08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hakan Bıçakcı’yla “Apartman Boşluğu” üzerine… Türk edebiyatının genç yazarlarından Hakan Bıçakcı. Bugüne kadar bizlerle beş kitabını buluşturdu. Bunlardan dördü roman, biri öykü. Oğlak Yayınları’ndan çıkan yeni romanı ‘Apartman Boşluğu’nda da diğer romanlarında olduğu gibi psikolojik gerilim türünde bir hikâyeye ortak ediyor bizi. Bıçakcı’nın şöyle bir tespiti var yazdığı türe ilişkin: “Olağan ile olağanüstü arasındaki alana sıkışmış, belirsizlikle beslenen, hayalle gerçeğin, kafada geçenle başa gelenin ayırt edilemeyecek biçimde birbirine karıştığı tekinsiz bir korku anlayışım var.” Hakan Bıçakcı’nın yazarlık serüveninin başlangıcından yola çıktık, sonra yeni romanına getirdik sözü… “Yabancılaşma ve öteki duygusu, yazdıklarımın ana ekseninde” ‘ÖTEKİ’ OLMAK Bugüne kadarki yazdıklarında ‘öteki’ olmanın, bu edime ulaşmadaki sancıları deşiyorsun biraz da… Kesinlikle. Yabancılaşma ve öteki duygusu, yazdıklarımın hemen her zaman ana ekseninde. Postmodernizm eleştirisi olarak kabaca genelleyebileceğimiz sosyoloji metinlerdeki birtakım tezleri yazdıklarımın arka planından eksik etmemeye dikkat ediyorum. Çağımızın toplumsal durumlarına ve gündelik ayrıntılara gönderme yapmadığı noktada gerilim teması anlamsızlaşıyor benim için. Öteki olmanın sancılarına tüm romanlarımda rastlanabilir: Romantik Korku’da eylemlerini denetleyemeyecek kadar kendine yabancılaşan isimsiz kahraman, Rüya Günlüğü’nde tanımadığı bir adamın rüyalarını gören Haluk, Boş Zaman’da yaşadığı hafıza kaybı nedeniyle kendisi hakkında hiçbir şey bilmeyen ve ailesini tanımayan Harun ve şimdi Apartman Boşluğu’nda bestelerin sahibinin kendisi mi yoksa içinde bulunduğu tuhaf ev mi olduğunu bilemeyen Arif… Hepsi de öznenin karşıtı olan ötekiyle yıkıcı bir mücadele içinde... Durağanın gidişatından da pek memnun olmadığı görülür kahramanların? Hayatın dayattığı yaşantılara duyulan bir isyan da denebilir mi buna? Aslında kitaplarımdaki kahramanlar daha çok duruma boyun eğen, teslimiyetçi tipler. İsyan etmesi beklenirken okuru hayal kırıklığına uğratacak pasif yapılara sahipler. Belki de onlara antikahraman demek daha doğru olur. Kendini akışa bırakma ve öngörülen çöküşten kaçamama onların ortak özelliği sayılır. Evet isyan denemelerinde bulu“Roman/öykü yazmam, ne yapmak istediğimi çok daha iyi bildiğim, neredeyse tamamen bilinçli bir süreç” diyor Hakan Bıçakcı. nuyorlar, fakat soCUMHURİYET KİTAP SAYI ? Erdem ÖZTOP evgili Hakan, biraz geçmişi konuşalım istiyorum. İktisat okudun ve roman/öykü yazıyorsun. Nasıl bir ilişki vardır iktisat ve edebiyat arasında? İktisat okumam yarı şuurlu bir süreçti; hayatta ne yapmak istediğimi bilmediğim bir zamana ait olan. Havada öylece uçuşan “tercihlerim” arasından puanımın yettiği bir bölüme girdim ve isteneni vererek mezun oldum. İktisat okumuş olmamı, bir diğer sosyal bilim olan ve yazdıklarımın omurgasını oluşturan sosyolojiye ilgi duymama vesile olduğu ve seçmeli derslerimi sosyoloji bölümünden almama olanak tanıdığı için önemsiyorum sadece. Roman/öykü yazmam ise ne yapmak istediğimi çok daha iyi bildiğim, neredeyse tamamen bilinçli bir süreç. Yani okulda okuduğumla yazdıklarım arasında ne ciddi bir birliktelik ne de dramatik bir ayrılık söz konusu. Birbirine pek temas etmeyen iki ayrı konu bunlar benim için. Genel olarak da yazmanın son derece kişisel bir eylem olduğunu düşünüyorum. Okulda alınan eğitimle, seminerlerle, kurslarla falan öğrenilecek bir şey değil bence yazmak. Altı yılda beş kitabın yayımlandı. Bunlardan dördü roman, biri öykü… Kendine nasıl bir bilanço çıkarıyorsun? Kendini Türk edebiyatının neresinde görüyorsun? Yazmaya başladığımda böyle bir hedefim yoktu. İlk romanım yayımlandığında bile yazmaya devam edip etmeyeceğimden emin değildim. Geçtiğimiz beş yıl içinde hemen her sene, benim için takıntı haline gelen ve beni içine çeken bir konu çıktı karşıma. Bu konuları ilginç kılacak fikirleri, akıcı SAYFA 16 S hale getirecek kurgu tekniklerini ve kâğıda dökecek enerjiyi de bulunca, sonuç böyle oldu. Asla “altı yılda beş kitap” gibi şirket politikası kılıklı niceliksel amaçlarım olmadı. Kendimi Türk edebiyatının merkezinde değil, marjinal bir köşesinde, belli belirsiz bir halde, yarı karanlıkta görüyorum. Karamsar ve kasvetli temaları deneysel bir kurguyla buluşturmayı tercih ettiğim için, yazdıklarımın kitlelerin ilgisini çekmeyeceğini peşinen biliyorum. Türk edebiyatına yön veren bir damar değilim yani. Daha ziyade deneysel bir kılcal damarım sanki. Tabii bunlar benim görüşlerim. Bu konuda önemli olansa edebiyat eleştirmenlerinin ve tarihçilerinin görüşleri… Eleştirmenlere göre, “Fantastik Türk Edebiyatı”nın “genç yazar”ları arasındayım. Hangi nedenler seni roman ve öykü yazmaya itti? Yazmaya başlama anı biraz bulanık. “Eveeet, şimdi yazmaya başlıyorum” dediğim belirgin bir an hatırlamıyorum geriye dönüp baktığımda. Kendimi bildim bileli kafamda öykü benzeri kurmaca düşünceler dolanır durur. Yazmaya başlamaksa okuduğum kitaplar ve izlediğim filmlerin etkisiyle oldu sanırım. Edebiyatta Kafka’nın ve Tanpınar’ın, sosyolojide Frankfurt Okulu düşünürlerinin, Baudrilard ve Bauman’ın, sinemada David Lynch’in beni yazmaya itmek konusundaki rolü büyük. Onların yarattığı tuhaf atmosfer, alternatif düşünce ve anlatım biçimleri beni de kafamda dönenleri kendime has bir üslupla anlatma arayışına itti sanırım. Romanı tercih etmemin nedeniyse, bu yazın türünün ayrıntılı ve sembolik anlatıma açık bir yapısı olması… Derin ve karmaşık bir konuyu masaya yatırıp ameliyat etmeye benziyor roman yazmak. Okurla ilişkini merak ediyorum, nasıldır? Örneğin tavırları bir sonraki roman için etkili olur mu? Okurla ilişkim yok denecek kadar az. Yakın çevremin yorumları ve tek tük elektronik posta dışında pek tepki almıyorum. Ancak yazarken tepkilerden ve etkilerden tamamen bağımsız olduğumu söyleyebilirim. Tepkiler büyüse de yazdıklarıma yön vereceğini sanmıyorum. Yine kafamdakilere ve kendi iç dünyama dayanarak yazmaya devam ederdim diye düşünüyorum. Okur yorumları benim için önemli tabii ama kitap bittikten sonra. Yazılırken değil… Yazarken sadece kendi ölçütlerimi ve estetik kaygılarımı göz önünde bulundurarak kalem oynattığımı söyleyebilirim. En azından şimdilik… Türk edebiyatında pek üzerine gidilmeyen türde yazıyorsun: Psikolojik gerilim! Böyle bir seçimin hikâyesi vardır elbette, anlatır mısın? Aslında yazdıklarımın türü psikolojik gerilim olsun diye bir önkoşullanmam yok. Yine de belli bir türde ürünler vermeye devam ettikçe bilinç de o doğrultuda çalışmaya başlıyor sanırım. Bir de bakıyorsun, o türün adamı olmuşsun. Psikolojik gerilim, sinema izleyicisi olarak çok sevdiğim ve etkilendiğim tarz. Gündelik hayata göndermeleri ve eleştirel anlamda sosyolojik açılımları olan bir konuyu bu tüyler ürpertici, nefes kesici, yürek hoplatıcı türle aktarmayı ilginç ve etkileyici buluyorum. Ancak gerilim duygusu benim için amaç değil, bahsettiğim tarzda açılımlara olanak veren etkili bir araç. Kitaplarıma konu olan olaylar gerilim kalıpları içinde anlatılmaya son derece uygundu şimdiye kadar. İlerde bambaşka bir konuyu işlemeyi denersem ve gerilim bu konuya uygun bir arka plan değilse, başka bir tür deneyebilirim. Sonuçta önemli olan romanın gerilim türünde olması değil, iyi olması… ? 938
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle