermisinin düşmesiyle ölür. Stadler ilkin Empresyonizm’e yakın şiirler yazar. Ama sonra “şekillerle, seslerle, renklerle oynamak”, onlardan etkilenmek onu tatmin etmez. Memleketinin güzelliklerini ve sınırları ve ulusçuluğu aşan bir birliğin dileğini, toplumsal sorunları, “yaşamın dolgunluğunu” anlatmak, ‘görünüşten’ çok nesnenin özünü görmek, onu vermek ister. Georg Heym gibi kuşkulu bakmaz modern ve çabuk değişen dünyaya. Onları, insanı daha kolay, daha güzel bir yaşama taşıyabilecek fırsatlar bilir. Stadler dünyayı ve yaşamı benimser. Çünkü içtenlikle bir dünya “sevinçliği” duyumsar. Gelmekte olan karanlık günleri görse de, yılmaz; daha güzel bir yaşama hareket etsin diye seslenir okura. Bu istekle kurtulmak ister kaynağı büyük bir hasret olan kendi bunalımından. Ayrı kalmanın acısı, ben’inden kurtulup bir mistik bütünde birleşme arzusudur şiirini belirleyen. “Boğazıma kadar dolmuş yüreğim sarı hasat ışığıyla, yazın berrak gökyüzü altındaki biçilmeyi bekleyen tarlalar gibi...” iir Atlası CEVAT ÇAPAN Ernst STADLER/ Şiirler/ Çeviren: Danyal Nacarlı ‘...Ey insan insan, olasın esaslı!’ Diyalog Tanrım, seni arıyorum. Gör, diz çökmüşüm eşiğinin önüne Yalvarıyorum “kapını aç” diye. Gör, yitmişim, sürüklüyor körlüğe beni binlerce yolum, Ve kimse götürmez beni eve, bırak sığınayım bahçelerinin yuvasına, Öğlenin sessizliğinde yeniden bulsun diye kendisini dağılmış ömrüm. Renkli ışıkların ardından koştum ancak hiç durmadan, Tamah ederek mucizelere, yitirinceye kadar gecede yaşamı, dilek ve amacı, Şimdi ağarıyor gün. Korka korka soruyor kalbim ettiklerimin zindanından Şimdi, karışık ve boşa çağlamış saatlerin anlamını. Ve yoktur bir yanıt. Duyumsuyorum bordamın taşıdığı son yüklerinin Fırtınalarda denizden denize hedefsiz hedefsiz sendelendiğini, Daha sabahleyin sallandığını gözü pek ve yol coşkusuyla, parçalıyor gemisi yaşamımın Çılgın bir kaderin mıknatıs dağında tahtalarını.Sus, ruhum! Tanımıyor musun kendi yurdunu Görsene: içindesin kendinin. O muğlak ışık, karıştıran aklını Ebedi çerağıydı hayatının sunağının önünde yanan Ne titrersin karanlıkta? Kendin değil misin o enstrüman, İçinde örülmüş bütün notalarının isyanları düğün halaylarına? Duymuyor musun o çocuk sesini, derinlerden sessizce şarkı söyleyen sana Hissetmiyor musun berrak gözü, gecelerinin üstüne çılgınca eğilenEy seni büyük çeşme, aynı memeden bulanık ve duru pınarları emziren, Ey kaderinin rüzgârgülü, kasırga, fırtınalı gece, sakin deniz, Hepsi senin için: Cehennem ateşi, Miraç ve sonsuza kadar yeniden dirilişGörsene, o son dileğin, hayatının sıcak eller açıp kollar gerdiği, Asılı duruyordu bile pırıldayarak gökyüzünde en eski özleminin. Senin içinde kilitlenmiş dururlardı bir çekmecede gibi acın ve hevesin Ve yoktur hiçbir şey, olmuş veya olacak, olmuş olmayan senin. Ağır Akşam Yüksekçe açılmış kapıları karanlığa bütün göklerin, Onlara sel gibi sessizce dolan, dipsiz hunilerle parçalarcasına Toprağı. Daha yoğun çıkıyor gölgeler dışarısına Pütür pütür gözeneklerinden yeniden dolan keseklerin. Düşmüyor artık kavaklardan damlaları güneşin, Kara çarmıh kökleri gibi çakılmışlar araziye, sivrilmeden. Uzuyor tarlalar boz ve korkutarak. Bulanık cürufla dolu düzlükler. Gece fırlıyor uçuşarak bulutlar çukurundan, yuvarlanıyor çarpmaları Çoktan soğumuş yellerin, ve bürünmüş kararan çentiklerine Açık yeşil tutamların, hırıltıyla verirken son nefesini Camlaşan son ışığı günün. Erken Bahar Bu Mart gecesinde geç vakit çıktım evimin kapısından. Sokakları deşelemiş bahar kokusu ve yeşil ekin yağmuru. Çarpıyordu rüzgârlar. Yürüdüm uzaklara yılgın evler çukurları arasından Üstü açık sete kadar ve duyumsadım birden: yeni bir ritmin kabardığını yüreğime doğru. En ufak esintide de asılıydı taze bir meydana geliş. Kulak kesildim güçlü girdaplara, kanımda dolaşan. Uzuyordu artık, sürülüp işlenmiş tarlalar. Çoktan dağlanmış Yüce sabah saatlerinin mavisi, uzaklara götürecek olan. Gıcırdıyordu savaklar. Maceralar dağılıyordu her yerinden uzakların. Aydın yörüngeler yükseliyordu kanalın üstünde körpe gezinti yelleriyle dalgalanan, Işıklarında sürüklendiğim. Yazgılar bekliyordu rüzgârlar arasındaki yıldızların. Yüreğimde bir fırtına duruyordu, sarılıp dürülmüş bayraklara benzeyen. Londra’da Bir İmarethanenin Önünde Duran Çocuklar Uzun bir çocuk alayı gördüm, dizilmişler ikişer ikişer bir imarethanenin önünde. Bekliyorlardı suskun ve bitkin, gelir diye kendilerine de sırası oturmanın akşam yemeğinde. Batmışlardı kirlere, perişandı üst başları, yapışıyordu bedenleri duvarlarına evlerin. Geri çeviren, bomboş elleriyle sıkıp sarıyordu küçük kızlar omuzlarını solgun bebeklerin. Dineliyorlardı yılmış ve karınları aç, yakılan lambaların altında. Kara kara lekeleri vardı kimisinin zayıflamış yüzlerinde. Mahzen ve ışıksız odalar, azarlanmak ve sıkıntı kokuyordu giysileri, Bedenlerinde yokluğun ve erken başlayan angaryanın yara izleri. Bekliyorlardı: Bitirirdi birazdan yemeğini ötekiler ve alırlardı artık kendilerini de büyük salona, Koyarlardı önlerine ekmekle sebze ve teneke taslarda akşam çorbasını. Ah, yakalardı onları yorgunluk ve çözerdi düğümlenmiş çarpık uzuvlarını, Ve geceyle tatlı uyku götürürdü onları salıncaklı atlara, kalaydan oyuncak askerlere ve büyülü bebek evlerine. Lover’s Seat Dolaştık akşam vakti kumulların yeşil çalılı sarp yollarında. Yatıyorsun bana sıkıca sarılmış. Sallıyor beyaz kaya pırıltılı tüylerini derin denizin üstünden. Kayanın, boşluğun üzerine ani bir ölüm hasretiyle eğildiği bu yerden Girmiş günün birinde süzüle süzüle iki âşık yumuşak mavi yatağa. Uzakta çınlıyor karaya vuran dalgalar. Öpücüklerin arasında dinliyorum o efsaneyi, Ağzının kızıllaşmış yaz akşamına gülümseyerek anlattığı. Ama sana iyice eğildiğimde, görüyorum yüzünün mutlulukta donduğunu Ve kirpiklerinin ardında bekleyen hissizleşmiş hüznü ve yakın sonu. Söz Eski bir kitapta bir söz çıkıverdi birden karşıma, Çarptı beni bir tokat gibi ve artık yanıp duruyor her günüme: Ve teslim edersem kendimi bulanık heveslere, Kaldırıp koyarsam yanıma görünüşü, yalanı, oyunu varlığın yerine, Kandırırsam ‘işime gelir’ acele anlamlarla kendimi, Sanki aydınlıkmış karanlık, sanki taşımıyor yaşam kızgınca kilitlenmiş bin kapıyı, Ve tekrarlarsam sözcükleri, hislerle doldurmadan genişliğini anlamlarının, Ve dokunursam nesnelere beni hiç heyecanlandırmayan varoluşlarının, Okşarsa beni kadife elleriyle ‘hoş gelmiş’ rüya Ve kaçarlarsa gündüzle hakikat önüm sıra , Yabancılaşmışsam ben dünyaya, en derin benliğime olmuşsam yabancı, Kalkıp dikilir karşıma bu söz: Ey insan, olasın esaslı! Hitap Ben alevim ancak, susamışlık ve çığlığım ve yanan. Ruhumun dar çukurlarından akar zaman fışkırarak Karanlık sular gibi güçlü, hızlı ve kimse tanımadan. Yanar durur tenimde o kara leke: kalımsız olmak. Sen ama o aynasın, yuvarlak çevçevesinin Üstünden yürüyen tüm alemin dereleri, Ve arkasında altınımsı kaynayan dibinin Ölü nesnelerin pırıl pırıl dirildiği. Yanar ve söner en iyi eserim çıldırmış bir yıldız, Düşer mavi yaz gecelerinin dipsizliğineAma senin günlerinin resmi yüce ve yalnız, Ebedi işaret, yazgını korumak için konmuş çevresine. ? SAYFA 23 E CUMHURİYET KİTAP SAYI 1031
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle