27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Onur Caymaz’dan ‘Kalbin ve Tenin Bütün İstekleri’ İnce ayrıntılar ve kırgın aşklar Onur Caymaz küçük şeylerle ilerleyen bir öyküler dünyası kuruyor. Yalın ve seçkin bir dili var. Kahramanları aramızdan birileri, öyle yakın bize. Hayatı iyi gözlemlemiş ve neyi yazacağını, nereye kadar gidebileceğini iyi biliyor. Duracağı yeri de. Ë Gültekin EMRE e olabilir kalbin ve tenin bütün istedikleri? Aşk mı, para mı, ün mü? Onur Caymaz’ın yeni öykü kitabını okurken hayata bakışımda bir değişiklik oldu mu diye yokladım durdum kendimi. İnce ayrıntılarla örülü öykülerin dünyasında, daha doğrusu odağında insan vardı. Ülkemizdeki mutsuz, huzursuz, çekingen, yenilmiş, ezilmiş ya da fırsatlardan yararlanmış insanlar vardı. O insanların etrafındakiler de bir çember oluşturuyordu. O insanların yaşadıkları ya da yaşayamadıkları hayatları da vardı. Elbette doya doya yaşanamayan cinsellik de eksik değildi bu öykülerde. Öykülerin yüreğinden ünlü şairler de geçip gidiyordu kendi şiir dünyalarına okuru dizeleriyle baş başa bırakıp. Öykülerin kırılgan, içe dönük erkek kahramanları şiir düşkünlüklerinin yanında şiir de yazıyorlar. Şiir kitabıyla geneleve giden birinin dünyası nasıl da duygu yüklü: Çekingen, meraklı ve istekli. Dünyayı şiirlerinin dışında teninin istekleriyle tanıma güdüsüyle de dolu. Çevreyi ustaca gözleme ise hiç eksik değil, tam dört dörtlük! Her şeyi tıkıştırmadan, ayrıntılara boğulmadan Dostoyevski’den el almış bir öykücünün kaleminden çıktığı nasıl da belli bu farklı öyküler. Sevgi arayanların iç dünyalarında esen fırtınaların su yüzüne çıkardığı kırılgan duygular. Şiir kitabını genelevde yattığı kadının şifonyerinin üstüne bırakan bir kahramana ilk kez rastlıyorum edebiyatımızda. Kadını aşağılamadan, ona saygılı bir teşekkürdür bu aslında. Sanki “bir veda mektubu.” “Giyiniyor” kahramanımız. “Bir titreme. Kasıkları acıyor. İçi dopdolu. Tıkanacak sanki. Yüzü yanıyor. Dudakları kupkuru. Bunun için miydi, diyor. Hep aynı, diyor. Sonu hep aynı. Merdivenleri iniyor. Kimseye bakamıyor utancından Yürüyor. Kapıdaki polisler. İyi akşamlar diliyor. Neden ki? Farkında değil. Yüksek kaldırım, Tünel, Galatasaray, Beyoğlu, tatlıcılar, muhallebiciler, insanlar, gülüşen çiftler, herkes mutlu sanki, gelip gidenler, akşam tramvaylarının sakin ışıkları.” Bir bozgundur yaşananlar. Geneleve girerken başkadır insan, çıkarken başka. Pişmanlık ve utanç! “caddeye çıkıyor” kahramanımız. Sonra “kalabalığın arasına karışıp kayboluyor.” Öykülerde esen rüzgârlar bir başkadır, onlar farklı eserler. Çünkü “Sakızı andıran bir koku dolanıp durmuş evde, iç sızlatan bir temizlik kokusu.” Kitaplarla eşyalar “yan yana” duruyorlar, satırları mı” giyiniyorlar akşamları Nilgün’le kocası? “Sevişirken, kavga ederken, bir şeyi ima etmek isterken, şımarırken, tıraş olurken söylediğim Etek Sarı adlı türkünün en yüksek notalarına kolayca tırmanan, bulaşıkları yıkarken çaldığım ıslıkla hafif, bazen hapşırırken korkunç, bazen Su’yla şakalaşırken, bazen masal anlatırken, şiir okurken eski bir alışkanlıkla