22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Rabindranath Tagore’un “Rusya’dan Mektuplar”ı... ‘Bütün sorunlarımızın çözümüne giden tek yol Ë Meliha AKAY us edebiyatına olan tutkumdan mıdır, yoksa hem siyaset hem de sanat tarihinde de böyle kabul gördüğünden midir bilemem ama, Rus Devrimi kadar edebiyatı etkilemiş/etkilenmiş başka bir devrim anımsamıyorum. Devrim öncesi ve devrim sonrası yaşanan toplumsal değişim ve değişimi hazırlayan etkenler edebiyat aracılığıyla bütün insanlığa miras bırakıldı diye düşünüyorum. Devrimler çağına dönüp baktığımızda bazı devrimlerin siyasal değişiklikten öte gidemediğini görürken, Rus Devrimi’nin ülkenin iktisadi yapısını ve sosyal temellerini de değiştirdiğini görmekteyiz. Aynı yıllarda baş gösteren sanattaki değişimler, devrim sayılan Kübizm ve Fütürizm formları 1917’nin iktisat ve siyaset hayatındaki devrimin de habercileriydi. Biraz daha geriye gidip dünya perspektifinden bakmak gerekirse; ta Fransız devrimi ile başlayan ve İnsan Hakları Beyannamesi’nde yer alan ana başlıklar aslında bütün devrimlerin ilk ayak sesleriydi… R HİNDİSTAN VE RUSYA Rabindranath Tagore, Hindistan yeterli yiyecekten yoksunken, İngiltere’yi nasıl beslediğini, hatta İngilizlerin çoğuna göre Hindistan’ın görevinin sonsuza dek İngiltere’yi beslemek olduğuna inandığını iç burkan ve okuru göz dalgınlığına iten cümlelerle başlıyor bir mektubuna. Aradan yüzyıl geçmesine karşın ne eğitimlerinde, ne sağlıklarında ne de refahlarında bir değişim olmayışı da umutsuzluğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bütün bu umutsuzluğun ardından, Rusya’daki gözlemlerinden sonra yazdığı cümle aslında bir bölümün özetidir: “Bütün sorunlarımızın çözümüne giden tek yol eğitimdir.” Aslında bunun az gelişmiş bütün ülkeler için, solucan gibi kuyruğuyla kendi boğazını sıkıp duran, sonra da debelenen bütün ülkeler için geçerli olduğunu söyleyerek yazara yanıt vermek isterim. Ortaçağdan bu yana insan toplumunun büyük çoğunluğu eğitim fırsatlarından yoksun bırakılmıştır. Bilinçli olarak! Tagore’un Rusya’da kaldığı süre içinde de gözlemlediği budur. Bu yüzdendir ki; Sovyet devrimcileri yüzyıllarca zihinlerini kapalı kutu gibi tutan, dahası köle eden eski din kurumunu ve siyasal sistemi altüst etmiştir. Bireyin (o dönemde birey denebilir miydi?) özgürlüğünü öldüren dine en çok sahip çıkan ve koruyucu kesilen elbette krallar olmuştur. Çünkü kendi çabaları bir yana, halkı cahil bırakmayı başarabilen yegane oluşum dindir. Bu yüzden de monarşilerin en büyük destekçisi yine dindir. Yazarın bu konudaki benzetmesini anmadan geçmek olmaz: “Acımadan öldürdüğü için dindarlık oku, yüreğe ölüm okundan daha derin girer.” Zihinleri böylesine köreltilmiş bir toplumu uyandırmanın yolu elbette saSAYFA 14 nattan geçiyordu. 1917 Agora Kitaplığı’nın Devrimi’yle başa geokura sunduğu Rusçenlerin ilkin sanata ya’dan Mektuplar‘da yönelmelerinin, sanat Rabindranath Tagoduygusu uyandırmak re Rusya’daki göziçin okuryazar ayırlemlerini kendi ülkemadan müzelere yönsindeki (Hindistan) lendirmelerinin, tablososyoekonomik ve lara şaşkın şaşkın bakültürel yapıyla kıkan insanları bilgilendirmek için de her mü yaslayarak, çoğu zaman da ülkesi adına zeye memur koymaladuyduğu kahroluşun rının tek nedeni de ve umutsuzluğun buydu… Rabindragölgesinde ürperenath Tagore bir mekrek anlatıyor. Eğitubunda Rusya’nın bu timsizliğin ve cemodeli seçmesine örhaletin insanları nek olarak da Ortaçağ asırlar boyu Avrupa’sını göstermekte. Bilimcilerin gü nasıl kör bir kuyuda tutnahkâr diye öldürültuğunun aldüğü, masum kadınlatını çizerın cadı diye yakıldığı, rek... kendi dinleri dışındaki cemaatlerin siyasal haklarının yasaklandığı bir Avrupa bunu sadece ve sadece eğitimle aşabilmişti. Yazar aynı mektupta ülkemizi de; dini fanatikliğin korkunç yükünden kurtulmak için eğitimi arttırmaya çabalayan bir Türkiye diye tanımlıyor. Tam o satırlarda soru benimle birlikte ilerdurup sormadan geçeledi… Böylesine kararlılıkla ve ütopyayı medim: Tagore şimdiki koşulları bilseyhayata geçirmenin sevinciyle yapılmış di nasıl bir tanımlama yapardı?.. Kendi bir devrimde nerede ne yanlış yapılmıştı ülkesi içinse çaresizliğin en güzel örneği da; benim ‘rüya bitimi’ diye nitelediğim sayabileceğim bir ifade kullanıyor: “Evi‘Prestroyka ve Glastnost’ zamanlarına ne ışığın sokulmasına izin verilmediğingelinmişti? Dünyanın siyasi iki kutbunden sadece Hindistan uyumaktadır! dan biri olan süper güç devlet ne olÇağdaş dünyayı uyanık tutan aydınlık muştu da bir anda darmadağın oluverHindistan’da kapalı kapıların dışındamiş, büyük düşler yerini belirsizliğe bıdır.” rakmıştı? Bu soruların yanıtları tek Bugüne değin edebiyatta kendine yer cümleyle geçiştirilemezdi elbette; ancak edinen mektupları, mektupların ışığınta o zamanlardan, yani devrimin insanda aydınlatılan siyasi ve tarihi döneme lara özlediği mutluluğu getirdiği yıllarilişkin kitapları elbette okuduk, kendidan başlayan hatalar zincirinin bir halmizce yorumladık. Duygusal fırtınaların kasını Berlin’den yazılan mektupla bulönüne katıp sürüdüğü hayatların iz dümuştum… şümleriydi birçoğu… Rabindranath Tagore’un mektuplarını okurken ilk gözleMÜLKİYET SORUNU mim ‘edebi’ yanının ağır basmasıydı. Siyaset arenasına açılan pencereden bakaBir türlü çözülemeyen mülkiyet sorurak yazılmışlardı sanki! İlk mektuptan nu ve devrimin hemen ardından başlason mektuba kadar da bu çizgisi hiç deyan, adına ‘savaş komünizmi’ denilen ğişmedi. Neredeyse daha önce yazdığım dönemde yaşananlar belli başlı sorunlar mektupları yırtıp atasım geldi… Yeni olarak kitapta yer alıyor. Avrupa’nın ya baştan başka bir dille yazmalıymışım gida başka bir söyleyişle emperyalist güçbi! Böyle düşünmemde sanırım meklerin sosyalizmi yıkmak için kışkırttığı iç tupların bütün teknolojik gelişmelere savaş ve getirdiği zorluklar/zorunlulukkarşın yerinin bende hâlâ saklı olması lar bolşevik yönetimini epeyce uğraştıetkendi. Yazar iyi bir gözlemci olmasırır. Cephe gereksinimlerini karşılamak nın yanı sıra; Rusya ve Hindistan’da için büyük sanayinin ulusallaştırılması 1930’lu yılların portresini çizerken dünyeterli gelmez ve orta sanayi de ulusalya konjonktürünü de devrim öncesi ve laştırmak zorunluluğunu doğurur. Tadevrim sonrası ile birlikte inceliyor. Sagore’un deyimiyle İngiltere ve Ameritır aralarında saklı duruyormuş gibi göka’nın gizli ve açık yardımlarıyla iç sarünse de… vaş fırtınası kasırgaya dönüşür. Artık kapitalist dünyanın tek düşmanı RusBerlin’den yazılmış mektuba gelmeya’dır… Bir edebiyatçı olarak, o döneden önce her okuduğum mektupta aynı mi en iyi anlatan iki Rus edebiyatçısını anmadan geçmek haksızlık olur. Kızıl Süvari’nin yazarı Babel ve Zırhlı Tren’in yazarı İvanov eserlerini neredeyse cephede kaleme alan yazarlardı. Yine devrimin ilk yıllarında, 1922’ye kadar süren sıkıntıların arasında yer alan başka bir konu da çeşitli etkenlerle de olsa parçalanan aile kurumuydu… Bir yandan bütün baskıların ortadan kaldırılmasını ve özgür aşkı savunanlar, öte yandan toplumun içinde bulunduğu iktisadi ve sosyal koşullar aileyi bir süre sarsmıştı. Mülkiyet sorununu ise yönetimin yaptığı hatalardan biri olarak görür Tagore. “Yüce amaçlar peşinde olanlar mala mülke aldırmazlar. Fakat, sıradan bir insan için mülkiyet kendi bireyliğinin lisanıdır. Onu kaybederse adeta dilsiz kalır. Mülkiyet kendini ifade etmenin değil, sadece geçimini sağlama aracı olsaydı, onu malından ayrılarak hayatını geliştireceği iddiasına inandırmak daha kolay olurdu. Kendini ifade etmenin en yüksek araçları olan zekâ ve yetenek bir insandan zorla alınamaz. İnsanın malına el konulabilir ama ona sahip olma isteği kendisinden alınamaz. O yüzden toplumda onun bölünmesi ve kullanımı konusunda bu kadar aldatmaca ve böyle sonu gelmez çatışmalar, böylesine zulüm vardır. Sovyetler’de bu sorunu çözmeye çalışırken onu inkâr etme yoluna gittiler. İşte bu yüzden de şimdi şiddetin sonu gelmiyor.” Hindistan’a ve tarihine ilgi duyanlar, o toplumun büyük bir bölümün köyde yaşadığını bilir. Tagore da toplumun büyük bir bölümün köylü olduğunu ve her fırsatta köylerinin canlanmasını istediğini dile getirmekte. Ancak buradaki ‘köylü’ tanımından kastı kesinlikle köyde yaşayan değil; aksine köyün dışındaki hiçbir şeyle ilişkisi olmayan bir kör inanç, eğitim, zekâ, inanç ve faaliyet biçimi… Her fırsatta ülkesinin hem yönetimini hem de toplumun sosyokültürel yanını Rusya ile karşılaştırırken ortaya bir başka gerçeği de çıkarmış oluyor. Hiçbir ülkenin seçtiği siyasi modelin bir diğer ülkeye tıpatıp uyarlanamayacağı gerçeği… Tagore, Hindistan’ı yalnızca Rusya ile karşılaştırmıyor. Avrupa’ya dair verdiği bir örnek var ki, okura tokat gibi çarpıyor. Avrupa’nın Hıristiyanlık öğretisine inancı yoğunken dinin gerçekliğini kanıtlamak için insanların kemiklerini kırarlar, yakarlar, çarmıha gererler ya da taşlayarak öldürürlerdi. Bugün de bolşevizmin hem dostları hem düşmanları ona benzer dogmatizmi uygulamaktadırlar. Birbirlerini insanın fikir özgürlüğünü çiğnemekle suçluyorlar ama sonuçta Batı’da insan doğası her iki taraftan da ölüme mahkum edilmektedir. Yakın tarihe ilgi duyan, devrimler çağının kuytu köşelerinde kalmış hayatları ve onların belgesi diye nitelediğim mektuplara ilgi duyan her kesimden, her insanın okuması gerekli bir kitap… ? Rusya’dan Mektuplar / Rabindranath Tagore / Agora Kitaplığı / 168 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 945
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle