Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ ne derin bir saygı beslemekle birlikte, metinlerinin sıkı bir çözümlemeye tabi tutulduğunda ulaşılabilir ve tüketilebilir hale geleceği izlenimine kapılmışımdır hep. Oysa Platon ya da HeidegUmberto Eco ger’in metinleri karşısında, bunun tam tersine, derin bir uçuruma ya da içinde kendimi kaybedebileceğim dipsiz bir kuyuya bakıyormuşum gibi hissederim. Bu gibi metinleri ne denli sıkı bir çözümlemeye tabi tutarsam tutayım, her zaman düşünülebilecek daha fazla şey olduğu izlenimine kapılıyorum.”(6) Bu satırlardaki elbette eleştiriye açık “özeleştiri”yi, felsefenin kendine dönük bilincini görmemek olanaksız. Yapıtın özellikle bu bölümünde felsefenin sorgulamayla ne denli birlikte gittiğini daha açık anlatımlar aracılığıyla da görebiliyoruz. Emmanuel Levinas bu konuda şöyle diyor: “Felsefenin en büyük erdemi, kendisini sorgulayabilmesi, kendi kurduğu yapıyı sökebilmesi ve söylediğini geri alabilmesidir. Bilimse, tersine, söylediklerini geri almaya çalışmaz, kendi kavramlarını, terimlerini ya da temellerini sorgulayıp onlara meydan okumaz; kararlı adımlarla ilerlemeye devam eder. Bilim, bu anlamda, hesaplanabilir simgelerden ve formüllerden oluşan kendi soyut dilolmayanını oluşturmak suretiyle, dili görmezden gelir. Ne var ki bilim, kendisinden devşirildiği felsefi dilin ikinci dereceden ayraç içine alınmasından başka bir şey değildir; asla son sözü söyleyemez.”(7) Felsefenin kendine yönelik sorgulayıcı tutumu onun biçimsel doğasının kalıcılığının da bir göstergesidir. Bu bağlamda felsefenin biçim/form/kap olduğu savını ileri sürmeye devam edebiliriz.(8) Fenomenoloji ekseninde, yönelimsellik bağlamında, yorum bilgisi ve buna ek olarak yapısöküm eşliğinde farklılıkları da gözeterek yapılan belirlemeler, felsefe tarihinde iz sürmenin keyfini bize bir kez daha yaşatıyor. Bu, aynı zamanda felsefenin kendi tarihiyle, metafizikle, tektanrıcı dinlerin söylemleriyle, özellikle de YahudiHıristiyan geleneğiyle ve onun farklı yorumlarıyla ilgili ciddi bir hesaplaşmanın içinde olduğuna da tanıklık ediyor. Noam Chomsky demektir.” (9) Bu, insandünyabilgi; dışdünyadüşünmedil ilişkisinde dilin güvenilirliği ve dürüstlüğü izleğini hiçbir şekilde gündemden çıkarmamayı gerektirir. Her türlü bilginin bir tür dil olduğu konusu ise göz ardı edilmemesi gereken bir diğer izlektir. Bu bağlamda da yine Paul Ricoeur’e dönelim: “Dil kökensel birliğini yitirmiştir. Bugün sadece coğrafi olarak farklı topluluklara bölünmüş değildir; aynı zamanda işlevsel olarak farklı dallara sözgelimi, matematiksel, tarihsel, bilimsel, hukuksal, ruhçözümsel de bölünmüştür. Bu dalların özgül doğasını belirleyerek (Wittgenstein’ın yaptığı gibi) her bir ‘dil oyununun’ sınırlarını saptamak ve karşılıklı savlarını düzeltmek, dil felsefesinin işlevidir. Dolayısıyla, yorum bilgisinin ana amaçlarından biri, dilin farklı kullanımlarını varlığın farklı alanlarına doğal, bilimsel, kurgusal gibi dayandırmaktır. Ama hepsi bu değildir. Yorum bilgisi aynı zamanda dilin kalıcı tiniyle de ilgilenir. Dilin tiniyle yalnızca öznelliğin süslü fazlalığını ya da bolluğunu değil, dilin yeni dünyalar açma yeteneğini kastediyoruz. Şiir sanatı ve söylen (mitos, B.Ç.) sadece unutulmuş bir dünyaya duyulan özlem değildir. Daha önce eşi görülmemiş dünyaları açığa çıkarırlar; fiili dünyamızın kurulu sınırlarını aşan başka olanaklı dünyalara doğru açıklığı kurarlar.”(10) Yeni dünyalara açılmada da temeli, “anlamak üzere örgütlenmiş düşünsel işbirliği” oluşturuyor elbette; bu işbirliği her zaman “anlaşma”ya varmasa da, biz düşünenler, dili kullananlar, söylem üretenler, konuşanlar, söyleşenler, dilimize/söylemimize ilişkin sorumluluğumuzu gözeterek yaşama dünyasına katılmalıyız ve bu dünyanın öznesi olmalıyız. “Zihin halleri”ni ortaya çıkaran dilden/söylemden başka ne var ki! ? (1) Richard Kearney, Zihnin Halleri. Çağdaş Düşünürlerle Söyleşiler, Çeviren: İsmail Yılmaz, BilgeSu Yayıncılık, Ankara, 2008, 422 s. (2) Agy., s. 422. (3) Agy., s. 9. (4) Agy., s. 12. (5) Agy., s. 14. Bu bağlamda bir Rémi Brague okuması yapmak da çok işe yarayabilir. (6) Agy., s. 231., (7) Agy., s. 262. (8) Ayrıntılı bilgi için bkz. Betül Çotuksöken, Felsefe: ÖzneSöylem, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2002. (9) Richard Kearney, Zihnin Halleri. Çağdaş Düşünürlerle Söyleşiler, Çeviren: İsmail Yılmaz, BilgeSu Yayıncılık, Ankara, 2008, 322 s. (10) Agy., s. Paul Ricoeur 336. SAYFA 5 TEMEL İZLEKLER Söyleşiye katılan filozofyazarların genellikle temel izlekleri yoluyla tanıtıldıkları kitapta toplumkamu, bireykişiyurttaş ilişkileri ayrıntılı bir biçimde ele alınıyor. Paul Ricoeur bu çerçevede son derece çarpıcı bir saptama yapıyor: “Söylediği sözlerin etik sorumluluğunu üstlenebilecek öznelere sahip olmayan bir toplum, yurttaşlara da sahip değildir Julia Kristeva CUMHURİYET KİTAP SAYI 969