kullandığım sesim.” Böyle evlerde Pazar sabahları ekmek kızartılır. Kızarmış ekmeğe tereyağı sürülür, sonra “vişne” reçeli. “Akşama kıymalı yumurta” vardır. Yanına da bir salata yapılacaktır mutlaka. Eve erken gelen kocaysa “onlar gibi sahtekâr” olamadığı için istifa etmiştir. Maaşından “iki yüz milyon” da eksik alır. “Biraz rüzgâr çıkmış dışarıda.” Perdeler ise solmuş. Ucu açık bir öykü. Peki sonra ne olacak bu insanların hali? Nasıl geçinecekler? İlişkileri hep aynı sıcaklığı koruyabilecek mi? “Ayla öldü, dediler.” “Bazen Ayla” başlıklı öyküye bu cümleyle giriyoruz. Ayla kimdir, kimin nesidir? Mahalleli mi? Çocukluk arkadaşı mı? Ayla’nın ölümüne üzülen kimdir? Hangi çocuğun tüm istekleri tam olarak giderilmiştir çocukluğunda? İstekleri karşılayamayan anne babalar ne çok çareler üretmiştir çocuklarına karşı. Orta sınıfın sıkıntıları çok oluyor elbette. Dar gelirli insanların istekleri büyük olmasa da, aza yeten güçleri insanları imkânsızlığa yöneltiyor. Vapurlar ve bir çocuğun gözüyle çevresi ve açıldığı dünya insanın içini acıtacak kadar derin işlenmiş. KÜÇÜK ŞEYLER Küçük şeylerle ilerleyen öykülerin dünyası: “Sevdiğin, sokak çocuğun, kardeşin, biraz pavyonlardan topladığın kayınbiraderin, devrimci ağızlarla konuşan, kapıcıyla rakı içen huysuz dayın, birkaç kez boşanmış çapkın öğretmenin, bir kere hasta olduğunda, kocaman ve güzel ellerini ateşini ölçmek için alnına koyan Reşat Nuri beyin ülkü dolu romanlarındaki yakışıklı doktoru. Ben bunlardanım. Kum tanelerin, taşların, salyangoz kabukların, pürtüklü duvarların, kustuğun halılar, bütün çiçekleri sevdiğim ben...” Hayatı tanımaya devam ediyoruz: “Ben Tophane’de bir nargile salonuyum, güzel gözlerini pahalı gözlüklerle saklayan zamane kızları, küvetin deliğine sıkışmış saç telleri, çantalarda saklı boğaz pestilleri, ben bunlarım” diyor hayat. Oysa “Bunlarla iyi bir hayat kurulmaz” diyor hayat. “hayat çünkü...” bunlar değil mi? Hayat “Yaşlanacağız” da diyebilmektir. “Eskiyeceğiz” de. Kahvaltının hayatla sıkı bir bağlantısı olmalı mutlulukla olduğu gibi, “un kurabiyesi”nin de. “O sabah bir mektup. Kakabuğunun kula başladığı yılı mesela.” Bir sarhoşun sarhoşluğunun üstüne de gün doğar elbette. “Gökyüzü Sineması” yedi bölümden oluşuyor. Yüz sayfadan fazla, upuzun bir öykü, belki kısa bir roman. Ferhat ile Rafet’in öyküsü sanki. Başkaları da var, kadınlar. Rafet, türedi zenginlerden. Yalı sahibi. Kadından kadına gezen, acımasız. Ferhat, şair. İnce ruhlu. Şiir kitapları yayımlamak istiyor. Bunun için bir yayınevi kurma düşleriyle besleniyor. Devrimci. Hapis yatıyor, işkencelerin âlâsından geçiyor. Ezik ve çekingen. Para bulamıyor. Travesti Dıdı kendisini koruyor, kolluyor. Selma, aldatıyor onu ve çekip gidiyor Almanya’ya. Nisan, ölüyor genç yaşta. Şiirleri kalıyor geride. Nermin’e âşık oluyor Ferhat. Nermin ise lezbiyendir. Kaçak yaşam orda burda. Yoksulluk diz boyu. Abisi Rafet zengin. Karşılıklı yemek yerler abisinin yalısında. Para isteyemez. Oysa yayınevi kurmak için can atıyor. Cemal Süreya, Edip Cansever, Attilâ İlhan, Nâzım Hikmet, Gülten Akın... yanındadır şiirleriyle. Şiir dosyası da hazırdır Nisan’ın: “Hatıra Rengi: Şiirler”. Sevdiği kadınlar arasında bocalayan bir Ferhat, hayatın karşısında da. Çekingen, edilgen her haliyle. Kurabilseydi yayınevini Kasımpatı Kitapları’nı yayımlayacaktı coşkuyla. Bir yandan da eleştirilere gömülür Ferhat: “Çevremizdeki mağazaların tabelalarında tek Türkçe isim görünmezken değer miydi? Şimdilerde şiir kitapları beş yüz basılıyormuş en çok. Biz bu parasızlığımızda bir şiir kitabı basabilsek acaba ikincisinin basımını karşılayabilir miydik ilkinin satışı üzerinden? Bu çocuklar bizim bastığımız şiir kitabını alırlar mıydı?“ Bir sigara yakar Ferhat. Paltosunun yakasını kaldırır. “Bak tam şair olduk işte, deyip” gülümsüyor. “Şairlik bir görüntü değildi ki. Bir biçimdi şairlik. Bir düşünme biçimi. Bir ideolojiden çok bir dünya görüşü.” Önemli olan “şair değil şiirdi” elbette. Onur Caymaz, uzun soluklu bir yazar. İki şiir, iki öykü ve bir romanı olan bir yazar o. Yalın ve seçkin bir dili var. Kahramanları aramızdan birileri, öyle yakın bize. Hayatı iyi gözlemlemiş ve neyi yazacağını, nereye kadar gidebileceğini iyi biliyor. Duracağı yeri de. Kaç gündür Kalbin ve Tenin Bütün İstekleri’ni okuyorum ve dönüp bir daha okuyorum. Nasıl olsa başkaları okumayacak bu güzel öyküleri, onun için bir daha okuyorum ve hayatı içime doya doya çekiyorum o ince ayrıntıları, parıltıları, kırgın aşkları... ? Kalbin ve Tenin Bütün İstekleri/ Onur Caymaz/ Öykü, Sel Yayınları, Mart 2008/ 166 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 959 N Onur Caymaz, uzun soluklu bir yazar. İki şiir, iki öykü ve bir romanı olan bir yazar o... pı ağzında. Annesi mutfaktadır. Yoğurt çorbasını ısıtıyor. Beyazın içinde yeşil nane taneleri... Kustuğu zaman, hastalanıp ateşi çıktığında annesinin yaptığı çorba bu... Böyle çorbalı sabahlarda inceden bir hastalık kokusu. Hasta olduğu zamanlardaki kokusu yastığının... Babası da içecek. Kapıyı çekip çıkacakken, orada, eşikte, tam ayağının altında bir mektup.” İşte böyle kesik kesik ve ağır, anlaşılmaz betimlemelere girmeden küçük fırça darbeleriyle çiziliveren görüntüler, sezdirmeler. Dilini bulmuş öyküler bunlar. Bir insan portresi ancak bu kadar göz önüne gelebilir apaçık: “Kocaman yüzünün ortasına, gözleri, burnu, dudakları gelişigüzel dağıtılmış gibidir. Ama dağıtılırken hepsi toplu halde, bir arada atılmışçasına, birbirine çok yakın. Sinsidir. İncedir.” HÜZNE ORTAK OLMAK Konusuz öyküler değil bunlar. Her birinin etrafında odaklandığı, bir şeylere değindiği, bir şeyleri sezdirdiği, hayattan süzebildiklerini yerli yerine oturttuğu öykülerinde Onur Caymaz, farklı pencereler açıyor önümüzde. Dili dupduru, serin bir su gibi. İnsanın içine sıkıntı basmadığı gibi, hüzne ortak oluverdiğinizi de duyumsayıveriyorsunuz birden. Bitmedi. “Konusu olmayan bir hikâye” de yazmak ister günün birinde öykü kahramanlarından biri. “Hiçbir konusu olmayacaktı. Herhangi bir elmanın bir gününü, sıradan bir ağacın çocukluk arkadaşlarını, papatyanın ilk aşkını, deniz SAYFA 8
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle