03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

JeanJacques Rousseau’dan ‘Emile’ Rousseau’yu yeniden okumak Genel olarak toplumsaltarihselkültürel bir varlık olarak nitelediğimiz insanı ve onun gelişim sürecini bilgideneyim eşliğinde anlamaya çalışan Rousseau’nun söylemi, günümüzde birincil gündem maddesini oluşturan eğitimi anlama açısından son derece kışkırtıcı görünüyor. Kendimizi, kendimizle, eylemlerimizle, arzularımızla, isteklerimizle, değerlerimizle, gereksinimlerimizle olan ilişkilerimizi; başka insanlarla, dünyayla, doğayla, bilgiyle olan ilişkilerimizi yozlaşmadan anlamak için bir kez daha Rousseau’yu, Emile’i okumak gerekiyor, elbette cinsiyetçi tutumunu ayraca (paranteze) alarak. Ë Betül ÇOTUKSÖKEN (*) “(…) mesleğinizden başka bir şey bilmiyorsanız cahilin birisinizdir.”(1) ir filozof olarak insandünyabilgi ilişkisini sorgulayan JeanJacques Rousseau, felsefe tarihinin en etkileyici öznelerinden biridir. “Philosophiapaideia” özdeşliğini anıtsal nitelikli Emile ya da Eğitim Üzerine (2) başlıklı yapıtında ölümsüzleştiren Rousseau dünya ve bilgiyle olan ilişkisi çerçevesinde insan gerçeğinin ya da insanlık durumunun peşine düşünmenin ne denli keyifli bir iş olduğunu bize sadece bu kitabıyla değil, tüm yapıtıyla duyumsatır ve aynı keyfe bizi de ortak eder. Rousseau tüm büyük filozoflar gibi okurunu heyecanlandırır, kışkırtır. Eğitimin alabildiğine önem kazandığı, insanı “kendisi” kılanın eğitim olduğunun her geçen gün daha iyi anlaşıldığı günümüz dünyasında Rousseau’yu yeniden düşünmek, bizi, insan dünyasının özeti olan gerilimli ilişkilerin ortasına bir kez daha atar. Yaşadıklarıyla, karşılaştıklarıyla eğitim yoluyla edindiği kavramları arasındaki çelişkinin tuzağında “kendisi” olmaya çalışan özneler için Rousseau bir “özgürlük” limanı gibidir. Descartes’ı, Locke’u anımsatır. Yaşadığı zamanın tinine uygun bir biçimde Aydınlanmaromantizm geriliminde söylemini kuran Rousseau, belki de insan dünyasındaki eylemliliğin kaynağını, insanın gereksinimleriyle, arzularıyla, istekleriyle, değerleri arasındaki yalpalamada, gelgitlerde bulur. İnsanı, insanın gelişimini eğitim aracılığıyla izlemeye, kavramaya çalışan Rousseau, insandoğa ya da insandünya ilişkisini en ince ayrıntısına kadar, değişme, ilerleme kategorisinin eşliğinde araştırmayı dener; felsefi antropoloji kadar, gelişme psikolojisinin de yolunu açar. “İnsan doğuştan iyidir” anasavıyla her türlü gerilimi çözümlemeye çalışan Rousseau, sürekli olarak yargıda bulunma yetisinin önemine değinir ve bu tutumuyla “algı yargısı”, “deney yargısı” ayırımını yapan, yargıgücünü öne çıkaran Kant’ın yolunu açar. Bu yol açma eylemi, katı usavurmalar aracılığıyla değil, yaşamın içinden, hatta yer yer bir çocuk saflığı ve masumiyeti içinde, görgül (empirik) olana, yalın olana verilen ağırlıkla okura, tartışmacılara ulaşır. Emile’in ikinci kitabındaki şu anlatım, bu saptamayı haklı çıkarmaktadır: “İdrakin içine giren her şey duyulardan geldiğinden insanın ilk düşünme yetisi duyumsal bir akıldır; entelektüel aklın temeli budur: bizim ilk felsefe hocalarımız ayaklarımız, ellerimiz, gözlerimizdir” (s. 251) Dünyaya uzanışta duyuların önemini her şeyin üstünde tutan Rousseau, insanı özellikle, duyulara dayalı yargıda bulunma gücü bağlamında etkin bir özne olarak değerlendirir: “Duyuları çalıştırmak onları sadece kullanmak demek değildir, bunlar aracılığıyla doğru biçimde yargılayabilmek, deyim yerindeyse hissetmeyi öğrenmektir; çünkü biz sadece öğrendiğimize dokunur, onu görür ve işitiriz” (s. 262) Duyumlayan, algılayan, düşünen, akıl yürüten, usavuran, değerlendiren bir varlık olarak insan, duyumlarıyla olan ilişkisinde kendini ele verir bir bakıma. Duyuların/ duyumların sıradüzeninde (hiyerarşisinde) dokunma duyusunun uzamı hepimizde şaşkınlık uyandıracak kadar geniştir. Dokunma duyusu açısından bakıldığında beden tümüyle bir duyu organıdır ve her türlü gerçekliğe uzanışın aracı ortamıdır. Rousseau’nun deyimiyle “Dokunma duyusu biz uyanıkken sürekli faaliyet içindedir; bedenimizin her tarafına yayılmıştır, hiç uyumayan bir bekçi gibidir, rahatsız olabileceğimiz her şeyi haber verir bize. Bu duyu sürekli etkin olduğundan deneyler aracılığıyla daha çabuk gelişir ister istemez, dolayısıyla bu duyuyu özel bir biçimde eğitmemize gerek yoktur” (s. 263264: Rousseau’nun bu saptamalarında, doğakültür). kullanmış olacaktır. Düşünme eğitiminin temeline duyuların eğitimini, özellikle görme duyumuna ilişkin eğitimi koyan Rousseau, bu yolla ancak bağlantıların, farklılıkların ve benzerliklerin farkına varılabileceğini ileri sürer. Tam da bu noktada “düşünme sanatı” birdenbire “görme sanatı”na dönüşür; “düşünme eğitimi” de “görme eğitimi” oluverir. Deneyim kazanma süreçlerinin bir toplamı olan eğitimde açık seçikliğin önemine değinen Rousseau, “doğanın kitabını okuma” izleğini her şeyin üstünde tutar. Ona göre yetişmekte olanın “aklı dilinde değil beynindedir (…) belleğinden çok yargılama yetisine güvenir” (s. 309). Bu satırlar her şeye yönelik dağınık bir ilgiyle oraya buraya savrulabilme tehlikesini kendi içinde barındıran Rabelais’nin “pantagruelizm”ini (bir devin iştahıyla her şeyi bilmeye çabalama) bilinçlice aşmamızı sağlayacak; Montaigne’i de anımsamak koşuluyla, bizi Kant’ın Aydınlanmacılığına götürecektir. Zayıflıklarıyla, arzularıyla gücü arasında salınıp duran insanın akılotorite ikilemini aşarak aklını kullanma cesaretini göstermesi, özgürleşmenin de DOĞANIN KİTABINI OKUMA (emansipasyon) yolunu açar. Bu noktaRousseau’nun bu saptamalarında, dodan sonra insan sadece bilen varlık olğakültür gerilimini, doğadan yana çömayacak, aynı zamanda açık seçiklik ilzümlemeye/çözmeye çalışan tavrını gökesi eşliğinde eyleyen varlık da olacakrürüz. İnsan; doğayla olan ilişkisi hesatır: “Şunu unutmayın ki benim eğitimiba katılarak eğitilecek, bu yolla aynı zamin esprisi çocuğa çok şey öğretmek manda özgürlüğünü kazanacaktır; başdeğildir, onun beynine sadece doğru ve ka bir deyişle, yargıda bulunma gücünü açık seçik bilgiler yerleştirmektir. Hiçbir şey bilmemesi hiç önemli değildir benim için, yeter ki yanılmasın…benim kafasına gerçekleri yerleştirmeye çalışmamın nedeni sadece öğrenebileceği yanlış şeylerden uzak tutmaktır onu” (s. 327). Emile’de “bilmek”le “yapmak” arasındaki gerilimli ilişkinin serüvenini buluruz aynı zamanda. Rousseau’ya göre önemli olan; çocuğa, yetişecek olana yargılarınızı dayatmak, ezberletmek değil, tam tersine onun kendi yargılarının oluşmasına ya da kendi yargılarını oluşturmasına yardımcı olmak, bunu gerçekten sağlamaktır. Elbette yetişecek olana, eğitim süreçlerine etkin olarak orJean Jacques Rousseau’nun “Emile” adlı yapıtının ¥ 1762’de yayımlanan ilk baskısında yer alan iki çalışma... tak edilecek olana, CUMHURİYET KİTAP SAYI 1025 B İNSANIN GELİŞİMİNİ EĞİTİM ARACILIĞIYLA İZLEMEK İnsanı bütünlüğü içinde kavramaya çalışan; böylece, bir bakıma Kant’tan da önce felsefi antropolojinin yolunu açan Rousseau, insanın çevreyle, doğayla olan ilişkisini Stoalı tutumuyla, tavrıyla sürekli olarak gündemde tutar. Doğaya, dünyaya ilişkin yaklaşımıyla, Stoalılarla Rousseau arasında bir köprü işlevini üstlenen, çığır açıcı Francis Bacon’ın “homo minister et interpres” (gözleyen/gözetleyen/gereken gözetimleri yapan, hizmet eden ve yorumlayan insan) belirlemesi, onda coşkulu bir sesle bir kez daha, hem de çok güçlü bir biçimde dile getirilir. Bir çocuk masumiyeti, saflığı içinde oynayan doğayı (natura ludens), doğal çevreyi, dünyayı gözlemlemek ve ona uygun davranmakla ancak özgürleşebilen insan, Emile’in ana doğrultusunu oluşturur. Doğayı gözlemleyerek, gözetimi ve bakımı altında tutarak, doğanın hizmetkârı olarak özgürleşen, “kendisi olan insan” örüntüsü, Emile’de sürekli olarak göze çarpar. Philosohpia perennis’in güçlü etkisiyle insandünyabilgi ilişkisini sorgulayan Rousseau, sık sık Eskiçağ filozoflarını, SAYFA 10
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle