19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayşe Buğra’nın sosyal politika çalışmalarına dair Sosyal politikayı nasıl bilirsiniz? lerde daha da sancılı yaşanıyor. Ayşe Buğra, son yirmi yıllık dilimde, Türkiye’de iktisat literatürünün gelişmesine katkıda bulunan iktisatçılardan biri. Özellikle, liberal dünya ekonomisine eklemlenme süreciyle birlikte düşünüldüğünde, Ayşe Buğra’nın Türkiye’deki mülkiyet haklarının oluşumuna ve süreç içerisindeki dönüşümlerine dair yaptığı çalışmaların önemi anlaşılabilir. Bir bakıma, Ayşe Buğra, Türkiye’de devlettoplum ilişkisini denenmemiş ve alternatif bakış açılarıyla okunması için yeterli sebebimizin olduğunu göstermeye çalışıyor. Kapitalist iktisadi mantığın tarihinin “mülkiyet hakları”nın çatışmasının tarihi olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte, kapitalist dünya ekonomisinin tarihi, bir bakıma, kendi ürünü olan yoksulluğa karşı oluşturulmuş “egemen kültürel değerlerin” tarihidir. Peki, bu teorik bağlamda “sosyal politika” alanının kapitalist devletle ilişkisi nasıl düşünülebilir? Ayşe Buğra’ya göre, sosyal politika, refah devletinin özerk kalabilceği alanların en önemlisi. Artan yoksulluk ve işsizlik oranlarının varlığı devletin ekonominin üzerindeki etkisinin artmasına neden olacak etkenler; ancak son yirmi yıllık dönemde bu alanın krizde olduğu söyleniyor. Sosyal Politika Yazıları bu alanda derlenmiş en önemli kitaplardan biri. Kitapta, Güney ve Kuzey Avrupa’daki karşılıklı sosyal politika örneklerinden, farklı toplumsal yapılarda yaşayan kadınların yoksullukla mücadelesine kadar birçok konuda, çalışmaları daha önce Türkçe’ye çevrilmemiş yazarların makaleleri yer alıyor. Dünyanın farklı ülkelerinde farklı refah politikaları ortamının geçerli olması, kapitalist aklın aşılması adına, özgürleşme sürecini bir tür dönüştürücü perspektife yerleştirmemiz açısından önemli; Sosyal Politika Yazıları bir anlamda bu düşüncenin somut göstergelerini sunan ve değerlendiren makaleleri içeriyor. Buğra’nın Çağlar Keyder ile birlikte söylediği gibi, “20. yüzyılın devleti sosyal politikalar alanı hesaba katılmadan anlaşılamaz.” TÜRKİYE’DE GERİ KALMIŞLIĞIN DİYALEKTİĞİ VE SOSYAL POLİTİKA Yoksulluğu görmezden gelen hâkim anlayışın aksine, sosyal politikanın dönüştürücü gücünü öne süren anlayış, yoksulluğun sistemin bir sonucu olduğunu bilir ve bu durumun yoksulları suçlama ile ortadan kaldırılamayacağı görüşüne yaslanır. Bu yaklaşım, üzerine basarak, insanların topluma karşı sorumlulukları varsa, toplumun da insanlara karşı sorumlu olması gerektiğini vurgular. Sosyal politikanın değeri de buradan gelir; bütün liberal politikalar devleti aşıp yoksulluk üretirken, sosyal politikacı anlayış toplumsal refahı elinden geldiğinde arttırmaya çabalar. Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiyede Sosyal Politika, dünya ekonomisine eklemlenme sürecinde sosyal politikaların ortaya çıkması ile birlikte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için ortaya çıkardığı zorlukları, tarihsel şartları ile birlikte ele alıyor. Yoksul ve geleceğinden emin olmayan kitleler için bir türlü yerleştirilememiş temel haklar ve özgürlükler, Türkiye’de her zaman üstü örtülmeye çalışılan olgular oldu. Bütün ülke vatandaşlarını içine alan bir sosyal politika alanının oluşturulması için, AKP döneminin gelmesini beklediğimizi anlayınca, bu olgu daha da anlaşılır hale geliyor hiç şüphesiz. Ayşe Buğra, Polanyi’nin izinden giderek piyasaya bırakılması durumunda elde edilmesi mümkün olmayacak haklar ve özgürlüklerin, ancak “emeğin ve doğanın meta olmaması” halinde sağlanabileceğini savunuyor. Temel Bir Hak Olarak Vatandaşlık Gelirine Doğru isimli derleme, dünya üzerinde sosyal politikanın şekillendiği farklı toplumsal alanlarda, sadece toplumun bir bireyi olması bağlamında, her toplumsal katılımcıya, hangi şartlarda olursa olsun, hayatını sürdürebilme olanağını “sağlama alma” politikasını gündeme getirmesi açısından önemli. Bu sosyal politika ortamında şekillenen insan ihtiyaçları, yapısal sınırlamaların (siyaset, kültür vb.) etkisinde ortaya çıkar ve değişirler. Devlet ve Piyasa Karşıtlığının Ötesinde, tarihseltoplumsal koşullarda şekillenen insan ihtiyaçları ve tüketim kalıplarının, Türkiye’deki değişen modernleşme şartlarında yapısal sınırlamalarıyla oluşan gündelik hayattaki etkilerini inceliyor. Ayrıca kitapta “Türkiye’de Ahlaksız Konut Ekonomisi” ve “Modern Toplumlarda Karşılıklılık İlişkilerinin Ahlaki İçerimleri” adlı iki makale de bulunuyor. “Devlet eliyle modernleşme”nin tipik bir örneği olan Türkiye’de, devlet aklı sosyal yaşamın tümünü kapsamaya çalışır. İktisadi hayatın kurulmasında da bu durum bu akılcılaştırmanın özelliklerini yansıtıyor. Devlet ve İşadamları bu akılcılığın baskın olduğu bir ortamda oluşturulmaya çalışılan yerli girişimci sınıfın hikâyesini anlatıyor. Kitabın asıl vurgusu ise, devletin kendi ürünü olan “işadamları”na yarattığı iktisadi belirsizlik ortamı ve işadamlarının bu süreci algılama biçimleri. 1995 yılında Sedat Simavi ödülünü kazanan kitap Türkiye’nin yakın tarihine farklı bir prizmadan bakmamıza imkân veriyor bir bakıma: Kitap, devletişadamı ilişkisinin bir nevi “aşknefret” ilişkisi olduğunu ve bu durumun yerli burjuvazinin yaratılmasından holdingleşmeye kadar, kurumsal ilişkiler çerçevesinde anlaşılması gerektiğini anlatıyor. Ve belki de en önemlisi emeğin “metalaştırılması”nın bu süreçte devlet politikalarıyla ortaya çıktığını görmek için, “mülkiyet haklarının oluşması”na bakmanın en uygun yaklaşım olduğunu anlıyoruz. TAKASLA UĞRAŞAN VAHŞİDEN TOPLUMSAL BİREYİN ONTOLOJİSİNE Peki, iktisatçıların insanlarla derdi nedir acaba? Ayşe Buğra, Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm başlıklı kitabına yazdığı önsözde ve onu referans olarak seçtiği birçok bağlamda, gözden kaçırılmayacak bir noktaya işaret eder: “Ekonominin, toplumsal yaşamdan bağımsız bir varoluşu anlamsızdır.” Bu cümlede aslında, yoksulluğu kötülemekten başka bir şey yapmayan ve ekonomiyi doğal yasaların zorunlu ürünü olarak kabul eden muhafazakâr liberal düşünceye radikal bir karşı çıkış vardır. İnsanı toplumsal ilişkilerin içerisinde ele alan bir anlayışın ürünü olan İktisatçılar ve İnsanlar başlıklı çalışma ise böyle bir toplumsal çatışmalar ortamında, bir ekonomik yöntem çalışmasından çok daha fazlasını içeriyor. Bu toplumsal şartlar altında, bireyi kendi ideolojik amaçları doğrultusunda, tarihsel köklerinden koparıp piyasa mekanizmasına uyumlu hale getirme çabasındaki egemen iktisat teorisinin tarihsel gelişimini anlatıyor; bir başka deyişle, onun sahte dünyasını ve tabii ki egemen akıma karşı geliştirilmiş görüşlerin tarihini de. Karl Polanyi, piyasaların kendiliğinden ortaya çıkan kurumlar olmadığını, aksine bu kurumsal oluşumun “emek, toprak ve parayı” meta olarak şekillendiren bir politik kavrayışın ürünü olduğuna inanır. Ancak piyasa kurumunun tehlikesi burada saklı değildir; metalaşma sürecinin işleyişi, “serbest” bırakılmış bir pazar mekanizması çerçevesinde, toplumsal yaşamın her alanını kendi belirleyiciliğine tabi tutar. Sorun da tam olarak burada başlar; toplumsal yaşamın piyasa karşısındaki ikincil ve önemsiz konumu. Buğra’nın Kaan Ağartan ile birlikte derlediği 21. Yüzyılda Karl Polanyi’yi Okumak isimli kitap, neoliberal hegemonya çerçevesinde şekillenen, yeni tahakküm biçiminin şekil değiştiren görüntüsünü, Polanyi’nin yaklaşımını rehber alarak yorumlama çabasındaki yazarların makalelerinden oluşuyor. Kitabın yazılışı ise her zamankinden daha heyecanlı bir “kamusal vicdan” retoriğinin duyulması adına önem taşıyor: Polanyi’nin eksiklerini tamamlama; yeni ve etkin piyasa eleştirileri ile birlikte, piyasa mekanizmasının elinde tuttuğu özgürlükleri ve hakları garanti altına alma çabası.? Devlet ve İşadamları/ Ayşe Buğra/ İletişim Yayınları/384 s. SAYFA 15 Ayşe Buğra’nın Türkiye’de toplumsal yapının anlaşılmasına dair yaptığı “sosyal politika” çalışmaları, kendisinden sonra yapılacak çalışmalar için temel oluşturuyor. Buğra giriştiği siyaset arayışıyla ise Türkiye’de unutulagelmiş bir alanı tekrar gündeme getiriyor. Ama bunu yaparken, Polanyi’den esinlenerek, piyasanın kâr dürtüsünü önceleyen ekonomik proje tezi yerine, öznenin ihtiyaçları ve haklarını merkeze yerleştirme gereğini hiçbir zaman gözden kaçırmıyor. Ë Kadir GÜLEN ündelik yaşantımızda ekonomi, piyasa, politika, yoksulluk ve benzeri gibi kullandığımızda anlamlarını çok düşünmediğimiz birçok kavram, hayatlarımıza etki ederken birbirinden ayrı düşünülemeyecek olgulara denk düşüyor. Modern kapitalizmin kendi içinde geçirdiği dönüşümlerin, bireysel ya da toplumsal yaşantılarımızın üzerindeki etkileri, bu kavramların değişik bağlamlarda kullanılmasına yol açıyor. Bu dönüşümler, unutulmuş ve marjinalleştirilmiş büyük yoksul kitlelerin varlığının kendini sert bir biçimde hissettirdiği Türkiye gibi geç modernleşen ülke G CUMHURİYET KİTAP SAYI 1031
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle