07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Jürgen Elsässer’le yeni kitabı üzerine... “Tito’nun zayıf Sırbistan, güçlü Yugoslavya fikri çok aptalcaydı” Yazdığı kitaplar ve gazete makaleleri ile Almanya’da tartışmalar yaratan Alman solunun önde gelen isimlerinden Jürgen Elsässer, Türkçede yeni yayımlanan kitabı “Wie der Dschihad nach Europa kam Gotteskrieger und Geheimdienste auf dem Balkan” (Cihat Avrupa’ya Nasıl Geldi? Balkanlar’da Allah’ın Savaşçıları ve Gizli Servisler), Avrupa Birliği, Kosova ve emperyalizm hakkında sorularımızı yanıtladı. lara doğdukları topraklarda yaşama hakkı tanınmamakta ve onları göç etmeye zorlamakta. Polonya, Avrupa Birliği’ne üye olduğundan beri 34 milyon Polonyalı ülkesini terk etti. Çoğu bu ülkenin kaynakları ile yetişmiş eğitimli kişiler olan bu insanların ülkelerini terk etmesi, Polonya için bir yıkımdır. Alman sermayesi, kendi işçi sınıfını da bu yolla baskı altında tutmaktadır. Türkçe yayımlanan ilk kitabınızın “Wie der Dschihad nach Europa kamGotteskrieger und Geheimdienste auf dem Balkan” (Cihat Avrupa’ya Nasıl Geldi? Balkanlar’da Allah’ın Savaşçıları ve Gizli Servisler) son bölümünde, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı olduğunuzu yazmaktasınız… Evet, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine, bu üyeliğin Türkiye tarımını ve ekonomisini çökerteceği için karşıyım. EMPERYALİST PROPAGANDA Avrupa Birliği’nin ekonomik ve sosyal konularda eksiklikleri olduğunu kabul eden, ancak Avrupa Birliği üyeliğinin Türkiye’ye demokrasi ve insan hakları getireceğini iddia edenler var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Alman solunun genelinde de böyle bir düşünce hâkim. İnsan hakları söyleminin emperyalist bir propaganda olduğu bilinmekte. Artık Lebensraum (Yaşam Alanı) gibi söylemler yerine insan hakları söylemi kullanılıyor. Irak’a, Afganistan’a, Yugoslavya’ya da insan hakları söylemi kullanılarak saldırıldı. Halkların uyum içinde yaşadığı çokkültürlü bir devlet olan Yugoslavya’ya karşı girişilen saldırı bu söylem üzerinden meşrulaştırıldı. Bu saldırı sonucunda çokkültürlü çok etnikli Federal Yugoslavya, etnik olarak temizlenmiş altı küçük devlete bölündü. Belki küçük azınlık grupları bu insan hakları söyleminden bir ölçüde kazançlı çıkabilirler. Örneğin eşcinseller bazı haklara kavuşabilirler, ama toplumun geneli bu süreçten zararlı çıkacaktır. Hakları ellerinden alınan, görmezden gelinen kitlelerin avukatının sol hareket olması gerektiğini söylüyor ve mevcut sol hareketleri “Cappuccino Solu” olmakla suçluyorsunuz. Sizi bu suçlamayı yapmaya yönelten neden nedir? Evet, 68’liler azınlıklar için bir cennet yaratırken, geniş kitlelerin ekonomik ve sosyal haklarını savunmak için hiçbir çaba göstermiyorlar. Bireysel özgürlüklerin genişletilmesi tabii ki gerekli, ama bu geniş kitlelerin hakları için mücadele etmekten geri durmayı gerektirmez. Eski sol, yurtsever ve işçi sınıfına dayalı bir politika üretirken, “Cappuccino Solu” olarak adlandırdığım Yeni Sol, sivil toplum örgütleri veKİTAP SAYI 938 ? Emre ERTEM S ayın Elsässer, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin Federal Almanya tarafından ilhak edilmesinden sonra sizin de öncülük ettiğiniz AntiDeutsch (Alman karşıtı) hareketi Almanya’nın varlığına dahi karşı çıkarken, son kitabınızda “Angriff der HeuschreckenZerstörung der Nationen und Globaler Krieg” (Çekirgelerin SaldırısıUlusların Yıkımı ve Küresel Savaş) ulusal devletin varlığının korunması gerektiğini savundunuz ve bu nedenle sağcı parti ve hareketlerle aynı politik çizgiye düşmekle itham edildiniz. Politik duruşunuzdaki bu değişikliğin nedeni nedir? 1990 yılının başında benim üyesi olduğum politik hareket Stuttgart’ta “Nie wieder Deutschland” (AlmanyaBir Daha Asla) sloganını ortaya attı. Bu o zaman için yani duvar yıkıldıktan sonra Almanya IV. Reich’a doğru ilerliyor gibi göründüğü için doğru bir slogandı ve AntiDeutsch olmak gerekiyordu, ancak daha sonra Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Almanya’yı kontrolü altına aldı ve bu sürecin önüne geçti. Almanya’nın Yahudilere karşı giriştiği soykırım nedeniyle İsrail ile dayanışma içinde olmamız da yine bu politik tavrın bir gereğiydi. Fakat geldiğimiz noktada İsrail, yürüttüğü savaş politikası ile ABD’nin Ortadoğu’daki ajanı rolünü oynamaktadır. İsrail’in yürüttüğü bu savaş politikası, İran ve Suriye’nin varlığından çok bu ülkenin kendi varlığını tehdit etmektedir. Yani sizce Almanya da mı bu küresel saldırının bir hedefi haline geldi? Şu an ortaya çıkan durum, Karl Kautsky’nin 20. yy. başlarında ultraemperyalizm olarak nitelediği durumdur. Lenin, Kautsky’nin bu tezine karşı çıkmıştı ve Lenin 20. yy. başlarında kesinlikle haklıydı. Ancak günümüzde geldiğimiz noktada dünya çapındaki kapitalist güçler ulusal egemenliğe karşı birleştiler. Ultraemperyalizmin hedef olarak gördüğü ilk sıradaki ülkeler Ve Jürgen Elsässer nezüella, İran, Lübnan ve gelecekte Çin ile Rusya’dır. Ulusal bir devlet, bundan da öte sosyal bir devlet olan Almanya’da bu saldırının hedefindedir. Emeklilik yaşının yükseltilmesi, sosyal devletin tasfiyesi ve yurtdışına asker yollanması gibi halkın genelinin karşı çıktığı konularda halkın görüşü alınmazken, Alman sermayesi, Brüksel’deki güçlü lobisi sayesinde isteklerine ulaşmaktadır. Ulusal devlet, alt sınıfların politik kararların alınma sürecine katılmasını garanti altına alır. Ulusal devleti savunmamın nedeni milliyetçi olmam değil, demokrasi yanlısı olmamdır. EGEMENCİLİK... Bu duruşunuzu yurtseverlik olarak tanımlayabilir miyiz? Eğer kategorik olarak kullanıyorsak, yurtseverlik doğru kelimedir, ancak ben milliyetçi çağrışımlar yaptığı için yurtseverlik kelimesini kullanmayı tercih etmiyorum. Bunun yerine (ulusal) egemencilik demeyi tercih ediyorum. Egemencilik ile kastettiğim şey, belirli sınırlar içinde yaşayan insanların gelecekleri ile kararları kendilerinin alabilmesidir. Almanya örneğinden hareket edersek, Almanya’da yaşayan herkesin burada kastettiğim sadece Alman kanından gelen Almanlar değil, Almanlar ve başta Türkler olmak üzere diğer milletlerden insanların hepsidirgelecekleri ile ilgili karar alma süreçlerini kendi ellerinde tutabilmesidir. Irak’ta ulusal devletin ortadan kaldırılmasının ortaya nasıl bir sonuç çıkardığına bakalım. Evet, Saddam ülkeyi demokrasi ile yönetmiyordu ve eli kanlı bir diktatördü, ancak işleyen bir eğitim ve sağlık sistemi mevcuttu. Irak “özgürleştirildiğinde” devlet ortadan kaldırıldı ve sosyal hizmetler işlemez hale getirildi. Bunun ötesinde artık insanlar hayatlarından endişe etmeden sokakta dolaşamaz, evlerinde oturamaz hale sokuldular. İran’da devlet dairelerinde çalışan kadınların oranı bazı Batılı devletlerinkinden bile fazladır. Batılı güçler, neoliberalizme karşı denge oluşturan veya oluşturabilecek ulusal devletleri yok etmek istemektedirler. Dünyada sınırların kalktığı, Avrupa Birliği gibi uluslar üstü bir proje hayata geçirilirken artık ulusal devletlere ihtiyaç kalmadığı iddia ediliyor… Avrupa Birliği emperyalist bir projedir. Avrupa Birliği, ülkelerin ekonomisini ve tarımını çökertmekte. Yeni üye olan ülkelere akan en başta Alman sermayesi, bu ülkelerin ekonomisini ele geçirip bu ülkelerde yaşayan insan ? SAYFA 4 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle