Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Oyun Zamanı Tiyatronun yazarı, yazarın tiyatrosu... G eçen yıl kaleme aldığım bir “Kitaplar Adası” yazısında (4.10.07) “Tiyatro mu Yazarını Arıyor, Yazar mı Tiyatrosunu” diye sormuştum. Aynı gün kırk yıllık dostum Salih Kalyon aramasın mı? Akşamında Ankaralıların “Dostça İlhan” olarak bildiği İlhan Altıntaş’ın Mecidiyeköy’deki Artvinliler Lokalinde buluştuk. Hasan Öztürk’le genç tiyatrocu İlkay Altıntaş’ın katılımına, rakı da eşlik edince, tiyatro kurmaya karar verdik bir çırpıda… Türk tiyatrosunda böyle yüzlerce, binlerce tiyatro kurulduğunu duymuşsunuzdur… Bir kez de Salih’in öncülüğünde tiyatro kurmuş olduk. Kurulan tiyatro orada kaldı tabii… Bir başka yanından yaklaşmak istiyorum bu kez konuya… Tiyatroculukla birleşmiş oyun yazarlığının ya da oyun yazarlığı yapmayı zorunlu kılan tiyatroculuğun üzerinde duracağım daha çok… İstanbul kocaman bir kent. Kaç salon var İstanbul’da, bilmiyorum, peki bilen var mı?… Kişi başına düşen tiyatro koltuğu ya da koltuk başına düşen seyirci sayısı nerelerde, ülke genelini gösteren tablo ne âlemde, sonra kentler özelinde nasıl bir değişim gösteriyor tablo, İstanbul’da durum ne? Kentteki nüfus, kurulan salon, koltuk sayısı durmadan değişiyor gözlediğim kadarıyla… Bu arada kapatılan salonlar da söz konusu çeşitli gerekçelerle… Ama şurası bir gerçek; siyasal erkle yerel yönetimler istediği denli salonları kapatsın, ödenekleri kısıtlayıp kaldırsın, tiyatronun gırtlağını sıkmaya çalışsın; tiyatro için canını dişine takan amatör profesyonel, genç erişkin bir avuç tiyatrocu salon kurmak, koltuk sayısını arttırmak için varını yoğunu harcıyor yine de… Özellikle Beyoğlu çevresinde insanın usuna gelmeyecek yerlerde salon kurup yoktan koltuk yaratıyor tiyatronun sevgili çılgınları. Bu bağlamda Beyoğlu, Beşiktaş, Şişli, Kadıköy, Bakırköy ilçeleri başı çekiyor salon sayısıyla çeşitliliği bakımından… Buna bakarak İstanbul’un her iki yakasında da tiyatro adına yoğun bir erkin, etkinliğin üretildiği düşünebilir… İSTANBUL’UN TİYATRO YAKALARI... İstanbul’un iki yakasına baktığımızda, dört topluluğun, yukarıda değindiğim anlamda dört farklı oyuncuyazar, tiyatro koyucuyapıcı tarafından sürdürülüp kurumsallaştırılmaya çalışıldığı görülüyor. Ferhan Şensoy’la Orta Oyuncular, Nesrin Kazankaya’yla Tiyatro Pera Avrupa yakasında, Zafer Diper’le Bizim Tiyatro, Ali Erdoğan’la Kabare Dev Aynası Anadolu yakasında etkinliklerini sürdüren topluluklar. Bunlara Beyoğlu’daki garajistanbul da eklenebilir bir açıdan. Ne var ki, ÖvülMustafa Avkıran ikilisinin buna yakın göSAYFA 32 rünen kimi çalışmalarına karşın ötekiler gibi örnek oluşturmuyor yine de garajistanbul. Ferhan Şensoy, bir öykü yazarı, denemeci, gülmece yazarı, yanı sıra romancı; kırk yıllık bir yazar. Ali Erdoğan da şair. Andıklarım arasında salt oyun yazarı Nesrin Kazankaya yalnız. Üçünün de kitapları var. Zafer Diper’in kitabı yok. Ancak Diper de tıpkı öteki üç topluluk gibi kendisinin oyunlaştırdığı, uyarladığı, yazdığı oyunlarla dağarını saptıyor. Sonuçta andığım dört yazartiyatrocu, farklı bir tiyatroyla karşı karşıya getiriyor seyirciyi. Biz hemen her tiyatro mevsimi, oyunculukları, kendi belirledikleri sahne tasarımı, plastiği kadar, öngördükleri kavramsallık temelinde sunulan sahne yapıtlarıyla izliyoruz onları. Bu yeni bir şey değil elbette. Dünyada da bizde de parlak örnekleri yok değil bunun. Ancak dört topluluk, direnciyle, gösterdiği kararlılıkla dikkati çekiyor. Bu yazarlar, Goldoni, Çehov, Beckett ya da bizden İsmet Küntay vb. “gruptopluluk yazarı” değil. Ahmet Vefik Paşa, Haldun Taner, Refik Erduran vb. tiyatroyla içli dışlı olmuş, tiyatro kurmuş, kuruluşuna katılmış yazarlardan da değil. Peki nasıl yazartiyatrocular? Shakespeare, Molière, Arbuzov, Dario Fo ya da bizden Sermet Çağan, Güner Sümer, Vasıf Öngören vb. yazartiyatrocu kimliğiniteliği taşıyan adları andırıyorlar daha çok. Böyle değilse bile salt söyleyicilik ya da göstericilikle yetinmeyip bunun ardına geçmek isteyen, sahnede yeni bir yapılanmayı, sahne plastiğine değgin farklı bireşim önerisi getirmeyi, yeni çözümleyişler peşinde olmayı, gide gide farklı bir tiyatro yapısı ortaya çıkarmayı düşünen, sonuçta tiyatrodaki varlığını, “alternatif” oluşturarak somutlamayı hedeflemiş birer yazartiyatrocu dördü de… Ferhan Şensoy’un, Nesrin KaFerhan zankaya’nın, Zafer Diper’in, Ali Şensoy Erdoğan’ın birebir bu niteliğikimliği taşıyıp taşımadığı, yansıtıp yansıtmadığı tartışılabilir elbette. Bu arada dört yazartiyatrocuya yönelik farklı yaklaşımlar üzerinde de durulabilir. TİYATRONUN KENDİ YAKASI... Nesrin Kazankaya, yayımlanan ilk kitabı Toplu Oyunlar 1’de /Seyir Defteri [Julia] Dobrinja’da Düğün [Bir Günün Trilogyası], MitosBoyut, 2006) oyun yazarlığına geçişine değgin, şu notu düşüyor “Önsöz”ünde: “Oyunculuk, yönetmenlik ve çevirmenlikten yazarlığa geçişim, 2001 yılında kurduğum Tiyatro Pera sayesinde oldu. Söyleyecek ‘söz’ümüze, estetik tercihlerimize, kısacası oyuncusundan repertuvarına, tiyatromuzun kilitlendiği hedefe yanıt verebilecek oyunların ancak kendi üreteceğimiz oyunlar olabileceğini kavramak yazarlık maceramı başlattı.” Kazankaya’nın açıklaması, bu yöndeki temel gerekçelerini de ortaya koyuyor. Buradan çıkarı labilecek sonuç şu: Nesrin Kazankaya’nın tiyatro yapabilmesi için bu oyunları yazması gerekiyor… Onun, önce izleyip, sonrasında okuduğum iki oyununun dışında henüz yayımlanmadığını sandığım iki oyunu daha var: Şerefe Hatıralar, Profesör ve Hulahop. Bu dört oyundan kalkarak, getirmeye çalıştığı tiyatro kavrayışı bağlamında neler söyleyebiliriz? Nesrin Kazankaya, klasik dramaya yatkın biçemiyle güncele yönelmiş bir yazar. Söz konusu dört oyunda da yaşamsal olguları sahneye taşırken dramatik olandan yararlandığını, tiplere yer vermediğini, yapılandırdığı karakterleri çelişkiçatışkı odağında temellendirdiğini görüyoruz onun. Oyunlarında, başta belirlediği temel sorunsal yönünde çatıyı kurduğu, karakterlerin ise yaşamdan hareketle soyutlayım, dönüştürüm eşliğinde yapılandırıldığı söylenebilir. Bu çerçevede Kazankaya’nın neredeyse tüm kahramanları, belleklerde yeni yaşamlar kurabilen kişiler… Ferhan Şensoy’u alalım… Yılların oyun yazarı… Kaç oyunu var, ben de bilmiyorum, sıralasak, eksik kalabilir. Geçmişten günümüze en az yirmi yıldır, döneminde büyük yankılar yaratmış, günümüzde de ilginin sürdüğü oyunlar verimlemiş bir yazar o. Örneğin Şahları da Vururlar, Kahraman Bakkal Süpermarket’e Karşı, Anna’nın Yedi Ana Günahı, İçinden Tramvay Geçen Şarkı vb… Bu oyunlarda Şensoy’un farklı tekniklerle kol kola girerek amacına ulaştığını söylemek olanaklı. Bir yanıyla epik tiyatro, bir yanıyla klasik halk tiyatrosu, bunların içli dışlı olduğu ortaoyunuyla, meddah katkısıyla yükselen geleneksel zemin. Sonra “Ferhansı” bir alaysamayla, keskin zekâyla oyunları kuşatan dilsel, söylemsel beceri… Nesrin Kazankaya Ferhan Şensoy oyunlarının şaşırtıcılık bir yana, seyirciyi kavrayan, onların ufkunda farklı açılımlar getiren metinler olduğu söylenebilir. Olaylara, ilişkilere bakıştaki uzaklık, soğuklukla seyirciyi aynı zamanda yabancılaştıran oyunlar olduğu da eklenebilir bunların üzerine. Kaldı ki, tüm yazınsal üretiminden cinlikler fışkıran bir yazar Ferhan Şensoy. Öte yandan onun, önemli bir İstanbul yazarı olduğunu da düşünüyorum kendi payıma. İleride yazar Şensoy üzerinde ayrıca duracağım “Kitaplar Adası”nda. Bir yazartiyatrocu olarak Ferhan Şensoy’un oyunları ne ölçüde uzaksa klasik kabareye, Ali Erdoğan’ın oyunları da o ölçüde yakın buna. İki yazar, örtüşüyor gibi görünse de çok farklı. Oyunlarının çatısı, kuruluşu farklı, sonra kahramanları yapılandırışı da enikonu ayrılıyor birbirinden. Sözcük oyunları Ali Erdoğan’da da var, ama bu yaklaşım, Ferhan Şensoy’da görüldüğünce, verilen şaşırtmacanın ardından seyirciyi belirli bir hedefe yönlendirmek, uzak bakışla bir de bu yönden konuya yaklaşmasını sağlamak amacıyla yapılmıyor. Erdoğan, sözcükler aracılığıyla verdiği şaşırtmacayı, skeci bütünlemede ilmek olarak kullanıyor daha çok. Evet, Ali Erdoğan da kendi topluluğu Kabare Dev Ayna’sıyla bir açıdan halk tiyatrosunun ardılı olarak, türün değişkesi bağlamında kabare yapıyor yapmaya, ama Ferhan Şensoy’dan ayrılarak çelişkileri göstermek yerine sergilemeyi yeğleyen bir yol izliyor sanki… Nitekim izlediğim oyunları kadar okuduğum Yolumuzu Bulalım (Kabare Dev Aynası yayını, 2007; www.kabaredevaynasi.com) adlı oyunu da bunu gösteriyor. Erdoğan, yazarlığında şairliğinden, gülmece yazarlığından katkı alıyor. Ne var ki Zafer Diper, bu üç yazardan ayrılarak çok daha farklı bir yol izliyor kendine. Yayımlanmamış olsa da verimlediği oyun az değil Diper’in. Ancak o, kendi topluluğu için belirlediği olmazsa olmazları oyunlaştırmayı, tiyatroyu diyalektik temeli üzerine oturtmayı yeğliyor. Yaklaşım yöntemi bakımından Nesrin Kazankaya’ya daha yakın duruyor sanki. Ne var ki Kazankaya’nın oyunları klasik dramatik örgüye dayanıyor, oysa Diper, oyunlarında dramatik olanı diyalektik bağlamda işleyip kuran bir yaklaşım yöntemi izliyor daha çok. Diper, bu yolla dramatik öğeleri diyalektik yöntemin amacı için dayanak alıyor kendine, böylece sınıfsal çelişkileri göstermeyi amaçlıyor. Kazankaya’nın amacı ise dramatik olanı vurgulamak daha çok. Tiyatro yapma yöntemini, Zafer Diper’in hemen tüm oyunlarında görebilmek olanaklı. Son olarak oyunlaştırdığı Özkıyım’da, Fernando Morais’in Olga /Yürekli Bir Kadının Yaşamı adlı kitabından kalkarak yazdığı Olya’da çok somut biçimde görüyoruz bunu. Ötesinde belgesel tiyatroyla kurulan ilişkinin de altı çizilmeli. Diper’in oyun yazarlığı üzerine “Kitaplar Adası”nda daha önce de durduğumdan burada konuyu daha fazla uzatmayacağım. İşte size tiyatromuzun dört yazaroyuncusu, dört de yolu… Tümü de tiyatro için… İSTANBUL’U SEVMEK: TİYATROYU SEVMEK... İstanbul’un iki yakası da kelebek kanadı, tiyatronun göklerinde süzülüyor kent. Siz de görüyorsunuz kuşkusuz bunu. Bu nedenle İstanbul’u sevmek, tiyatroyu sevmek anlamına da geliyor. Tiyatro salonlarına gitmek, koltukları doldurmak, kentin topluluklarına, oyuncularına destek vermek demek… Ancak böyle İstanbullu olunur; kendinize İstanbul’da oturmayı değil İstanbullu olmayı yakıştırın! Bu nedenle uzaktan bakmayın onlara, seyirci kalmayın, seyircisi olun tiyatronun… Tiyatromuzun sevgili çocukları, yalnız bırakılmamalı hiçbir zaman. Onlar sizin, atanızın, on binlerce yıldır sürdüregeldiği bir mesleğin ardılları! Hadi, hep birlikte tiyatroya! 27 Mart Dünya Tiyatro Gününüz kutlu olsun efendim! ? Ali Erdoğan Zafer Diper CUMHURİYET KİTAP SAYI 945