04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? tes de bir zamanlar vergi memuruydu, diyor. Paskal’ın vergi memuru babasına hesap makinesi icat ettiğinden bahsediyor. Amerikan bağımsızlık hareketinin öncülerinden Samuel Adams da yapmış bu işi. Ünlü matematikçi Ramanujan da.. Nasıl bir psikoloji getiriyor ona, vergi tahsildarlığı… Girişimine haklılık payı koymayan, öncelikle kafasında kalkıştığı işi doğru görmeyen insan olmaz, olamaz. Âdil Efendi, daha paşa olmadan önce, vergi tahsildarlığına hazırlanırken benzer bir olguyu yaşıyor, böyle bir dönem geçiriyor. Sonradan yaptığı işe inancı sarsılsa da, başlarda, kapı kapı dolaşıp vergi toplamayı bir yüceltiyor, bir abartıyor, buna gönülden inanmak istiyor... Romanın bir yerinde muhatabıyla yaptığı söyleşiye sığan bu örnekler buna dairdir. Sanki Cervantes vergi memuru olmamış olsa, aydın ve okumaöğrenme insanı olan Âdil Efendi bu işe kalkışamazmış gibi... Çerkes Âdil Paşa ile muhtar karakteri... İkisinin temsil ettikleri, romanın ana sözünü ve özünü oluşturuyor demek yanlış olamaz sanırım. Bir yanda ulvi makamların ulvi ideallerin yurtseverliğin gözüne vurmuş, vergileri adaletli bir şekilde toplayacağına kuşku olmayan Âdil Paşası... Öte tarafta yarı köylü uyanıklığı ile yarı görmüşlüğün ve sıradanlığın verdiği kaygılı, paçayı her şartta nasıl kurtarması gerektiğini düşünen ve devletten ödü kopan muhtar... Sonra itidalli Yüzbaşı Zeki Bey. Bir de tabii “Kara Hasan”lar var... Eşkıyalar... Hem de ne çok değil mi? Yorumlar mısınız romanın yapısında genel karakter dağılımını? Aslında romandaki muhtar, salt başlarda ortalıkta görünmüştü, sonradan onun antitez, antikarakter kişiliğine gerek duyulmayacaktır. Ama, sizin de doğru saptayıp gördüğünüz gibi, başka karakterler Âdil Paşa’ya panzehir olacaklar, yahut onu iyiden iyiye gemi azıya almış durumda bırakacaklardır. Romanda, paşaya göz kulak olan yüzbaşıysa, onu aldatan Münir adlı dolandırıcıdır. Onu yanıltan komünist doktor İhsan, dalga geçen Rum esnaf Vasili, şaşkınlık içinde bırakansa kuş taciri saraylı beydir, eski “zamparalık günlerini” hatırlatan genelev kadını Melahat’tır. Bu karakterlerin geçit resmiyle muhtar sonradan sus pus olmuştur, ama paşamız ne kadar devletin Milli Şefimizin yanındaysa, ötekiler bazen yandaş bazen karşıttırlar. Karagöz Hacivat’tın “âlemi devrânında” zenneler, Arnavutlar, Araplar, Tuzsuz Deli Bekirler, haramiler, Kanlı Nigârlar olmaz mıydı? Yalova Sefası’na gider gibi... Eşkıyalara gelince, onlarsız bir taşra romanı kaymaksız ekmek kadayıfı olur. Hele Biga deyince, Kemal Tahir’in yazdığı gibi, “On dakika durup düşünmelidir.” Biga’nın mazisi de bu yönde bereketlidir, bir dönem eşkıyadan sokaklar geçilmezdi... Benim çocukken, orayı yaz aylarında ziyarete gidilen zamanlarımda korku masallarım hep eşkıyalardan olmuştur. İstanbul’a kendimi zor atardım. Buradan da anlaşılır ki, Biga’yla olan aile bağlarım romanda çevresel anlatıma yaramıştır. PÜRİTEN AHLAK, PÜRİTEN BEDELLER… Vergi toplamaya çıkışı bir tür siyasete katılış gibi... Görev bilinciyCUMHURİYET KİTAP le de olsa kıyısından siyasete bulaşmak Çerkes Âdil Paşa’ya aslında hiç yaramıyor değil mi? Umduğunu buluyor mu ulvi görevinden? Halkı görünce, hayatlarına girince, tanık olunca neleri sorguluyor, hayal kırıklığını en net biçimde hangi sözlerle ifade ediyor? Ve ondan umduğunu buluyor mu? Ne gezer?! Paşa, lunaparka salınmış çocuklar gibi çiftliğinden, yanında jandarma onbaşısıyla beraber yollara düştüğünde çok mutludur. Göreviyle ülkesine, ulusuna bir yarar sağlayacağına tümüyle inanmıştır. Burada, saf bir püriten ahlak izi görüyoruz; yararlıysa iyidir, iyi yaparsak yarar veririz dengesinde... Kısa sürede karşılaştıkları onu hizaya getiriyor. Akıllanıyor diyemeyiz, aksine bütün sevimli haliyle, deliliğin sınırlarında kalıyor. Ben bu anlamda Âdil Paşa’nın hayal kırıklığını deliliğe tahvil ettiğini düşünüyorum. Zaten başka türlü katlanamazdı yenilgiye... Elindeki maddi değerleri yitirdiği gibi, ailesini dağıtıyor, başına gelmedik kalmıyor biçarenin; delirmese ne yapacaktı? Çerkes Âdil Paşa okumayı çok seven, kültürlü biri ve bir Cumhuriyet gazetesi okuru... Babıali’deki Semih Lütfü Kitabevi’nin çok eski müşterisi. Sonra kılığı, kıyafeti, görgüsü. Özgür düşünceden ve Batı yanlısı akımlardan yana. Ama en önemlisi hümanist olması ki bu hep aleyhine işledi değil mi? Bize Çerkes Paşa’yı nasıl kurguladığınızı, yarattığınızı anlatır mısınız? Sizin için en net kişiliğiyle kimdir, nedir Çerkes Âdil Paşa? Çerkes Paşa, Canetti’de Bay Kien’dir bir bakıma, bir bakıma Dostoyevski’de Prens Mişkin’dir, hatta Tahsin Yücel’in Mutfak Çıkmazı’ndaki kontrolden çıkmış Bay Divitoğlu’dur. Bu kadarla kalsa yine iyidir; paşa Küçük Prens gibi her şeye meraklıdır, Pinokyo gibi kötü arkadaşların kurbanı olur, hatta saf bir âşık olarak Refik Halid’in Nilgün’e tutkulu hep aldatılan maceracı kahramanıdır. Daha pek çok örnek verebilirim ki bunların tümü aslında romanın babası Don Kişot’tur. HERKES BİR ŞEYLERDEN KAÇAR Roman, bir kaçışın öyküsüdür de diyebilir miyiz? Sadece tahsil edilecek vergiden kaçanlar ve vergiyi almak üzere kovalayan memur anlamında bir kaçış değil bu. Sakınış... Siyasi, maddi, manevi, her anlamda bir kaçış var. Herkes sadece bir şeyin vergisini değil, aynı zamanda kendi ruhlarında bir şeylerin diyetini de ödüyor gibi… Cervantes’in dediği gibi yolda ol mak handa evde diyelim isterseniz olmaktan daima iyidir. Altın Postu aramaya gidenler için denizde olmak önemliydi, gidilen yer değil. Çerkes Paşa da kendi kaçışını, şimdilik, vergi toplamaya çıkmakta arıyor. Bulamazsa, başka bir kaçış yolu arayacaktır. O da olmadı mı, beis yok, bir daha dener. Âdil Efendi’nin “kaçmak” edimini yorumlayışı da çok ilginç. Derin bir felsefenin izlerini yakalıyor bunda. “Anarşizmadan Rus nihilizmasına kadar, şu sıralarda Paris kafelerinde konuşulan ekzistansiyalizmadan Epikürcülüğe kadar büyük bir konudur bu”, diyor. Ve kendi yola çıkışının temelinde, benzer bir kaçış arzusu olduğunu ifade ediyor, kaçmanın ahlakından da bahsederek… Âdil Efendi bir kere mutsuz evliliğinde dırdıra ve kavgaya doymaz eşinden, Şaziye Hanım’dan kaçar. Sonra, biriken işlerinden sıkılmıştır, onları bir yükü omuzdan bırakır gibi zaten böyle zamanlarda bir meraklısı elbet çıkaryanında çalışanlara bırakır, kaçar. Vergi toplayıp ülkesine yardımcı olmak isterken, kendi eylemsizliğinden kaçar, hani “dizlerimin pası açılsın” dedikleri tarzda... “Çok okumanın bir yerden sonra yararı değil, zararı oluyor” dediğini biliyoruz, demek ki okuduğu romanların kahramanlarından kaçar, kaçmasa onlarla didişmekten yorgun düşecektir, bana kalırsa... ATATÜRK’ÜN İNSAN OLGUNLUĞU Âdil Efendi önce Çerkes Ethem’in ordusuna katılmışken, sonradan, Milli Kuvvetler ordusunda savaşma kararını nasıl almıştı? İkilemler de önemli bir unsur romanda öyle değil mi? Mütareke ve İstanbul’un işgaliyle beraber OsmanlıTürk aydınları arasında bir başıboşluk belirmişti. O yıllarda, baştan, Refik Halid Karay’ın Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nda kalıp Milli Mücadeleye karşı olduğunu hatırlayın. Aydınların pek çoğu Anadolu’daki harekete mesafeli durmuştu. Refik Halid beyin vatan düşmanı olduğunu söyleyemeyiz ya... Zaten, onu sürgününde affedip ülkesine geri çağıran Gazi Mustafa Kemal Paşa, “Bu kadarı olur, hoş görülmeli!” demişti, “Ben bile baştan Samsun’a çıktığında zaman zaman kendime inanç eksikliği duydum.” Atatürk’ün bir insan olarak olgunluğudur bu... Âdil Efendi de, Çerkes ya, gider en başta Ethem kuvvetlerine katılır. Gözünü açması çok zamanını almaz, ordan kaçtığı gibi Kuvayı Milliye’de asteğmen üniforması giyer. Bu ikilem biraz ulusal toparlanış sürecine ilişkindir, ama bir yandan Çerkes Âdil’in bozup yapma, sonra tekrar kırıp onarma diyalektiğine işaret etmiyor değil... SİYASİ BİR ROMAN Romanda, “Çerkeslerin savaşta kahramanlık gösterip yarar sağladıklarının yanı sıra çeteci olanlarının ise hiyanet içinde bulundukları da bir gerçektir”, diyor İstiklal Harbi hatıratını yazan Yüzbaşı Zeki Bey, Çerkes eşinin serzenişlerine rağmen... Politik bir roman da diyebilir miyiz “Çerkes Adil Paşa’nın Tahsildarlık Günleri” için? Ve yurtsever de... Tek bir açıdan yaklaşılmıyor, taraflar konuşturuluyor, zıt fikirler birbirleriyle çarpışıyor adeta... Bu kimi zaman bir meddahla atışma şeklinde, kimi zaman ise fikir teatisi, hatta düellosu şeklinde cereyan ediyor? Yanıldım mı? Yanılmak ne demek, tersine romanın siyasi iskeletini tam olarak açıklıyor söyledikleriniz. Çerkesler, ulusal Kurtuluş Savaşı’nda gerçekten yararlılık göstermişlerdir, Ahmet Aznavur gibi karşı devrimci, hilafet ve işgal yanlısı olanlar da yok değildir. Bütün bu unsurlarla Türk ulusunun toplu ayaklanışında Çerkeslere düşen payı abartmıyorum, ne ki hiçe de sayılmamalı... Örneğin, Çerkes Ethem tasarlanmamış bir son yaşamış olsa da ilk zamanları verdiği mücadeleyle cumburlop tarih sepetine atılmamalı, kendince önemi var yaptıklarının... Biz roman kahramanımıza dönersek, onun siyasete bakışı yurtseverlik penceresinden olmuştur hep. Roman boyunca bu bağlılığını Halk Fırkası’nın altıok ilkeleriyle açıklayacak, karşıtlarıyla didişecektir. Alın, Karabigalı komünist doktor İhsan Bey’i, onunla sabahlara kadar siyaset yapar, içtenlikle kafa karışıklığı dahil düşüncelerini paylaşır. Çerkes Paşa, Auguste Comte’un pozitivizm düşüncesinin Biga’daki örneğidir: Yararlıysa topluma sunalım, iyiyse toplum bunu kullansın sloganı elinden düşmez. Bu inançla toplum adına karar alır, uygular, harekete geçer, bir yandan da “toplum mühendisliğine” kızar, söylenir. Eh, tüm bunlara bakılarak, roman için siyasidir, diyebiliriz. CUMHURİYET GAZETESİ… Âdil Paşa’nın “Cumhuriyet gazetesi”ne verip veriştirdiği kimi satırlar var romanda... Anlatır mısınız? Neden kızmıştı “Cumhuriyet”e? Evet, böyle satırlar var romanda, ne ki paşamız Cumhuriyet’e kızmıyor, tersine çöpe atılacak gazete aradığında onbaşıya talimat verirken, “Git bayiden gazete al, Cumhuriyet olmasın da, muhalif gazetelerden Tan ya da Vatan olsun, Yunus Nadi Bey’in gazetesi nadirdir” diyor. Onun gazetesine sitem ettiği şey, eski usta gazetecilerimizden Nizamettin Nazif beyin, “Ben cepheye gidiyorum”, diyerek Büyükada’da köşküne çekilmesi, oradan BBC radyosunu dinleyip Bâbıali’deki gazeteye, “Muhabirimiz Fransa’dan hususi olarak bildiriyor” gibi haberleri geçmiş olmasıdır. Paşa, “Cumhuriyet’te bile böylesi olursa” demektedir... Çuvaldızı kendimize, iğneyi başkasına batırmalı. Yoksa, tersi miydi, karıştırmayalım da...? [email protected] Çerkez Âdil Paşa’nın Tahsildarlık Günleri/ Mahmut Şenol/ Papirüs Yayınları/ 484 s. SAYFA 17 Mahmut Şenol ile Gamze Akdemir... SAYI 940
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle