22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA dokusu yansıtıp bunu roman evrenine yaymakla birlikte anlattıklarıyla yalnızca siyasal söyleme dayanan, kurguladığı gerçeklikleri bu evrene yayışıyla, bunların yansıtımında siyasal roman örnekçesi olarak zorlanan bir yapı gösteriyor bana göre. AMİDA’NIN ROMAN KAHRAMANLARI Arat, Amida’nın anlatıcısı değil, yaratıcısı, yazarı olarak konumlandırılıyor yapıtta. Bu nedenle, tüm öteki kahramanlar Arat’taki gerçeklikten pay aldıkları oranda varlık kazanıp roman evrenine yayılıyor. Kırk beş yaşlarında, çocuk işçiler konusunda uluslararası düzlemde birikime, konuma sahip sendikacı Arat’ın yaşamı, bir yurtdışı gezisi dönüşünde karısı Songül’den ayrılıp yine çocuk işçiler konusunda görevle Diyarbakır’a gidişi sonrasında büyük değişikliğe uğruyor. Aşkla bağlanabileceği bir kadın karakter ararken evli, üç çocuklu Dilşa’yı kentsel mitlerle sarmalanmış halde “Amida” olarak yaratmaya girişiyor. Böylece Arat, özel yaşamı, değerler dünyası içinde, Diyarbakır gerçekliğiyle de çakışıp eğik düzlemden yuvarlanırcasına hızla aşağıya akıyor. Zaten Arat, hayaller peşinde koşan, çocuk sorunsalıyla ilişkilenişinde bile hayallerinden vazgeçmeyen biri. Nitekim bu hayalleri, sürekli yazmakta olduğu “roman”a da uzanıyor. Böylece Arat, bir yandan çocuk işçi sorunsalı konusunda derinleşirken bir yandan “boşanma yarası”nı sarmaya, kendisini bir aşkla alevlendirmeye, aynı zamanda kendine romanından “küçük bir vaha yaratmaya” (86) çalışıyor. Amida, bir açıdan Arat’ın kaleme aldığı bir roman zaten. “ ‘Hayat rastlantılara açık, hayat olmadık şeylere gebe,’ diye mırıldanıyor kendi kendine.(…) Roman bu cümleyle başlayabilir, diye düşünüyor.” (93) Roman, gerçekten de bu tümceyle başlıyor. Amida’nın kahramanları arasında, toplu karakter yanıyla çocukların büyük işlev taşıdığı da eklenmeli bunlara. Onlarca, belki de yüzlerce çocuğun kült halinde tek “çocuk” karakteriyle (ya da olgusuyla) simgelendiği romanın, bu bağlamda doğrusu özgün bir yan taşıdığı açık. Denebilir ki çocuklar, yanı sıra Kürt çocukları, işçiçalışan çocuklar, sokak çocukları, belki de yazınımızda şimdiye dek bu kadar yerli yerinde, dayanakları sağlam biçimde kavramsal, olgusal boyutta alınıp da içselleştirilmemişti. Bunun ötesinde işçi sınıfından, emekçilerden, Türklerle Kürtler arasında süregiden cumacumartesi sevgisizliğinden çok daha öne çıkarak roman evrenine yerleştirilen bu bütünleşmiş “çocuk karakter”in Arat aracılığıyla nasıl ele alındığının da altını çizmek gereği duyuyorum burada: “Aileler çözülüyor, çocuklar sokaklara yöneliyor. Bu gidişle sosyal patlama anababalardan değil (işçilerden de değil, diyebilir, ama demiyor) sokakları işgal eden çocuklardan gelecek.” (75) Çocuk sorunsalının, gide gide bir toplumsal “zor”a dönüşümünün çok net satırlarla altını çiziyor böylece Özcan Karabulut. Amida¸ Eğer Sana Gelemezsem, “Dilşa’dan bir Amida yaratmaya çalış(an)” (118) Arat’ın roman yazma yolundaki savaşımı da denebilir bir açıdan. Yazar, derin bir aşkı, AratAmida aşkını; umutsuzluklar, karamsarlıklar ortamında yarılmalardan geçen, dramatik, (biraz da melodramatik) ötesinde tragedik açılımlarla lirik bir hüzün yumağı halinde aktarmayı biliyor, ustalıkla başarıyor bunu. Özcan Karabulut, Arat’ı öylesine güçlü yapılandırıyor ki, okur olarak bizde de karşılığını buluyor onun aşkı, roman yazma savaşımı, Diyarbakırlı çocukların kahramanlaşması, kentin karakterleşmesi… Sonuçta Özcan Karabulut, yazınsal bağlamda bileğinin hakkıyla altından kalkıyor bu ilk romanının. Eh, usta bir öykücüye de bu yakışırdı zaten. İleride verimleyeceği ikinci roman, doğrusunu söylemek gerekirse hem yazar olarak Özcan Karabulut’un, hem de okur olarak bizlerin hak edeceğimiz yapıt olacaktır diye düşünüyorum bu nedenle… ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 969 Bir ilk roman olarak ‘Amida...’ arın 12 Eylül. Neler etmedi bu 12 Eylül bize? Onca genç insana acılar mı çektirmedi, eziyetler, işkenceler mi gördürmedi, ağzı var dili yok ölümler mi yaşatmadı?… “Geldik bugüne…” Ama ne geliş, pes… Emperyalizmin bizim gibilerle oyununu izledikçe kanım donuyor… Peki ne yazmalıyım bugün? Ne yazayım ki yakıştırabileyim kendime?… Özcan Karabulut’un Amida, Eğer Sana Gelemezsem (Can, 2008) başlıklı romanını çıkarınca kitaplığımdan, sevinmedim desem yalan olur… Özcan Karabulut, onca öykü serüveninin, birikiminin, öyküde sergilediği farklı duruşların ardından bir ilk romanla geliyor okurun önüne. Evet, Amida (Romanın adını bu şekilde kısaltmamın sakıncası olmasa gerek), bir ilk roman. O halde yapıta bu açıdan yaklaşmak daha doğru olacak herhalde… Y ÖYKÜDEN ROMANA AYIRICI YAN... Yirmi yılı aşkın süre boyunca öyküler verimlemiş, bu doğrultuda kendine önemli yatak açmış yazar ya, kaleme aldığı görkemli bir metinle selamlıyor okuru. İlk vurgulanması gereken bu bence. Bu açıdan bakıldığında romana yakınlık duymamak, okuma eyleminden tat almamak olanaksız… Yapıtı okurken, öykü yazarı Özcan Karabulut’un hem de hiç yıpranmadan yine karşımıza çıktığını görüyoruz rahatlatıcı bir duyguyla… Hatta bu, öylesine gelişiyor ki, romanın anlatıcısı olarak Arat, Karabulut öykülerinden çıkagelmiş gibisinden izlenim de bırakabiliyor. Öyle ya, yine ülkeler arasında gezinen, üstelik yapıp etmelerinde sürekli kendini sorgulayan, ancak bunu yaparken kendini kurtarmak gibi çabadan uzak duran, ama bu arada geçmişiyle bugününü devrimci süreğenlikle birbirine ularken sendika hareketliliği içinde alanında savaşım veren bir kahraman Arat. Bütün bunlar bizim, daha önce Özcan Karabulut öykülerinden tanıdığımız anlatıcılarla çağrışımsal bağlar kurmamıza yol açıyor ister istemez… Diyeceğim romanda yazarın işlevini üstlenmiş görünen anlatıcı Arat, roman kahramanı olarak doğrusu ya okuru pek şaşırtmıyor. Ancak öylesine donanmış bir roman kahramanı olarak çıkarıyor ki karşımıza Arat’ı, roman kahramanı işte böyle, eksiksiz yapılandırılmalı, dedirtircesine parmak ısırtmayı da başarıyor doğrusu Karabulut. Aşağıda kurup getirdiği roman evreni, yaratıp yapılandırdığı kahramanları bağlamında Amida’yı ayrı ayrı alacağım zaten. Ben, Amida’nın bir ilk roman olarak yansıttığı yazınsal yapıya değiniyorum burada daha çok. Eleştirmenler, ilk romanların, özyaşamöyküsel öğelerin sıkça serpiştirildiği verimler olduğunda, yazarların bundan kendilerini kurtaramadıklarında birleşiyor. Karabulut’un bu ilk romanında, bunun doğruluğunu tam olarak kestirememekle birSAYFA 20 likte, ancak öykülerinde yazarın sıklıkla karşılaştığımız bir kahramanla çıkagelişini bununla ilişkilendirmenin olanaklı olduğunu düşünmekten de alamıyorum kendimi. Daha çok ilk romanlarda rastlanabilecek türde ille de deyiverme, hemen her şeyi anlatma isteği, bence Amida’nın, ilk roman olarak taşıdığı tek kusur. Roman kahramanı, yaşamına bir biçimde katılmış ya da kendisinin ilişkilendiği neredeyse hemen her konuda öylesine anlatma isteği gösteriyor ki, işte bu, romanda soluk almayı güçleştiriyor bana göre. Siyasal tutumlardan kadın erkek ilişkisine, bir gecelik aşklardan aşk sorunsalına, kent tiyatrosundan Kürtçeye, savaş barış konusundan din sorunsalına, töreden intihara, sular altında kalacak Hasankeyf’ten Diyarbakır, Mardin kentlerine, sınıfsal hareketlerden yurtdışındaki kentlere, daha pek çok konuya uzanıyor. Bunları gereksinirliği aşacak, hatta zedeleyecek ölçüde romanın tümüne yaymak, yapıtın sırtında yüke dönüşmez mi? Düşünün, Arat’ın okuduğu romanlar üzerine düşünceleri bile sekiz on sayfayı buluyor yapıtta… Sonuçta bütün bunlar, birer dolgu gereci olarak kalıyor ne yazık ki romanda. Oysa öykülerinde görüldüğünce hep eksiltili anlatımla sürdürebilirdi yapıtını yazar. Bu türde bir gözetme olmayınca, insan ister istemez Karabulut’un bu kez neden eksiltili anlatımı yeğlememiş olabileceğini düşünüyor elinde olmadan. Tabii o zaman, pek çok yığma ayrıntıyla boğuşuyoruz, bunların altında kalmanın ötesinde pek çok işlevsel ayrıntı, yığmaların, blokların arasında kalıp yitiyor… Ancak eklemeden geçmeyeyim; Amida, yazınsal niteliği, değeri yüksek bir yapıt. Burada ilk roman bağlamında aldığım için söylüyorum bunları yalnızca. Nitekim ilk romandan yansıyabilecek bu tür deneyim eksikliğinin yanında Amida, kurduğu roman evreniyle, yarattığı roman kahramanlarıyla ışıltılar salan bir yapıt yine de. Şimdi biraz da bunlar üzerinde durayım istiyorum… AMİDA’DAKİ ROMAN EVRENİ Özcan Karabulut, öykü için zorunlu “kapsanık dil”i bırakarak tüm gereksinirliklerini karşıladığı, doygunluk eşiğini en üst düzeye çıkardığı “kapsayıcı dil”le örüntülüyor romanını. Bu yüzden de göz dolduran bir yapıtla çıkıyor daha ilk romanında okurun karşısına. Yirmi yıl boyunca öykü verimleyen bir yazar için incecik ayrıntılara dayalı dengeyle ilerleyen roman dili kadar, yarattığı Arat karakterindeki eksiksiz yansıtım da dikkati çekiyor. Roman evreninin güçlü biçimde yapıta yayılmasında, sonuçta okuru, gerçektenlik duygusu çok yüksek bir konuma taşıyıp, roman evrenine çekmesinde Arat büyük rol oynuyor. Bu çerçevede Amida’nın, hiç değilse başlangıçta dille, karakterle kendini so Özcan Karabulut mutladığı düşünülebilir öyleyse. Ancak Karabulut, romanı yalnız yapılandırmakla kalmıyor, yanı sıra bir kıvam da kazandırıyor roman evrenine. Ancak Amida’daki evrenin siyasal anlatıma yaslandığı halde “siyasal roman” olarak göz doldurmaya yetmediği söylenebilir… Sözgelimi Arat, 1980 öncesine değgin, “o yıllar, Türkiye’nin her bölgesinden arkadaşlarla devrim yapmanın mümkün olduğu zamanlardı. O zamanlar ölüm etnik ayrım yapmazdı” diye düşünüyor, bunları hep kafasında yaşıyor, ama olgusal yaşam içinde gerek Diyarbakır’daki günlerinde gerekse öteki kentlerde yaşadıkları üzerine anlattıkları dışında yaşamsal olana değgin okuru kışkırtan, onda siyasal tutum almayı belirleyen herhangi yönseme izine rastlanmıyor. Yapıt, çocuk sorunlarından kalkıp ülke sorunlarına giderken, hatta neredeyse Türkiye için bir toplumsal sorunlar haritası çıkarırken, kabul etmek gerekir ki, bir tür siyasal roman bağlamında da belirginlik kazanıyor elbette. Ancak Amida, yine de “siyasal roman” için bu olguya yaklaşımın laboratuvar çalışmasından ipuçları içeriyor daha çok. Roman, toplumbilim kitabı gibi okunup anlamaya geçilen, bu yolla bireşimlere varılan bir yapıya sahip değil. Roman, yazınsal dille alımlanan, anlamlandırılan bir tür… Nitekim siyasal oluşumlar, sendikalar, dernekler, örgütler vb. geniş bir yer bulabiliyor kendine romanda. İyi de buna bakarak siyasal roman olduğu nitelemesi getirilebilir mi Amida için? Öyle ya roman evrenine dayalı olarak pek çok ilişki, olay, şu bu yalnızca “anlatılan” düzleminde kalıyor, bunlar romanın alımlama düzeyine çıkarılamıyorsa, yalnız anlatılan bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu göstermez mi bu? Demek ki roman evreni kişiler aracılığıyla bize kurdurulup yazınsal gerçeklik bağlamında yer yer yaşatılsa da, bu tam anlamıyla sağlanamıyor! Bu doğrultuda Amida, çok iyi bir roman
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle