Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ da bulunur. Çiğdem Sezer’in bu kitabı nı okuyan bir siyasetçi olur mu, bilmiyorum. Acaba kaç siyasetçimiz kitap okuyor? Kaç siyasetçimiz ya da yerel yöneticimiz artan bir heyecanla sanat ve kültüre destek veriyor? Tekil örnekler dışında bu konuda olumlu bir yargıya varmak mümkün değil. Nasıl olsa siyasal iktidarlar futbol ve popüler kültürle kitleleri afyonlayıp, kolayca manuple edebiliyorlar, sanat ve kültür gündemlerinde yer almıyor. Yine de onlar için de bu kitap ufuk açıcı olurdu. Trabzon pek çok kentimiz gibi popüler kültürün hızı, hırsı ve kuşatması altında yıkılan bir kale görünümünde. Burada kişisel gözlemlerimi araya katarak: Trabzon, Eskişehir gibi bir dirilişi başaramaz mı? Sorusu geliyor aklıma. Eskişehir mucizesi özendirici bir örnek olarak önümüzde duruyor. Cumhuriyetten önce 50’ye yakın yayın bulunan Trabzon’un, kültüre dönük yüzü, belki 1960’larda yayın hayatına başlayan ve beş kez kesintilerle yayınına devam eden edebiyatsanat dergisi KIYI’nın katkılarıyla bir ölçüde de olsa korunarak ışığını ve ışınımını sürdürmüştür. Televizyon ve futbolun desteklediği popüler kültürün yıkıcı sonuçları pek çok kentte olduğu gibi Trabzon’da da hissedilmiştir. Karadeniz Teknik Üniversitesi işlevini ve misyonunu adeta unutarak, sanatsal ve bilimsel açılımlarla kenti zenginleştirmekten kaçınmıştır. İnsan tüm bu akla aykırılıklara hayret etmekten kendini alamıyor. Kitaptan öğrendiğimiz kadarıyla; Trabzon Milli Mücadele’ye en önemli katkıyı yapan kentlerden biridir. Rus işgalini yaşamış, muhacirlik dönemini görmüş, Milli Mücadele döneminde Rum çetelerin saldırısına uğramış, Atatürk bazı önemli kararları Trabzon’da almıştır. Adorno’nun “Çocukluk insanın anayurdudur” özdeyişinde olduğu gibi, yazar; çocukluğun vadisinde akarken bizim de çocukluğumuza teğet geçiyor: Çocukluk oyunları, yerli malı haftası, Amerikan süt tozu, Ramazan topu, tombala, sinemalar, Kemalettin Tuğcu hikâyeleri… Benzer güzergâhlar yurdun dört bir bucağındaki çocukların tümü içinde, yetişme dönemlerindeki ortak bir durak sanki. Elbette tüm bunlar güzel ve anılar bahçesinde yer almakta. İnsan belki de geçmişi güzel yanlarıyla anımsamak istiyor. Bana sorsanız otuz yıl önceki kendi şehrim olan Safranbolu’yu pek de özlemiyorum. Bugünkü Safranbolu’yu daha çok seviyorum. Benim geçmişe olan özlemim tek bir konuyla sınırlı: “İnsani değerlerin aşınmamış olması.” İlkgençliğimizde futbol ve sinemadan başka bir eğlencemiz yoktu. Işıklar içinde, canlı, enerjik, bir yanda tarihi mirası ve kültürü özenle koruyan bugünkü Safranbolu’yu daha çok seviyorum. Elbet yazara hak vermemek mümkün değil; son yıllarda ülke gündemine yazarın vurguladığı gibi çok olumsuz bir Trabzon görüntüsü düşmüştür. Bu bakımdan yazarın yaşadığı hayal kırıklığını anlamak mümkün ve dünkü kayıp şehrini, çocukluğunu, ilk gençliğini aramasını bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Vahşi kapitalizmin bu olumsuzlukları daha bir boyutlandırdığını göz ardı etmemek gerekiyor. Kitapta kentin kuruluşu, tarihsel dönemleri, halkının özellikleri, geçim kaynakları, çok kültürlü yapısı, gelenek ve görenekleri, tarihi yapıları, coğrafi özellikleri, önemli insan portreleri etraflıca anlatılmış. Eski eserler hakkında zaman zaman ayrıntılı bilgiler veriyor: “Kemeraltı’ındaki Çarşı Camisi’nin önünde duruyor, caminin görkemli mimarisini, tarihin soluğunu taşıyan duvarlarını seyrediyorum.1839 yılında Trabzon Valisi Hazinederzade Osman Paşa tarafından yaptırılan Çarşı Camisi, bütün o karmaşanın içersinde azametle koruyor varlığını. Birkaç girişi olan caminin minberi ve mihrabı mermerden. İçerde loş, mistik bir hava sarıyor insanı. Yüksek tavandan sarkan avizeler, avizelerden tavana yansıyan ışıkların gizemli parıltıları.” ( s. 230 ) Kitapta özgün, genellikle eski Trabzon’u yansıtan mekânlar, tarihi yapı ve insan fotoğrafları da yer alıyor. Mekânlar kâh kendi yaşamıyla, kâh başka yaşamlarla etkileşim halinde varlık buluyor. ANI VE YAŞANTI... Başta belirttiğim gibi, aslında bu kitap için “Bir Şairin ve Bir Kentin Romanı” demek de mümkün. Konuyu dağıtmadan, bir bütünlük içinde anı ve yaşantı öğeleriyle zenginleştirerek başarıyla kurgulanan bir yapıt. Önce parasız yatılı bir öğrenci, daha sonra bir sağlık emekçisi olarak taşrada zorluklara göğüs geren bir şairin yalnızlığını gözlemek mümkün. Periferide hayat bir şair için yeterli derinlikten yoksundur ve kendini aşmak için yeterli koşul ve olanaklar bulunmadığı için, çoğu sanatçı tek kişilik ordu gibi mücadele vermek zorundadır: “Mesleğim (hemşirelik öğretmenlik) gereği, insanların en çaresiz, yalnız ve bu nedenle de her şeyi yapabilecek kadar isyankâr ya da her şeyi kabullenecek kadar boyun eğer hallerini gördüm. Ve öğrendim ki gerçekte hiçbir şey göründüğü gibi değil. Hayata bir tülün ardından bakmak bireysel anlamda yaşamı kolaylaştırır, evet; ama bu durumda yaşadığınız bir yanılsamadır yalnızca.” (s.153 ) İşkence sahnelerini az çok yazılanlardan, çizilenlerden, duyduklarımızdan tahayyül edebiliyorduk. Ama Hasan İzzettin Dinamo’nun maruz kaldığı bir işkence sahnesi var ki, işkencenin ne denli iğrenç ve insanlık dışı bir sapkınlık olduğunu öğreniyor insan. Usta bir şair olmanın avantajıyla anlatının yetkin ve özenli dili hemen göze çarpmakta. Dağınık ve savruk bir anlatımı olmadığı için, ilk okunuşta içeriğine nüfuz edilen bir kitap. Bu nedenle geniş bir okur kitlesine ulaşmakta güçlük çekmeyecektir. Bazı ayrıksı durumlarda, nitelikli bir yapıtta geniş bir okur kitlesiyle buluşabilir. Ayfer Tunç’un Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı yapıtı geliyor hemen aklıma. Bir şair olarak da Çiğdem Sezer, salt kendi iç manzarasını yansıtmakla yetinmeyen bir şair kimliğindeydi. Bireysel izleklerin yanı sıra toplumsal izleklerle de şiirini boyutlandıran bir uğraş içinde göründü ve bu nedenledir ki şiiri tıkanma riski göstermedi. 90’lı yıllarla birlikte adı haklı olarak öne çıkan bir şair oldu. Son şiir kitabı Dünya Tutulması, çağdaş şiirin önemli yapıtlarından biri olarak belleğimizde yer aldı. Şimdi Türk okuru onu bir yazar olarak da alkışlayacaktır. Aşklar ve Baharatlar, romanıyla başlayacak romancılık deneyim ve serüveninde de başarılı olacağı, bu kitabını okuduktan sonra kesin gibi gözüküyor. Kitap ayrıca özgün kapak tasarımıyla da dikkat çekiyor. ? cinozoglu@mynet.com Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon/ Çiğdem Sezer/ Heyamola Yayınları, Eylül 2007/ 260 s. SAYFA 15 CUMHURİYET KİTAP SAYI 940