20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“99 BeyitDivan Şiirinden Beyitler ve Çözümlemeleri” Divan şiiri yayımlamanın önlenebilir güçlüğü tilegelen eleştiriler yineleniyor: “Divan şiiri, Cumhuriyetli yıllarımızın edebiyat kültürü içinde, çoğu zaman dışarıda tutulmuş, bizden sayılmamış, görmezden gelinmiş, küçümsenmiş, yalınkat, indirgemeci yaklaşımlar ve şablonlarla yansıtılmıştır.” (A. S.); “Geçmişle uğraşmanın boş ve anlamsız sayıldığı, köklere bakmanın geçersiz kılındığı, belleklerin henüz dolmadan boşaltıldığı zamanlarda yetiştirildik, yetiştik; büyütüldük, büyüdük.” (M. K.) “99 Beyit” kitabını hazırlayanlarının savları yeni değildir. Şu yargılar sık sık yinelenmektedir: “Tanzimattan beri yakalandığımız bir hastalıkla, resmi ideoloji ve aydın psikolojisi, her siyasi devrede milli değerlerin bir parçasını yok sayarak, yakın zamana kadar, neredeyse, yeni özgürlüğünü kazanmış devletler gibi, geçmişte hiçbir medeni varlığı olmayan yeni bir millet yaratma hevesine kapıldı.” (Divan ve mesneviler yayımlayan Akçağ Yayınları’nın kitaplarını sunuş yazısı) Osmanlı devletinin kuruluşunun 900. yıldönümü dolayısıyla yapılan yayınlarda, Cumhuriyet değerlerini savunacağı düşünülecek çevrelerce bile, “Cumhuriyet döneminde devletin divan şiirini ve Osmanlı kültürünü nasıl dışladığı (...), ezmeye, yok etmeye çalıştığı”, “Divan şiirinin Cumhuriyet döneminde nasıl görünmez kılındığı” ileri sürülmüştü! (“Divan Edebiyatı Hortlak değil Muhteşem bir Hayalettir”, Kitaplık, Güz 1999.) ESKİ EDEBİYATLA HESAPLAŞMA Gerçekte divan şiirine ağır eleştirilerin tarihi, Cumhuriyet’in çok öncesine uzanır. Prof. Dr. Orhan Okay’ın konuyla ilgili saptaması şöyledir: “İlk büyük darbeyi, çeşitli vesilelerle Namık Kemal vurur. Sonuncusunu da Cumhuriyet devrinin bir divan şiiri otoritesi: Abdülbaki Gölpınarlı. Namık Kemal’inki 1866’da başladığına, Gölpınarlı’nın ‘Divan Edebiyatı Beyanındadır’ kitabı da 1945’te çıktığına göre, demek seksen yıl, bu kadim sanatın cenazesinin kaldırılmasına kâfi gelmiştir.” Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Diyorlar ki” (1918) kitabında yer alan söyleşiler, Cumhuriyet’ten çok önceki kuşakların divan şiirinden alabildiğine uzaklaşmış olduğunu gösterir: “Eski edebiyata hiç borcum yoktur. Fransa edebiyatına, bizim edebiyatımızdan kat kat daha çok borçluyum.” (Hüseyin Cahit Yalçın) “O fosil olmuştur.” (Rıza Tevfik Bölükbaşı) “Bugün artık eski edebiyatımıza hiç taraftar kalmadığı için bu, bahse bile değmez sanırım.” (Ömer Seyfettin) “Bunların bana verdikleri zevk hiçbir zaman Fransızların klasik eserlerinin ver diği zevke denk olmamıştır.” (Refik Halid Karay) “Hayatla alakası yoktur. Tamamıyla soyut bir zihin ürünüdür.” (Fuat Köprülü) Bütün bu alıntılar, divan şiirine yöneltilen ağır eleştirilerin Cumhuriyet’ten önceki yarım yüzyılı baştan başa doldurduğunu göstermektedir. Divan şiiri, en ağır yenilgiyi ise Cumhuriyet edebiyatına önceliği olan Milli Edebiyat akımı karşısında almıştır. Bu kırılma noktası ulus devlet anlayışının, halkçılık düşüncesinin, ulusal dilin serüvenini şekillendirir. OKUL KİTAPLARI Cumhuriyet aydınlanmasının temsilcileri edebiyatın toplumsal işlevi, dil devrimi, gelenekten yararlanma gibi alanlarda geçmişten gelen eleştirileri kimi yanlarıyla sürdürmüşlerdir. Divan şiiri tartışılırken bu şiirin en doğru biçimde öğrenilmesi yolunda çalışmalar gündemden eksik olmamıştır. Bu ortamda okul kitaplarının, bugün Cumhuriyet Aydınlanması’nı eleştirenlerin söylediklerinden ayrı şeyler söylediği gözlenir: Cumhuriyet dönemi eğitim ve kültür yaşamını etkili çalışmalarıyla yönlendirecek olan Hasan Âli Yücel’in 1933 tarihli “Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış” kitabında “Halk Edebiyatı” başlıklı bölüm % 25, “Tekke Edebiyatı” başlıklı bölüm % 35, “Divan Edebiyatı” bölümü % 40 yer tutar. Agâh Sırrı Levend’in 3 ciltlik “Edebiyat Tarihi Dersleri” kitabının ilk cildi (“Tanzimata Kadar”, 1932) divan edebiyatının zengin örneklere dayanan ayrıntılı bir tarihidir. Mustafa Nihat Özön, “Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi”nin (1941) önsözünde lise öğrencilerinin “ikinci sınıfta divan edebiyatına dair bol metinler okuyarak” son sınıfa geldiğini anlatır. Necmettin Halil Onan’ın “İzahlı Divan Şiiri Antolojisi” (1940), Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı 3 ciltlik “Türk Edebiyatı Antolojileri” dizisinin en hacimli cildidir (496 s). Yapıtta özenle seçilmiş örneklerin kavranması için gerekli bütün bilgilere, açıklamalara yer verilmiştir. Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi’nin Eski Türk Edebiyatı profesörü, divan edebiyatının özelliklerini açıklar, bu edebiyatın önemini vurgular, değerini göz önüne serer: “Divan edebiyatımızın oluşma ve gelişmesinde, Arap ve İran edebiyatlarının hem de önemli biçimde etkileri olduğu bilinmektedir. Fakat, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, ulusumuzun aydın topluluğunun bu edebiyat ürünlerinde, belirli koşullar ve olanaklar içinde, kendi düşünüş ve duyuş yeteneğini, inceliğini, kısacası uygarlık düzeyini yüzyıllarca yansıtmış olduğu da gerçektir. Bu edebiyat, ‘hâlâ devam eden’ anlamında, yaşayan bir edebiyat olmasa da, yaşamış bir edebiyattır. Bu gerçeği kabul ederek şimdi yapılacak iş, ulusal kültürümüz içinde bu edebiyatın değer olarak kalan yönünü bulup çıkarmaktır.” N. H. Onan, divan şiirinin değersiz ya da değerini yitirmiş örnekleri bulundu Can Yayınları’nın “Dünya Şiiri” dizisinde yer alan “99 BeyitDivan Şiirinden Beyitler ve Çözümlemeleri” adlı kitabı, üç edebiyat öğretmeni hazırlamış: Makbule Aras, Asuman Susam, Melike Koçak. Üçü de eski edebiyat alanındaki çalışmalarının yanı sıra yeni edebiyatla da yakından ilgili. Edebiyat dergilerinde yazıları yayımlanıyor; şiirleri, öyküleri var. Melike Koçak, “Nezihe Meriç’in Öykülerinde Kadın Temi” başlıklı lisans tezinin de sahibi. Ë Konur ERTOP 99 Beyit” kitabında hoş bir yol izlenmiş. Sol sayfalarda Necati’den Şeyh Galip’e kadar divan şiiri ustalarından seçilmiş birer beyit yer alıyor. Sağ sayfalarda da o beyti konu edinen açıklayıcı bir metin var. Ancak burada benzer çalışmalarda görüldüğü üzere yabancı sözcüklerin karşılığını vermek, edebiyat sanatlarını göstermek, şiiri düzyazıya çevirmek yolu tutulmamış. Yazarlar ele aldıkları beyitler üzerine birer deneme kaleme almış neredeyse. Eski yazarların dünyaya bakışını, yapıtlarının sesini, kurgusunu konu edinen bu denemelerde, yalnızca bir yerde ve bir kez o dünyadan birinin, Gazzali’nin adı geçiyor. Onun dışında tüm açıklamalar Stendhal’den Kafka’ya, Proust’tan Marguerite Yourcenar’a, Octavio Paz’dan Roland Barthes’a uzanan yirmi kadar Batılı yazardan yerli yersiz alıntılarla örülmüş. Beyitler ve açıklamalardan önce de “Geleneğe Bakmak” (A. Susam), “Aralanan Kapılar” (M. Koçak) başlıklı iki yazıyla kitabın yol haritası çiziliyor. ğuna, ancak ölümsüz ürünlerinin de eksik olmadığına değinir. Divan şiirini artık kullanılmayan sözcükler, geçerli olmayan inanışlar, anımsanmayan bilgiler, yaşamayan söylenceler besler. Agâh Sırrı Levend’in “Divan EdebiyatıKelimeler ve Remizler, Mazmunlar ve Mefhumlar” (1941) kitabı, bütün bu bilgileri şiirlerden örnekler vererek sergiler. Geniş oylumlu kitabın yayımlandığı sırada tek parti döneminin Aydın milletvekili olan Levend’in yapıtını Aydın Halkevi’nin yayımlamış olması ise dönemin resmi görüşünün divan şiirine soğuk baktığı yolundaki savları da geçersiz kılar. Yazarın bu edebiyatı niteleyen saptamaları ise kitap boyunca gerekçeleriyle kanıtlanmış gerçeklerdir: “Divan edebiyatı, içinde bir yaşam atılımı taşıyan canlı bir edebiyat değildir; toplumsalcı değildir; özgün değildir; yaşayan bir insanı anlatmaz; doğal aşka uzaktır; konu bütünlüğü taşımaz; sanat özgürlüğünden yoksundurulusal ve ulusalcı değildir; lirizmi azdır vd.” Ancak yazar bu edebiyatın eksik yanlarını gösterirken, taşıdığı değerleri de göz ardı etmez: “Bu edebiyatın en zayıf yanı, insansal duyguları dile getirecek genişlikten yoksun olması, insan ruhunun bin bir türlü kararsızlıklarını, umutlarını, mutluluk ve acılarını çözümleme ve anlatma yolunda yetersiz bulunmasıdır. Bir ‘bütün’ güzelliği taşımayan bu edebiyatın güçlü yanı ise, parça parça benzersiz güzellikleri içinde bulundurmasıdır. Divanları dolduran kaside ve gazeller içinde ne zarif, ne ince hayallere yol açan seçkin beyitler ve mısralar vardır.” CUMHURİYET AYDINLANMASI Cumhuriyet aydınlanmasını düşünceleriyle oluşturan, yapıtlarıyla anlatan yazarlar divan şiirinin eksiklerini dile getirmekten kaçınmamış, ancak sahip olduğu değerleri de ortaya koymuşlardır. Örneğin Sabahattin Eyuboğlu, “Yeni Türk sanatkârı, yahut Frenk’ten Türk’e dönüş” (1938) yazısında şu yargıları öne sürer: “Divan edebiyatımız, tıpkı halk edebiyatı gibi bizim eski varlığımız, bilinçaltımız, yitmiş cennetimizdir. (...) Divan edebiyatını ruhundan silip süpürmüş olan bir Türk şairinin olgun eser vermesi imkânsızdır.” Yazılarında sık sık divan şiirinden beyitlere, dizelere yer veren Ataç, “Kişiliği yoktur divan şairinin, yeni bir şey getirmez, eskiye bir şey katmaz. Duruk bir toplumun yetiştirdiği bir kişidir o, herkesin düşündüğünden başka bir şey düşünmez, düşünse dahi eserine koymaz, konuları belli bir şiir alanı vardır, ondan dışarı çıkamaz” diyerek bu şiirin eksikliklerini, çağdaş insana uzak düşen yanlarını da göstermekten kaçınmaz. Ancak taşıdığı değerin altını da çizer: “Divan şiirini sevmeyen, ondaki sesi duymayan bir Türk, Avrupa şiirini de, yeni şiiri de gerçekten sevemez. Şiir ne kalıba girerse girsin, hangi dille, hangi CUMHURİYET KİTAP SAYI 945 “ YAŞADIĞIMIZ DÖNEME ELEŞTİRİLER Haritada, yazarların eski edebiyatımız karşısındaki tutumu öne sürülerek Cumhuriyetin Aydınlanma Devrimine yönelSAYFA 8
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle