06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Richard Kearney’den ‘Zihnin Halleri Çağdaş Düşünürlerle Söyleşiler’ ilişkin saptamalara, dışdünyadüşünmedil ilişkisinin “öz” dolayımında yapılıp yapılmadığının hesabının verilmesine tanık oluyoruz. “Avrupa sorunsalı” eşliğinde ele alınan siyasette ulus, ulusçuluk, ulusdevlet kavramlarının nasıl değerlendirildiğini; insan bağlamında gereksinimdeğer geriliminin ve bu gerilime ilişkin çözümlemelerin nasıl algılandığını; etiksiyaset ilişkilerinin nasıl yorumlandığını, liberalizmin farklı boyutlarını, eşitliközgürlük birlikteliği ya da ikileminin kendini nasıl gösterdiğini; insandünyabilgi ilişkilerine eleştirel açıdan bakmanın ya da bak(a)mamanın ne anlama geldiğini; tektanrıcı dinlerin tüm öznenesne ilişkilerindeki olanca ağırlığını; kimlik sorunlarının ne denli öne çıktığını ve ardından da şiddete yol açtığını, en ılımlı deyişle şiddete yol açabileceğini görüyoruz. Avrupa’nın, Aydınlanma’nın, çağcıllığın/modernliğin ayrıntılı bir biçimde sorgulandığı söyleşilerde, söyleşiye katılanların özcü olmayan ortak tutumları asıl ekseni oluşturuyor. Bu bağlamda tüm düşünürlerin ya da filozofların tarihsel görüngeyi (perspektifi) hiç göz ardı etmeyen tutumları, insanın toplumsaltarihselkültürel bir varlık olarak her “dünya durumu”na katıldığı konusundaki yargımızı güçlendiriyor. Eleştirelliğin her konuşma, ama özellikle söyleşme bağlamına egemen olduğunu okumamız boyunca sürekli olarak fark ediyoruz. TÜKETİLEMEYEN KALINTILAR Yapıtın tümünü okuduğumuzda, bilgi dalları arasında ne denli güçlü bir ilişki olduğunu da kavrıyoruz. Felsefe açısından baktığımızda ise, felsefenin hem diğer bilgisel etkinlikleri beslediğini ve bu nedenle de “temelde” olduğunu; hem de bilgilerin gelip dayandığı noktada, yaşama dünyasını değiştirme noktasında, eleştirel tutumuyla nasıl da “tepede” olduğunu anlayabiliyoruz. Felsefenin özellikle tarihsel arka planıyla ilişkisi içinde kendini sorgulayan olarak “biçimsel doğası”, son bölüm söyleşilerinin ana izleğini oluşturuyor. Bu noktada Jacques Derrida’nın verdiği yanıt çok önemli görünüyor: “Büyük felsefe metinlerinin, sözgelimi Platon, Parmenides, Hegel ya da Heidegger’in metinlerinin hepsi halen bizim önümüzdedir. Büyük felsefelerin geleceği karanlık ve gizemli olarak kalmıştır ve halen ışığa çıkarılmayı beklemektedir. Şimdiye dek sadece yüzeylerinde çizikler oluşturulabilmiştir. Felsefe metinlerinin, “gelecekleri” olarak adlandırdığım bu ışık geçirmeyen ve tüketilemeyen kalıntıları, Yunan ve Alman felsefelerinde, Fransız felsefesinde olduğundan daha baskındır. Büyük Fransız düşünürleri ¥ Felsefi bir diyalog Richard Kearney’in üç ana eksende siyaset, edebiyat, felsefe ekseninde ama hepsinde de felsefi söylem yoluyla yaptığı söyleşiler, insandünyabilgi ilişkilerini boyutlandırıyor. Richard Kearney “Siyaset düşünürleri” olarak saptadığı Julia Kristeva, Neal Ascherson, Charles Taylor, Paul Ricoeur, Edward Said, Noam Chomsky, Václav Havel’in; “edebiyat düşünürleri” olarak yorumladığı Umberto Eco, George Steiner, Maria Warner, Seamus Heaney, Jorge Luis Borges, Martha Nussbaum, Miroslav Holub, Jacques Daras’ın; “felsefe düşünürleri” olarak değerlendirdiği Jacques Derrida, Emmanuel Levinas, Herbert Marcuse, Paul Ricoeur, Stanislas Breton, HansGeorg Gadamer, Jean François Lyotard’ın “zihin halleri”, dil dolayımında kurdukları öznenesne ilişkileri, dış dünyadüşünmedil ilişkileri, bizi dönüştürüyor; kendi bilgi birikimimizle yeni bir diyaloğa girmemizi sağlıyor. Kearney kitabın, felsefe, siyaset ve kültür alanında belli çağdaki entelektüel tartışmaları, akademisyenlere olduğu kadar akademisyen olmayanlara da yaymayı amaçladığını dile getiriyor. Ë Betül ÇOTUKSÖKEN öyleşi, yapısı gereği söyleşenlerin, üzerinde söyleştiklerine ilişkin olarak bilinçli olmalarını gerektiren dilsel bir görünümdür. Söyleşiye katılanlar, söyleşide özne olarak yer alanlar; nesnelerini, ne üzerinde, hangi amaçla söylem ürettiklerini, söyleştiklerini bilinçli olarak gündemlerinde tutarlar. Söyleşiyi belli bir amaçla bağlantılı olarak başlatan kişi, söyleşinin asıl nesnesinin ya da nesnelerinin ne ya da neler olduğu konusunda bir bakıma egemen bir rol üstlenir. Ancak söyleşide öyle bir noktaya gelinir ki, söyleşinin tüm tarafları, tüm katılımcılar eşit konumda yerlerini alırlar. Elbette söyleşinin, bu bir defalık sözlü ortamın doğallığı, tarafların imgelem gücüyle, bilgi birikimiyle, dil kullanma, söylem üretme becerisiyle yakından ilgilidir. İçerik olarak felsefi olsun ya da olmasın, yakından bakıldığında, her söyleşinin temelde felsefi nitelik kazandığını ileri sürebiliriz. Çünkü her söyleşi, söyleşiye katılanları dil edimleri dolayımında; kendisi, eylemleri, “zihinsel halleri”, kavramları, kullandığı dili ya da söylemi konusunda düşünmeye davet eder. Richard Kearney de Zihnin Halleri. Çağdaş Düşünürlerle Söyleşiler(1) başlıklı yapıtta böyle bir konumun somut örneğini veriyor. Biz okurları da bilgi birikimimiz doğrultusunda, yapıt boyunca adeta söyleşiye katılıyor, başkalarının zihinsel konumlanışı dolayımında, kendimizi felsefi bir diyaloğun içinde buluveriyoruz. Yapıtın son paragrafında dile getirildiği gibi, biz de bir dönüşüm geçiriyoruz. Bu durum tüm okuma edimlerinin ortak paydası değil midir aslında? Yazarın temkinli bir biçimde dile getirdikleri tam da biz okuryazarların içinde bulunduğu durumu yansıtmıyor mu? “Okurözneler bu söyleşileri okurlarken belli bir dönüşüm geçiriyorlarsa, söz konusu söyleşilerin yazarları konumundaki anlatıcıözneler de kendi paylarına aynı şekilde bir dönüşüm geçirmektedirler. Söz gelimi diyalojik bir soruşturmacı olarak benim kendime ilişkin anlayışım da burada sunulan düşünürlerle girdiğim soruyanıt alışverişi sırasında belli bir başkalaşım geçirdi.”(2) Her felsefi çaba, felsefe kültürünün her parçası ve onların toplamından daha fazlası olan bütünü, insandünyabilgi ilişkilerindeki yeni kımıldanışları içerir. Richard Kearney’in üç ana eksende; siyaset, edebiyat, felsefe ekseninde, ama hepsinde de felsefi söylem yoluyla yaptığı söyleşiler; insandünyabilgi ilişkilerini boyutlandırıyor. “Siyaset düşünürleri” olarak saptadığı Julia Kristeva, Neal Ascherson, Charles Taylor, Paul Ricoeur, Edward Said, Noam Chomsky, Václav Havel’in; “edebiyat düşünürleri” olarak yorumladığı Umberto Eco, George Steiner, Maria Warner, Seamus Heaney, Jorge Luis Borges, Martha Nussbaum, Miroslav Holub, Jacques Daras’ın; “felsefe düşünürleri” olarak değerlendirdiği Jacques Derrida, Emmanuel Levinas, Herbert Marcuse, Paul Ricoeur, Stanislas Breton, HansGeorg Gadamer, Jean François Lyotard’ın “zihin halleri”, dil dolayımında kurdukları öznenesne ilişkileri, dışdünyadüşünmedil ilişkileri, bizi dönüştürüyor; kendi bilgi birikimimizle yeni bir diyaloğa girmemizi sağlıyor. Richard Kearney kitabın “felsefe, siyaset ve kültür alanında belli çağdaki entelektüel tartışmaları akademisyenlere olduğu kadar akademisyen olmayanlara da yaymayı amaçla”dığını(3) dile getiriyor. ORTAK BİR ARZU... Söyleşilerde üç farklı izleğin, ama bir o kadar da birbiriyle bağlantılı olan izleklerin neler olduğu sorusunu sorabiliriz. Yapıtın tüm dokusunu oluşturan izlekleri, başta “Avrupa” olmak üzere, “kültür ve kültürün görünümleri”, “edebiyat”, “felsefe”, “siyaset”, “söylen/mitos”, “bilim”, “Aydınlanma”, “çağcıllık/modernlik”, “imgelem”, “coşumculuk/romantizm”, “romantik ulusçuluk”, “kapitalizm”, “feodal olanla ilişkiler”, “totaliter düzenin kendini göstermesi” gibi izlekleri sayabiliriz. Richard Kearney, tüm düşünselbilgisel ortamlara yansımış olan DoğuBatı, AvrupaAvrupa olmayan, AvrupalıAvrupalı olmayan ayırımlarını burada da dikkatimize sunuyor. Richard Kearney’in bu bağlamdaki saptamasına göre, “Söyleşiye katılan (Avrupalı ve Avrupalı olmayan) konuşmacılarının birçoğu, Avrupa’nın öyküsünü anlatmaya yönelik ortak bir arzuyu paylaşıyorlar. Bu, Avrupa’nın tarihini kendi tarzlarıyla, diğerlerinin görüşlerine bir yanıt olacak şekilde tekrar anlatmaları anlamına geliyor. Her şeyden önce, Paul Ricoeur’ün ifadesiyle, ‘anıların değiş tokuş edilmesi’ anlamına geliyor. Zira ancak birbirimizin geçmişini anımsamak, birbirimizin acılarını ve arzularını paylaşmak suretiyle karşılıklı saygıya ve gönül almaya dayalı bir geleceği yeniden oluşturmaya başlayabiliriz.”(4) Richard Kearney de Edgar Morin gibi ve Avrupa’yı yakından tanıyan herkesin onaylayabileceği gibi, şu yargıya varıyor: “Avrupa, Janus gibidir. Bir iyi yüzü, bir de kötü yüzü vardır. Kötülüğü kimileyin dünyayı kendi imgesine göre şekillendirmeye yönelik küstahça girişiminden ileri gelir. İyiliğiyse, bir kez daha, şartlı tahliye edildiği tarihin bu belirleyici döneminde, kendini daha geniş bir dünyanın imgesine göre şekillendirmeye hazır oluşundan ileri gelir.”(5) Yapıtın tümünde felsefe kültürünün varlık nedeni olan tekiltümel gerilimine S Edward Said Emmanuel Levinas Jacques Derrida Jorge Louis Borges SAYFA 4 CUMHURİYET KİTAP SAYI 969
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle