04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Çiğdem Sezer’in “Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon”u üzerine… Şair gözüyle Trabzon Şair Çiğdem Sezer’in Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon adlı kent monografisi, Heyamola Yayınları tarafından yayımlandı. Yayınevinin kent monoğrafileri dizisinde daha önce de Eray Canberk’in Ömür Biter İstanbul Bitmez, Necati Güngör’ün Annem Babam Malatya ve Burhan Günel’in Sonsuz Aşkım Hatay adlı, insan, tarih, coğrafya bağlamında kent manzaraları içeren, yetkin monografileri yayımlanmıştı. diği, kültürel bağlamında müzikten yemeğe, âdetlere kadar benzerliklerin birbirini kuşattığı, uygarlığı reddetmeyen ölçülü bir dindarlığın, Ramazan geleneklerinin, giyim kuşamdaki Avrupai denilebilecek edanın gözlemlendiği, kadınların ut çaldığı, kentin dünkü spor kulübü olan ve bugünkü Trabzonspor’un çekirdeğini oluşturan Trabzon İdman Ocağı’nın tiyatro (temsil) kolu olduğu ve sanat etkinliklerinin icra edildiği, sanat edebiyat dergilerinin yayımlandığı öğreniliyor Sezer’den. Işık yüzlü insanların, şehrin gerçek gönül mimarlarının; Hasan İzzettin Dinamo, Gündoğdu Sanımer, İlhan Demiraslan Pulathaneli, Subutay Hikmet, Ahmet Selim Teymur, Ahmet Özer’in sanki bir resmi geçitte gibi kenti selamladığı yıllar. Şenol’lu, Ali Kemal’li, Hüseyin’li Trabzonspor’un farklı niteliğiyle, daha çok amatörce bir ruhla, kente yaptığı olumlu katkı öğreniliyor. Bir kadın şair, yazar olarak, kadın bakışını da önceliyor yazar. Betimlenen insani durum ve konumlar, ağıt yakılan Trabzon, bir kadının prizmasında yansırken; radikal feminist bir bakış açısı söz konusu değil. Ütopyasına dahil edeceği manzaranın oluşması için, erkekleri de kuşatan doğru bir bakış açısına sahip. Özgürlükçü ve eşitlikçi kadın hareketi; aşırı, uç yozlaşmaları, içermeden başarıya ulaşması, erkeklerin de dahil olacağı bir uygarlık tasarımıyla mümkündür ve yazar bunu yadsımıyor: “Kadının içinde olmadığı toplumsal bir kalkınma modelinin amacına ulaşmayacağını biliyoruz” ve devam ediyor, “iktidar odakları erkeklerin elindedir ve erkeklerin de katkısı olmadan, o odakların düşüncelerini, alışkanlıklarını, yapıp ettiklerini değiştirmek olanaksızdır.” (s.7) Tarihi ve kültürel miras çeşitli amaçlarla yok edilirken, çarpık kentleşmenin, olumsuz uygulamaların dünkü kentleri tanınmaz hale koyup, sentetik bir uygarlığın elinde can çekişen modern insanın dramına da tanık olmaktayız. Aslında Safranbolu, Beypazarı, Eskişehir gibi kentler dışında, ülke genelinde tarihi mirasa hor gözlerle bakan bir toplumuz ne yazık ki. Yazarın vurguladığı gibi; dünkü kentler değişirken aslında anılarımızı kaybetmekteyiz. Dünkü şehzadeler kentinin kadın şairleri, Yeni Fitnat ve Leyla Saz’a da hüzünle selam gönderiyor. Maruşka’nın dramına tanıklık ederken, devâ bulmaz bir yurtsuzluk duygusu bizim de içimizi kanatıyor. Yazar insan manzaralarını olanca netliğiyle anlatıda betimleyerek, görünür kılmayı başarıyor. Yaşanılan hayat ve dünya acı tanıklıklara, hayal kırıklıklarına rağmen sahiciliğini kaybetmiyor; belki de bu sahicilik yazarla birlikte bizleri de umutlandırıyor. El ele verip, kardeşçe bir dayanışmayla direnirsek, bozguna uğramaktan kurtulmamız mümkün. “Benim kişisel olarak anılarımı kaybetmekten duyduğum üzüntünün yanında, asıl üzücü olan, bu yıkma yok etme alışkanlığının, şehrin tarihi zenginliğinedokusuna verdiği zarar olsa gerektir. Şehirlerin de kimlikleri vardır, olmalıdır. Trabzon, kendine has özellikleri ile kimliği olan bir şehirdi ve yazık ki bu kimlik giderek yok olmakta, şehir sıradanlaşmakta, hatta çirkinleşmektedir. Yol yapımı, sahili,; Tanjant, şehir içini katletti ve Trabzon, boynuna ve ayaklarına bağlanmış bu iki urganla bir pranga mahkumuna dönüştürüldü” ( s.27 ) Yozlaşmadan uygarlaşma olarak tanımlayabileceğimiz bir kavramla Batılı aydınlanma ve hümanizmanın evrensel değerleri, Türk toplumunca özümlenip içselleştirilmeli. Ama modernitenin, aklın, hatta bilimin insanlık zararına olan yıkıcı sonuçlarına itiraz edilmelidir. Topyekun olumlu nitelikler içeren, gelenekle desteklenen değerlerin ısrarla tehdit edilmesi çoğu zaman felaketle sonuçlanmaktadır. Diğer bir bağlamda yazar, Çernobil faciasının etkilerine dikkat çekiyor. Salt teknolojik uygulamaların doğurduğu sonuçlar değil, asıl ahlak ve etik yozlaşma ve yoksunluğa değinerek; Sarp Sınır Kapısı’nın açılmasıyla başlayan “Nataşa” fenomenine radarını tutup, kentin kimliğini tehdit eden bir yozlaşmayı tüm ayrıntılarıyla teşhir ediyor: DENİZ BİR TUTKU... Trabzonlu için deniz birincil önemdedir. Deniz bir geçim kapısı olmaktan çok bir tutkudur. Ama geçim kaynaklarının darlığı yüzünden Trabzonlular, yurdun başka yörelerine göç edip yerleşerek, hiç sermayeleri olmaksızın becerileri, çalışkanlıklarıyla, iş güç sahibi olup çeşitli işkollarında başarılı olacaklardır. Dışarıya göçün en çok yaşandığı illerin başında gelmektedir Trabzon. Bazı bölümlerde kara mizahla stilize edilen insan ilişkileri ve çarpıklıkları karşısında burukça gülümsemeden edemiyor insan. “Fadime” adıyla totalleştirilerek stilize edilen Karadenizli kadının, bu totalleşme yüzünden bireyselliğinin engellendiğini; aynı şekilde “Temel” adıyla erkeğin de bu totalleştirilmekten kurtulamadığını vurguluyor. Küresel toplum mühendislerinin kent kültürünün gelişimini engellemek için, basit özellikleri içeren kırsal kültür ve folkloru önceleyip abartarak, kentsel kültürel gelişmenin önüne set çektiklerini, yerinde bir gözlemle tespit ediyor. Artık göle yoğurt çalan bir halk olma özelliğimizi terk ederek, folklor dışı alanlardan bir dünya görüşü, alışkanlık ve yaşam biçimi temellük edip içselleştirmek zorundayız. Sanat bağlamında da geçerli bu savımız. Belki bu kaygı nedeniyle Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle adlı denemelerine aldığı bir yazısında, Folklor Şiire Düşman deyimiyle yerinde ve doğru bir saptama ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 940 Ë Hüseyin Avni CİNOZOĞLU Ş air Çiğdem Sezer’in; Trabzon kitabının başında, şairin özgeçmişine ilişkin aşağıdaki cümleler yer almakta: “1960 yılında Trabzon’da doğan Çiğdem Sezer, ilk ve ortaöğrenimini burada tamamladı. 1978’de Trabzon Sağlık Koleji’ni bitirdi ve iki yıl Yozgat/Yerköy’de, üç yıl Trabzon’da olmak üzere beş yıl hemşire olarak görev yaptı. Bu yıllarda ilk şiirlerini yayımlayan Sezer, Ankara Gevher Nesibe Sağlık Eğitim Enstitüsü’nde başladığı yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra 1986 yılında Sakarya Sağlık Meslek Lisesi’ne öğretmen olarak atandı. 1991’de Kanadı Atlas Kuşlar, 1993’te Çılgın Su, 1996’da Kapalı Gişe Hüzünler, 1998’de Bir Şehrin Hatıra Fotoğraflarından, 2005 yılında Dünya Tutulması adlı şiir kitapları yayımlandı. Bu arada pek çok dergide şiirleri ve şiir üzerine yazıları yayımlandı. Sağlık Liseleri İçin Epidiyemoloji ve Sağlık İstatatistiği adlı ders kitabı olan şair, 1993 Dünya Kitap Dergisi Şiir Ödülü, 1993 Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü, 2006 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü sahibi. 2005 İnkılâp Kitabevi Roman yarışmasında ödül alan dosyası “Aşk ve Baharatlar” adlı romanı da önümüzdeki aylarda yayımlanacak. Anı ve yaşantılara yaslı kitapta şair, iki anlatı düzleminde; doğduğu, çocukluk ve ilk gençliğini yaşadığı, daha sonra da hemşire olarak görev yaptığı kente bakıyor. İlkinde kentin tarihine, geçmişine doğru yolculuk yaparken, ikincisinde çocukluğuna, ilk gençliğine doğru yolculuğa çıkıyor. Genellikle bu iki düzlem aynı kesitte birleşiyor. Gelişmiş, özenli, yetkin dili sayesinde neredeyse roman okuyormuşçasına bir izlenim bırakıyor okurda. Daha çok geçmişteki Trabzon olumlanıp yüceltilirken, bugünkü Trabzon olumsuzlanarak, yitirilen onca güzelliğe ağıt yakıyor şair. Sorumlu aydın bilincinin tanıklıklarıyla, kötü giden bazı şeyleri değiştirmek için sıklıkla bir çağrıyı yineliyor. Aslında Türkiye’nin pek çok yerinde benzer S.O.S. işaretleri yükselmekte. Bu konuda bir umudum olmamakla birlikte; siyasetçilerimizin, siyasetin düzeysiz mihverinden biraz olsun dışarı çıkarak, ay dınların uyarılarına sağır kalmayarak bu S.O.S. işaretlerini görmeleri. SABAHA VE UMUDA UZANMAK Trabzon’da doğup büyüdüğü için, belki de kentteki olumsuzluğu gözlerken bir sanatçı olarak, kentin karşı karşıya bulunduğu şiddeti, yozluğu, kültürsüzleşmeyi daha şiddetli duyumsayarak yitirilmiş bir zamana ağıt yakıyor. Anlatının bazı bölümlerinde usta romancıların bile haset edeceği, şiirsel cümlelerle bu ağıdı daha belirgin kılıyor. Bir hemşire olarak hastanedeki gece nöbetinde, çocuk ölümlerine tanık olmanın yarattığı düş bozumunu, gecenin karanlık ve kasvetli yüzünü, acıyı, isyanı betimledikten sonra, “kızamık ağıtı”nı anımsayıp aşağıdaki cümlelerle de sabaha ve umuda uzanmak ister gibidir: “Bütün bunlar, Trabzon’da Yenicuma Mahallesi sırtlarındaki bir hastanenin zemin katında olup bitiyor, aynı anda üst kattaki doğum salonunda bir annenin çığlıkları, yeni doğmuş bir bebeğin çığlıklarına karışıyor, yanı başımızdaki evlerde birileri sevişiyor, birileri derin uykularda rüyalar görüyordu. Sonra yavaş yavaş gün ağarmaya başlıyor, karşı sokaktaki fırıncılar ateşi yakıyor, ardından Trabzon ekmeğinin kokusu dolduruyordu sokakları. Evler, odalar, sokaklar uyanıyor, çocuklar okula, anne babalar işe gidiyor. Ve geceyi yaşayanlar, üzerlerinde karanlığın izi, bedenlerinde yorgunluk, yaşamla ölüm arasındaki gelgitlerin ağır yüküyle karışıyorlardı gündüzün karmaşasına” (s. 201) Bir dinler ve diller mozaiğidir Trabzon. Geçmişin hoşgörülü ortamında bugünkü denli farklı olanın ötekileştirilme SAYFA 14
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle