06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Okuduğum Kitaplar METİN CELÂL Masumiyet Müzesi “B ütün hayatımı değiştirecek olaylar ve rastlantılar, bir ay önce, yani 27 Nisan 1975’te ünlü Jenny Colon marka bir çantayı Sibel ile bir vitrinde görmemizle başladı” diye başlıyor Orhan Pamuk’un yeni romanı Masumiyet Müzesi (İletişim yay. Eylül 2008). Kemal, otuz yaşında, “Amerika’da iş idaresi okuyup dönmüş”, askerliğini bitirmiş, babasının dağıtım ve ihracat şirketinin genel müdürü olmuş. Sorbonne’da okumuş, güzel, alımlı bir kız olan Sibel’le nişan hazırlıkları yapmaktalar. Ertesi gün, sevgilisinin ilgisini çeken çantayı satın almak için Şanzelize Butik’e gidiyor. On sekiz yaşındaki uzak ve yoksul akrabası Füsun, butikte tezgâhtar olarak çalışmaktadır. Çoktandır görmediği bu akrabasının güzelliğinden ilk görüşte etkileniyor. “Genç bir memurun altı aylık maaşına denk bir para” olan 1500 liraya çantayı alıyor. Daha sonra nişanlısından gerçek bir Jenny Colon olmadığını öğrendiği çantayı iade etmek için butiğe gidiyor. Bir müşterinin gitmesini beklerken, sohbet ettiği Füsun’un çekimine iyice kapılıyor. Bu sohbette Füsun’un Kemal’in nişanlı olduğunu bildiğini öğreniriz. Füsun, patronu dükkânda olmadığı için kitli kasayı açıp çantanın parasını iade edemez. (Satış yapsaydı paranın üstünü nasıl verecekti, merak etmemek elde değil.) Daha sonra bizzat kendisi getireceğini söyler. Kemal, annesinin eski ya da beğenmediği eşyayı koyduğu, kendinin eskiden gidip ders çalıştığı, vakit geçirdiği Merhamet Apartmanı’nındaki dairenin adresini verir. İki günlük bekleyişten sonra Füsun, yağmurlu bir günde parayı getirir. Yağmuru bahane eden Kemal, Füsun’a yağmur dinene kadar bir çay içmesini teklif eder. Çayın demlenmesini beklerken sohbet ederler. Kemal, fırsatını yaratıp Füsun’un saçını okşar, bir ara da dudağına yarım bir buse kondurur. Füsun buna bozulur, Kemal’in üniversite sınavlarına SAYFA 12 hazırlama teklifini kabul etmez. Ama kapıdan çıkarken Kemal’in yanağından öpmeyi de ihmal etmez. Füsun, bir daha gelmeyeceğini söylese de ertesi gün, 3 Mayıs 1975 saat iki buçukta unuttuğu şemsiyeyi almak bahanesi ile tekrar oraya gelir. “Hayatında ilk defa ‘sonuna kadar’ benimle sevişti” diye anlatır Kemal. Sevişme sonrası, her gün iki ile dört arasında orada buluşup matematik çalışmak üzere sözleşirler. Kemal, daha Füsun’la ilk karşılaştığı andan itibaren onun dokunduğu, kullandığı eşyayı toplamaya başlamıştır. Tüm yaşananları da Masumiyet Müzesi’nde topladığı bu eşyaya (o çoğul sözcüğü tekrar çoğul yapıp eşyalar diyor) bakarak anlatmaktadır. Kemal’in evde anne babasıyla, dışarıda Sibel’le ve diğer arkadaşları ile geçirdiği zamanların anlatımıyla hem dönemin sosyete denen kesimini tanırız hem de 70’li yıllarda Türkiye’de yaşanan değişime tanıklık ederiz. Orhan Pamuk, ısrarla gününe, saatine kadar tarihleri vermese, aslında romanın 50’li yıllarda geçtiğini de düşünebilirdik. Kitabın kapağındaki fotoğraftaki insanların giyimleri, arabanın modeli hep bize o yılları bildiriyor çünkü. İnsan ilişkilerinin, yaşam biçimlerinin 70’li yıllarda Türkiye’nin yavaş yavaş dışa açılmaya başlamasına kadar pek de değişmediğini anlıyoruz romanı okudukça. İlerleyen sayfalarda, tarih vermekle yetinmeyen Orhan Pamuk, toplumsal hayattaki değişimi okura olayın arka planında dekor olarak ve ince ayrıntılarda anlattıkça kafamızdaki zaman sorunu da çözümleniyor. Zaman ve mekân somutlaşıyor. Mahalle, cadde, sokak adlarını, Meltem gazozları hariç birçok markayı gerçek adlarıyla vererek bu etkiyi artırıyor. Orhan Pamuk, bir “dünya yazarı”, bu hal daha ilk sayfalarda 70’li yılların İstanbul’unu zengin ve eğitimli bir İstanbullu’nun ağzından anlatırken ortaya çıkıyor. Dışarıdan bir bakışı var, “Türk erkekleri” şöyle yapar, kadınları böyle davranır diye anlatıyor. Kendi deyimi ile “nahoş antropolojik gerçekler”den söz ediyor. Romanın sonunda (s. 548), “Uzak ülkelere gitmiş, orada yıllar geçirmiş biri gibi görüyordum kendimi: Sanki Yeni Zelanda’da yerlilerin arasında yaşamış, onların çalışma, dinlenme, eğlenme (ve televizyon seyrederken konuşma) alışkanlıklarını, törelerini gözlerken bir kıza âşık olmuştum. Gözlemlerim ile yaşadığım aşk içiçe geçmişti. Şimdi tıpkı bir antropolog gibi, topladığım eşyaları, kap kacağı, incik boncuk ile elbiseleri ve resimleri sergilersem, yaşadığım yıllara bir anlam verebilirim ancak” diyor. Birçok konunun anlatımından, özellikle betimlemelerden romanın tüm Dünya’da okunacağı göz önüne alınarak yazıldığını seziyorsunuz. 27 Şubat 1969’da Kurban Bayramı’nın ilk günü 12 yaşındaki Füsun’la likör almak amacıyla araba ile İstanbul sokaklarında dolaşırken görülüp aktarılanlar tipik bir örnek. Eğer bunlar roman yapısı içinde anlatılmasa, Orhan Pamuk’un anıları ile karıp anlattığı İstanbul kitabındaki 50’li60’lı yılların devamını okuduğumuzu düşünebilirdik. Sanıyorum, Orhan Pamuk da, 70’li yıllara kahramanı Kemal’den pek farklı bakmıyordu. 70’li yıllar 12 Mart muhtırasından başlayarak siyasi anlamda Türkiye’nin en hareketli yılları. Ekonomik anlamda yaşanan değişim beraberinde toplumsal çatışmaları da getiriyor. İşçi örgütlenmesi yoğunlaşıyor, öğrenciler siyasete sokaktan eylemli olarak katılıyor. Bir işveren olarak Kemal’in, aşka böylesine gömülüp, örneğin, evine çok yakın bir meydanda, Taksim’de 1 Mayıs 1977’de yaşananları görmemesi, bu gelişmelerden habersiz olması, etkilenmemesi beklenemez. Ama arabayla gezerken gördüğü duvarlara yazılmış sloganlar ya da zaman zaman gazetelere yansıyan haberleri ko nuşmaları dışında yaşananların bir etkisini romanda görmüyoruz. 12 Eylül askeri darbesi, sokağa çıkma yasakları da bakış açısını değiştirmiyor. Romanın geçtiği 70’li yılların ikinci yarısında yaşanan benzin, sigara, margarin, fueloil, tüp gaz yokluğu, sürekli yaşanan elektrik kesintileri, kaloriferler yanmadığı için soğuktan titrenerek yaşanan kışlar romana yansımıyor. Sıkı bir sigara tiryakisi olduğunu anladığımız Kemal, sigara yokluğunun bile farkında değil. Arabayla bir yerlere giderken insanların oluşturduğu uzun margarin ya da tüp gaz kuyruklarını da görmüyor. Masumiyet Müzesi, sondaki postmodernleştirici yazarın da romana karıştırıldığı bölümleri saymazsak (s. 565586) gerçekçi bir roman. Bu nedenle, sokaktaki insanı birebir etkileyen siyasal mücadelenin romana nasıl yansıdığını önemsiyorum. Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi’nde daha çok üst ve orta sınıfın (siyaset dışı) gündelik hayatlarına yoğunlaşıyor. Kemal’in Sibel ve Füsun’la ilişkisi üzerinden toplumun modernleşiyormuş gibi görünmesine rağmen kadın erkek ilişkisinde nasıl tutucu olduğu, evlilik öncesi yaşanan flört olaylarına bile iyi gözle bakmadığını anlatıyor. Muhafazakâr ve içine kapanık bir ülkenin modernleşirken insan ilişkilerinde yaşadığı sıkıntıları ve çelişkileri yansıtıyor. Füsun’un, tüm bu toplumsal koşullarda, sonradan bu ilişkiye girmesi nedeniyle kendisine kötü gözle bakılacağını, belki de iyi bir eş bulamayacağını umursamadan (ya da bunları göze alarak), nişanlı olduğunu bilmesine rağmen Kemal’le, hem de sadece cinsellikle, tensel birliktelikle gelişen bir ilişkiye girebilmesi ilgiye değer. Ama, roman Kemal’in ağzından yazıldığı ve o da karşısındaki genç kızın ruh halini umursamadığı için Füsun’un ne gibi tereddütler geçirdiği, nasıl yanılsamalara kapılıp Kemal’le birlikte olduğunu öğrenemiyoruz. Kemal, “Güzel ve mutlu hayatıma bütün alışkanlıklarımla devam edebilmek için Füsun’a âşık olmamam gerektiğini” aklımdan geçiriyordum diye anlatıyor. “Bunun için Füsun ile arkadaşlığa, onun dertlerine, şakalarına ve insanlığına kapılmamam gerektiğini seziyordum” diyor. Füsun’la ilişkisine evlilik öncesi hoş bir macera gibi bakıyor. “(…) Füsun ile geçirdiğim saatler hayatımın akmakta olduğu yolu hiç değiştirmiyordu. İçimdeki bu mutluluk ve neşe, bana doğal geldiği içindi belki bu. Ama tüm Türk erkekleri gibi kendimi sürekli haklı gördüğüm, hatta kendimi sürekli haksızlığa uğramış biri olarak hayal ettiğim için de değildi. Yaşadığım şeyin tam farkında değildim” diye ekliyor. Yaşadığı şeyin farkına varması için terk edilmesi gerekecektir. İlerleyen sayfalarda Kemal’in nişan davetine katılmasının ardından ailesi ile birlikte ortadan kaybolması ve tabii Kemal’in onları bulup sürekli misafirleri olması sırasında da Füsun’un bakış açısını öğrenemiyoruz. Füsun, ketum bir insan. Hislerini sözcüklere döküp söylemiyor. Sadece bir kez, kanlı bir trafik kazasına şahit olduktan sonra Kemal’e “Sana çok fena âşık oldum” deyip, “Bana yanlış davranırsan ölürüm” diye ruh halini bildiriyor. Kemal duyarsız davranıyor, Füsun onun için gelip geçicidir, bu yüzden “Bundan sonra ne olacak?” sorusuna da açık bir cevap vermiyor. O günden sonra da Füsun bir daha öylesine açık sözlü olmuyor. Kemal’le birlikte biz okurlar da onun büyük bir olasılıkla şiddetli fırtınalara maruz kalan, gelgitlerle yaşadığı iç dünyasına uzak kalıyoruz. (Devam edecek.) CUMHURİYET KİTAP SAYI 969
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle