Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Selçuk Baran’ın ilk öykü kitabından kalan... elçuk Baran, ilk öykü kitabı Haziran’ı, otuz yedi yıl önce, 1972’de yayımladığında otuz dokuz yaşındaydı. İlk öyküsünü ise otuz beşinde, 1968’de Yeditepe’de yayımlamıştı. Buna göre Selçuk Baran’ın öykü yayımlamaya başladığı tarihlerde dünyaya gelen öykücülerin de gençlik çağlarını aşmış yazarlar olduğu düşünülebilir. Ya Baran’ın ilk öykü kitabı Haziran? İşte o, bütün erdenliğiyle günümüz genç öykücülerinin yayımladığı ilk kitaplarla birlikte öykü yazınımız içinde bir yıldız olarak dönmeye devam ediyor… S Onun bu ilk kitabındaki öyküler kadar öteki kitaplarına dağılan öyküleri de Ceviz Ağacına Kar Yağdı’da (YKY, 2008) bir araya getirilmiş bulunuyor… Kendisi gibi, öyküleri gibi, ele alıp işlediği öykü evrenleriyle kişileri gibi üzeri örtük kalmış, sisler içinde bir dünya… “Unutuluşlar”da, gölgeliklerde, gizli, örtük kalan insanları, anları, ayrıntıları, ustalıkları gün ışığına çıkaran bir yazar Selçuk Baran. Ancak bu gün ışığına çıkarış, ortalığı ışığa boğmak, bunu aydınlatmak, olanı biteni bütün gizleriyle faş etmek anlamına gelmiyor. Olsa olsa karanlıkta kalanları, bir loş ışıkta sezişlerimizle, duyuşlarımızla bizim tamamlamamız gerektiği kanısını getiriyor önümüze. Hüzünlü değil de belki acılı öyküler demek bunlara daha doğru. Bunları “acı”landıran yanın, öykü evrenlerine içirilmiş “yabancılaştırma” olgusu olduğu da öne sürülebilir sanıyorum. Ama nasıl bir yabanclaştırma? Örneğin yaşlıyla küçük çocuğun ilişkilenişi, oyunlar oynanan avlular, kömürlükleriyle, müştemilatıyla eski evlerin arasına sıkışıp kalmış arsalıklar, burada sessizce, göz göze kurulan ilişkiler dikkati çekiyor hemence. Öykü kişilerinin yapılandırılmasında birer yabancılaştırma etmeni oluveriyor bu nedenle anılan gereçler. Bütün bunlar bir görünüp bir kaybolabilecek düzlem üzerinde yapılandırılırken, değişenle değişmeyenin ustalıkla yer değiştirdiğine, incecik özlemlerin, dileklerin acılarla kuşatılmış bir evrende boğulup kaldığına, sonra bu acının, tıpkı bir sis gibi ağır ağır her yere yayıldığına tanık oluyoruz. Selçuk Baran bizi, donukluk, eylemlilik odağında durma yer değiştiren, gölgelerin gizlice tüm evreni etkisine alıp durma oyunlar sergileyen yapısıyla bağlıyor öykülerinde… Onun öykülerine gelin bir de bu açıdan bakalım… göstermesi bakımından önemli bir örnek olarak alınabilir. Demem o ki, onun öykücülüğünden bugüne kalan yanları apaçık ele veren bir öykü “Ceviz Ağacına Kar Yağdı”. Ancak onun hemen bütün öyküleri, böyle bir gösteren bağlamında alınabilirmiş gibi geliyor bana. Öyküler öndeki olup bitenlerle değil, geride tortu bırakan değerlerle, daha doğrusu olgulardan sızan tortularla belirginlik kazanıp ön plana çıkıyor. Bu örnekler, soyutlayım, dönüştürüm eşiği olarak Selçuk Baran öykücülüğünün hangi düzeyde olduğunu da ele veriyor bu arada. Nitekim yazarın öykü kavrayışına değgin önemli ipuçları da sergiliyor anılan öykü. Yetişkin, yeniyetme kadın varlıkla, yine örtülü kadın izleğiyle karşı karşıyayız elbette. Ev ekonomisinin ayrılmaz parçası olarak elişinin eklendiğini de unutmayalım bu arada öykü evrenine. Bu öykülerin kahramanları olan kadınlar, içlerinde yaşadıkları eksiklik duygusuna karşın örselenmişliklerini sezdirmemeye çalışarak soylu bir suskunluğun çekiciliğiyle öne çıkıyorlar sürekli. Kadınlarla erkeklerin arasında bir geçirgenliğe de pek rastlanmıyor öykülerde. Bu nedenle erkeğe kapalı bir dünya olduğu bile öne sürülebilir ondaki öykü evreninin. Zaten erkekler bir giz perdesinin gerisindedir kadınlar için: “…Babamız, kardeşimiz, hısmımız olmadıkları sürece erkeklerin dünyası kapalı, karanlık ve korku vericiydi. Onlar, uzak bir tepenin üzerinde, ayıp duygusuna dönüşmüş cinselliğin kalın duvarları ardındaydılar. Erkekleri düşünmek bile yakışık almazdı.” (20, 21) Yine de erkeklere yer açtığı öykülerinde, bunların da ancak bir köşede edilgin bırakılmak istenen, sevgisizlikle kuşatılmış kişiler olduğu görülüyor bu verimlerde. Sonra yalnızlık, kırgınlık da… Bütün bunlar düşsel düzlem kaydırmalarıyla örüntüleniyor. İşte Selçuk Baran öykülerinden geriye kalanlar bunlar belki de… Buna koşut olarak “kendi tenhasında” (53) yaşamını sürdüren “kent kırgını” öykü kişileri de önem taşıyor Selçuk Baran’da. Öyküden kalmayan yok, kalan ne peki, bunlar mı yalnız?… “elsiz ayaksız” (31) kadınlar da denebilir bunlar için. Çünkü kendilerine başkaları tarafından rol yakıştırılmış kadınlar bunlar hep. Bu role değgin, öykü kişilerinden birinin sözlerine yer açabiliriz burada: “Rolünü oynayıp bitirmiş, kulise çekilmişti şimdi. Bir replikten ibaretti rolü. … Sahnede başroller değil de üçüncü, dördüncü derecedeki roller ilgimi çeker hep. Bana sorarsanız onların üstesinden gelmek kocaman bir başrolü hakkıyla oynamaktan daha zordur. Hem de insanın bütün ömründe işe yarar bir şeyler yapabilmek için bir tek saatinin olması gibi korkunç ve güzel bir yanı da vardır.” (67); “Susması gereken bir kadın gibi, susuşları anlamlandıran bir kadın gibi…” (69) Selçuk Baran’ın öyküleri birer tablo olarak Meriç’in kimi öykülerinden sızacak görüntüler üzerinden giderken bambaşka damarlara kayan, serüvenlere açılan bir yanla karşılaşıyoruz bana göre. Nezihe Meriç, Selçuk Baran çok yakın, ama aralarında bir o kadar da uzaklık bulunan iki öykücü… Kuşku yok ki Selçuk Baran’ın kadınları da, Nezihe Meriç’inkiler gibi üzerinde özellikle durulmayı zorunlu kılıyor. Gerçekten de bu kadınlar, gelişmiş kişilikleriyle ev içlerinin sessiz ağırlığını oluşturuyor. Sonunda öykülerde gizli bir ortak dile dönüşüyor çabucak. Selçuk Baran, evde tüm canlılığı, duygularıyla birlikte üzeri örtülmeye çalışılan her yaştan kadına yönelik ince bir duyarlılık yansıtırken öykülerinde, onların sözcülüğünü de yapıyor bir bakıma. Ev ekonomilerine katkıda bulunan bu kadınlar, elişleri, evdeki örgüleri, dikişleri, ev içlerinde sürdürdükleri küçük terzilikleri, zaman zaman dışarıya yaptıkları işleriyle bir başka açıdan da ağır yük altında. Bu, elbette öteki öykü yazarlarımızda da sıklıkla önümüzü kesen bir izlek. Nezihe Meriç, Füruzan vb. yazarlarda görüldüğü üzere ancak ailelerinin ekonomilerine katkı sağlayan bu gizli, örtük emekçilerin Selçuk Baran öykülerinde farklı bir konumu var yine de. Acılı, suskun kadınlar bunlar. İçlerinde, zembille inilen bir karanlık, büyük bir oyuk aynı zamanda, bir zindan sağırlığı, bir panayır sessizliği… Selçuk Baran’ın öykülerindeki kalıcılık, işte bu karanlık, sessiz, iletişimsiz evrenle sağlanıyor denebilir. Bu evreni kurmakta kullandığı renkler, sesler, imlerle… İLK ÖYKÜDEN SON ÖYKÜYE KALICILIK... Selçuk Baran’ın verimlerine, öyküde anlamlandırma bağlamında gösterilebilecek yerli yerinde örnekler gözüyle bakılabilir… Bu öykülerin, tıpkı öteki öykücülerimizde görüldüğünce çok özenle, hesaplanarak kurulan bir dilsel yapıya yaslandırıldığı da belirtilebilir bu arada. Günümüz genç öykücüleri dilin, iletişimsel, kullanmalık yanlarından arındırılıp yazınsallaştırılmasında Selçuk Baran’ın öykülemesini kılavuz alabilirler kendilerine. Öyle ya onun gerek imgelemede gerekse sözcük seçimiyle sözdiziminde, sonra söyleyişlerinin görsel yerleştirimiyle sesteki tınının işitsel sıralanışında ne denli özenli davrandığı, buna nasıl emek verdiği kestirebilir kolayca. Örneğin şu satırları, onun sese yönelik özeni kadar buna dönük algı genişliğini de ele veriyor sanıyorum: “İki ses değişimi arasındaki uzunluğun derin bir umutsuzluğu belirttiği, gene de araya serpiştirilen trillerle mavi renkteki kaybolan ışığın yansıdığı bir ezgiye başladı ıslığıyla.” (75) Demek ki renkler, biçimler kadar özellikle ışık, ses de yoğun bir imge örgüsü halinde kendine yer buluyor onun öykülerinde. Gerçekten Selçuk Baran, öykücülüğümüzün bir başka boyutunda daha okuru sarsıyor. Nedir bu boyut? Kurduğu evrenin okur tarafından alımlanış biçiminde, yarattığı kişilerin acılarının, duyuşlarının aktarılması bağlamında… Bunun için öykülerinde, loş ışıkta, çevrenin sislere, hatta karanlığa bulandığı ortamda film çekercesine kurduğu evrenlerle örüntüleyip öyle ulaşıyor yazar bu boyuta. Gün ortasında, güneşin çepeçevre ortalığı ışıttığı zaman bile grilik, bulanıklık, bozluk egemen oluyor öykü evrenlerine. Zaten Haziran’daki “kapalı bozkır kenti” (137) Ankara, egemen öykü uzamı olarak çıkıyor sürekli karşımıza. “Haziran” özlemdir bu bağlamda öyküde. Beklenen olarak vardır yalnızca. Bu nedenle “Godot” gibidir; yaşanmaz, beklenir hep. Selçuk Baran, aramızdan ayrılalı on yıl oluyor. Ama yayımladığı ilk öykü kitabı Haziran, bütün zamanlar için örneklenebilecek özelliğiyle önemini koruyor hâlâ. Yaklaşık çeyrek yüzyıl boyunca verimlediği tüm öyküler ise Ceviz Ağacına Kar Yağdı başlığı altında okurunu bekliyor… Yedi öykü kitabına dağılmış toplam 62 öyküsüyle… Selçuk Baran’ın “bütün öyküler”ine, bu öykülerde göze çarpan uğraklara, aşamalara ileride yeniden döneceğim… Gelin, haftaya bir de “ilk roman” açısından bakalım şu “ilk kitap” olgusuna… ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 983 Selçuk Baran, aramızdan ayrılalı on yıl oldu. SELÇUK BARAN’IN ÖYKÜLERİNDE KALICILIK... Kadınlarımızın sevecenlikle, sabırla, içten duygularla, ama eleştirel derinliğiyle yerli yerine oturtularak anlatıldığı öykülemesi bağlamında da önemli bir yere sahip Selçuk Baran. Kadınlar, sahnede değil, kulisteki varlıklarıyla ağırlıklarını duyuruyor öyküde. Ama sahnedekiler de öykü evreninin tutunamayanları olarak görünüyor bir açıdan. Sahnede onlar var belki, ne ki sahneyi dolduramayışlarıyla ele veriyor bunlar kendilerini daha çok. Sahne, asıl varlığını kulisteki çocuklarla, onların içten, masum, yoksun, ama zengin içe bakışlarıyla kazanıyor yine de. Sonra bu çocukların ilişkilendiği kadınlarla. “Mumya gibi” ÖYKÜNÜN KALANI, KALMAYANI... Selçuk Baran’ın Haziran’da yer alan “Ceviz Ağacına Kar Yağdı” adlı öyküsünü, bütün öyküleri için başlık olarak seçmek kimin önerisi, yedi yüz sayfayı aşkın bu oylumlu kitapta, belirtilmiyor. Ancak bir tek bu öykü bile, Selçuk Baran öykücülüğü üzerine söylenebilecekleri SAYFA 20 çizilseydi; kadınlar en parlak renklerle, ama en gizli, kuytu köşelerde resmedilirlerdi herhalde. Erkeklerse en görünür yerlerde, ama en soluk, kişiliksiz, karanlık renklerle… Ne var ki kadınlar, bu öykülerin baş köşelerine yerleşmiş gibi görünse de yoksunluk, kimsesizlik, dayanaksızlık, olanaksızlık bu kadınların elini kolunu bağlıyor sürekli. Bütün bunların içinde çözümsüz kadınlar, en çok çocuklarla ilişkilenişleri çerçevesinde en başa geçiyor yine de. Yaşlı kimseler, bakıma gereksinimi olan kadınlar, yoksul, ama düş zengini çocuklar tarafından yaşama bağlanan öteki kahramanlar… Bu çerçevede tükenmekte olanla gelmekte olan ya da güçsüzle güçlü arasında tahterevalli konumu sergileyen öykü nitelemesi getirilebilir pekâlâ. Biz Selçuk Baran’ın öykülerinde, Nezihe