03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OKURLARA manı ‘Ziyan’ adını taşıyor. Başarılı yapıtlarıyla öne çıkan Günday, her yeni kitabında yeni okurlar kazanmaya devam ediyor. ‘Ziyan’da büyük büyük amcası Ziya Hurşit ve ona karşıt karakterdeki ve günümüz ordusundaki bir erin öykülerini anlatıyor bize. Hayatların nasıl da birbiriyle kesiştiğini ustalıkla kaleme almış Günday. Tarihi romanlarla bir akrabalık kurmaya çalışan Günday, Atatürk’e karşı düzenlenen İzmir Suikastı’ında başı çeken Ziya Hurşit’in gençliğinden suikast anına kadar ve hatta suikastın başarısızlıkla sonuçlandığı andan sonra Atatürk’le karşılaşmasına kadarki süreci kurguluyor. Her iki kahramanın da ziyan ettikleri şey yaşamlarıları oluyor. Günday’la yeni romanını konuştuk. Bu yılın TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı Onur Yazarı usta şair ve çevirmen Cevat Çapan’ın Fernando Pessoa’nın şiirlerinden yaptığı çeviriler, “Uzaklıklar, Eski Denizler” adıyla yayımlandı. Bu küçük toplam, Pessoa sevenler kadar, onun dünyasına adım atacaklar için de bir başucu kitabı niteliğinde. “Kalemler Konuşunca” ilk kitabı Erdem Öztop’un. Edebiyattan araştırmaya, incelemeden eleştiriye ve anıya kadar pek çok kitap üzerine, yazar ve sanatçılarla yaptığı söyleşilerde yazarlarımızın yapıtları üzerine görüşleri, edebiyata bakışları, yaklaşımları dile getiriliyor. İlk ağızdan kaynak olma niteliği taşıyan kitap, okurlar ve araştırmacılar için temel bir kaynak olacaktır sanırız. Erdem Öztop ile “Kalemler Konuşunca”nın arka planını ta çocukluğundan, aydın aile yaşamından başlayarak konuştuk. Bol kitaplı günler... Hakan Günday’ın yeni ro P Sanat yapıtının “kim”den, ne tür bir “ruh durumu”nun sonucunda çıkageldiğini bilmemiz gerekmiyor, onun hikmetine varmak için. Bizim “kim” olduğumuz, yapıtla karşılaştığımızda hangi “ruh durumu”na kilitlendiğimiz ne kadar belirleyiciyse, o bilgi o kadar belirleyici. ervasız Pertavsız ENİS BATUR Richard Dadd’in (yukarıda) ,“Fındıkkıran” tablosunun merkezinde “hasta”nın, elinde devasa bir balyoz, olağanüstü irilikte bir fındığı (“baba”sının kafasını) kırmak üzere olduğu görülür. TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] ağyoluVelioğlu ikilisi, Dr. Ferdière’in, “akıl hastaları”nın (bu terminolojinin ne denli güdük kaldığını biliyoruz artık) sanat yapıtlarına, özellikle de şizofrenlerinkine eğilirken odaklandığı iki ölçütten etkilenmişlerdi: “Bourrage” tekniği tıkıştırmak fiilinden, tıkabasa doldurmaktan geliyordu; “stereotipik işleme” ise, sonsuz bir leitmotiv girdabından çıkagelen, yinelenme esasına tutsak bir düzen saplantısını ifade ediyordu. Çözümlemelerini bu çifte eksen üzerinden harekete geçirdikleri, ama asıl deşifre etmek istediklerinin “simge”ler olması nedeniyle Jung’a başvurmaktan geri durmadıkları görülüyor. Bir sonraki kuşağın, deyim yerindeyse veri tabanının Lacan’ın seminerleri, Foucault’nun kurum sorgulamaları, AntiOedipe türü temel yapıtlarla hepten değiştiğini; başta Van Gogh ve Artaud’ya, “vaka”lara bakış açısında köktenci farklılıkların belirdiğini; antipsikiyatri akımının pek çok ölçütü tersyüz ettiğini anımsatmak gerekir. Ferdière de bu gelişmelerden payına düşeni almıştır. Ne olursa olsun, Ham Sanat çerçevesine giren ürünlerin önemli bir bölümünde tıkıştırmanın, istifin öne çıktığı gerçeğini değiştirmez yaşanan dönüşüm. Richard Dadd’in, Octavio Paz’ın üzerinde konakladığı “Fındıkkıran” tablosunun merkezinde “hasta”nın, elinde devasa bir balyoz, olağanüstü irilikte bir fındığı (“baba”sının kafasını) kırmak üzere olduğu görülür. Merkezden tablonun dört bir ucuna doluşmuş, besbelli o sınırların dışına taşıdığı kabul edilmiş kalabalığın öğeleri arasında boşluğa hak tanımaz sanatçı. Aynı istif taşkınlığı Wölfli’nin ya da Willem Van Genk’in yapıtlarında da karşımıza çıkar: Nasıl tutkun oldukları tren istasyonlarının zemini karmaşık ray ağıyla döşeliyse, onların işlerinde de bu kurallı iç içe geçiş, düğümleniş ağırlık kazanmıştır. “Bilinçaltının dilyetisi gibi yapılandığı” yargısı doğruysa, akıl hastalarının, akıl fakirlerinin, akıl taşkınlarının ruhsal haritasının çözümlenme çabasında, yapıtlarındaki çetrefil örgünün ters yönde sökülmesinden can alıcı sonuçlar çıkarılabilir şüphesiz. “Bir eyleyenin yanıbaşında bir yorumlayan dikilir”. Sorunsa, sorun dilyetisine kişisel mitologyadan, bu mitolog Yaratıcılık ve Patoloji III D yanın arızalanmış trafosundan akan Unica Zürn ve bir çalışması figür ve işaretlerin (“simge” kavramını bir varsayıma dayandığı için kenara itmeyi yeğliyorum) nasıl tercüme edileceğindedir. Ham Sanat’ın hem büyük toparlayıcısı, hem vaftiz babası kimliğini taşıyan Dubuffet’nin, haddimi zorlamak sayılmazsa, yaklaşımını paylaşamıyorum: Bu ürünlerin kültürel sanat diye tanımladığı, belirli bir gelenek birikimine, ifade tekniği evrimine bağlı sanat yapıtlarının tersine, göndermeler codex’ine sırtını dönmüş oldukları tartışılır. Yetişme koşulları ne olursa olsun, klasik eğitim çarkından hiçe yakın geçmiş olsalar bile, toplam mirastan bütünüyle yalıtılmış halde yaratmaya koyulduklarını, başka deyişle kökten hüdainabit sayılabileceklerini söylemek olanaksızdır. Ne görmüşlerse görmüşlerdir, ama görmüşlerdir. Sanat eğitiminin kırıntısını almamaları, görgüden hepten yoksun kaldıkları anlamına gelmez. Üsluplarındaki fütursuzluk, egemen sanat anlayışlarının ölçütlerinden habersiz olmaları, kuraldışı yaklaşımları onların perspektif ya da bakışım bilgilerine uzak, renk güdüsü bağlamında özgür olduklarını göstermiyor yapıtlar tanığımız. Öte yandan, yaşamının bir evresinde şâkülden inhiraf durumu baş gösteren sanatçıların, Van Gogh’un ya da Unica Zürn’ün yapıtlarında, bazı estetik ayakbağlarından sıyrılsalar da, köklü bir parametre değişikliği göze çarpmaz. Bütün bunlar, kültürel mayanın, görülmüş olan her neyse onunla yoğrulmuş olmanın payını mahfuz tutmaya götürebilir bizi. Buna karşılık, gökyüzü artık aynı anlam donanımına sahip değildir, ayçiçeğinin ya da iskemlenin imlem yörüngesi kaymıştır. Bu dönüşüme karşıdaki nasıl, neyle bakacak en zorlu soru budur. Sanat yapıtının “kim”den, ne tür bir “ruh durumu”nun sonucunda çıkageldiğini bilmemiz gerekmiyor, onun hikmetine varmak için. Bizim “kim” olduğumuz, yapıtla karşılaştığımızda hangi “ruh durumu”na kilitlendiğimiz ne kadar belirleyiciyse, o bilgi o kadar belirleyici. Yapıtı, elden çıkmış, henüz göze erişmemiş aralıkta değerlendirmek ola ki en doğrusu. ? İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0(212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Reklam Müdürü: Eylem Çevik?Tel: 0 (212) 25198 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1025 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle