Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Onur Bilge Kula’dan ‘Avrupa Kimliği ve Türkiye’ Ülke kimliğimiz ve Avrupa’nın gözündeki yerimiz Olguları kendi oluş süreçleri içinde, oldukları gibi ele alarak ve birbiriyle ilintilendirerek, nedensonuç ilişkileri içerisinde diyalektik bir bakış açısıyla inceleyen, onları kendi zaman ve uzam gerçekliğinden koparmadan bir bütünlük içinde çözümleyen ve hem yöntem, hem akıl yürütme konusunda somut örnekler vererek yapısını güçlendiren yapıtlar, her dönemde değerini korur, hatta zamanın değersizleştirme etkisini hiçe sayarak kendisini gelecek kuşakların da yararlanabileceği bir kaynak, bir başvuru öğesi olarak perçinler… Onur Bilge Kula’nın ‘Avrupa Kimliği ve Türkiye’ adlı yapıtı, bu türden, gün geçtikçe de değeri artacak, tarihciltoplumcul anlamlar içeren bir yapıt… Ë Alper AKÇAM oplumcul ve tarihcil konulara yönelik yapıtlar, olguları özetlemek, zamandizimsel bir sıralamaya sokmak ve kimi kavramsallaştırmalar yapmakla yetindiklerinde, kısa zamanda değerden düşer, süreç içinde de içinden cımbızla küçük notlar alınabilecek birer atık durumuna indirgenir… Özellikle de öznel bakış açılarıyla nesnel bulguların birbirine karıştırılıp yer değiştirdiği, emperyal veya dinci milliyetçi kültürel kaynaklara ait yapıtlarda, bu gözden düşme daha da hızlanmış bir gidiş izlenecektir. Olguları kendi oluş süreçleri içinde, oldukları gibi ele alarak ve birbiriyle ilintilendirerek, neden sonuç ilişkileri içerisinde diyalektik bir bakış açısıyla inceleyen, onları kendi zaman ve uzam gerçekliğinden koparmadan bir bütünlük içinde çözümleyen ve hem yöntem, hem akıl yürütme konusunda somut örnekler vererek yapısını güçlendiren yapıtlar ise, her dönemde değerini korur, hatta zamanın değersizleştirme etkisini hiçe sayarak kendisini gelecek kuşakların da yararlanabileceği bir kaynak, bir başvuru öğesi olarak perçinler… Onur Bilge Kula’nın 2006 yılı Mart ayında Büke Kitapları arasından çıkmış Avrupa Kimliği ve Türkiye adlı yapıtı, bu ikinci türden, gün geçtikçe de değeri artacak, tarihciltoplumcul anlamlar içeren bir yapıt… Kula’nın söz konusu yapıtı, ülkemizin oldukça güncel tartışma başlıkları olan AB ilişkileri ve Türkiye kültürel sorunları açısından çok önemli bulgular ve değerlendirmeler taşıyor; birçok alandaki karmaşayı çözebilmek için gerekli ipuçlarını sağlıyor. Emperyal düşüncenin güdülediği Batılı bakış açısının hareket noktası, toplumbilimsel sınıflama ve tanımlamada kullanageldiği dikotomidir… Bu bakış açısı uyarınca görece ayrıştırılan uygarlıklar içerisinde, Batılı uygarlıklar ve bu toplumların bireyleri, yaratılışsal ve toplumsal bir ayrıcalığa sahiptirler. Dünyadaki tüm toplumsal gelişmenin odağı Batıdır… Doğu toplumunun insanı ise, eleştirel aklı kullanma yetisine sahip değildir. Almanya’da 1700 yılında kurulmuş Bilimler Akademisi’nin ilk başkanı olan Wilhelm Leibniz’in (16441716) Türk’ü akıl dışı bir yazgı anlayışı taşıyan, iyiyle kötüyü ayıramayan bir kimlik olarak tanımlamasından, Aydınlanma’nın kurucusu İmmanuel Kant’ın Avrupalı aklı ilkesel ve tözsel olarak Asyalı akıldan üstün bulmasına, Herder’in Asyalı barbarlar olarak tanımladığı Türkler’e Avrupa’da yer yoktur demesine, Hegel’in “doğuya ait şeyler felsefeden silinip atılmalıdır, doğuda istenç ve bilinç özgür değildir” yargısına (Onur Bilge Kula, Avrupa Kimliği ve Türkiye, s 249250) kadar, Şarkiyatçı Batılı bilinç, Şark ve Türk kimliğini “ötekileştirme” çabası içinde olmuştur. Günümüzde, özellikle de Papa 16. Benedik’in açıklamalarında somutlaşan bu bakış açısı “sekülarizm”i de Batı’ya özgü bir düşünce ve davranış biçimi olarak tanımlar. Türk kimliğini, eleştirel akıldan yoksun, İslâmî yapının bir parçası olarak gören bu anlayış, Türkiye modernleşme çabalarının günlük yaşamı Batı’da olduğu gibi “kutsal olandan” arındırma çabalarını da, “tepeden inmeci” ya da “özel yaşama ve demokratik gelişmeye müdahale” olarak tanımlamaktadır… “EŞZAMANSIZLIK” Onur Bilge Kula, yapıtının girişinde ortaya koyduğu “eşzamansızlık” belirlemesi ve nedensellik ilişkisi ile, bu bakış açısının hareket noktasını yok eder. Kültürleri birbirinden ayıran etken, Huntington’un iddia ettiği gibi bir yaratılışsal “medeniyetler ayrılığı” değil, Onur Bilge Kula’nın deyimiyle “eşzamansızlık”tır. “Daha açık bir söyleyişle: Avrupa kültürünü ya da Asya kültürünü başkalaştıran şey, Avrupalıların ya da Asyalıların nitelik yönünden farklı olmaları değil, öncelikle yaşadıkları do T ğa koşulları, tarihsel olaylar ve bunların bir türevi olan kültürel mirastır. Aynı koşullar altında yaşayan Avrupayı ve Asyalıların kültürel bakımdan birbirine benzemeleri kaçınılmazdır. Kültür kavramına böyle yaklaşıldığında, kültürler arasında var olan ‘farklılıkların’ söz konusu kültürleri yaratan insanların farklılığından değil, ortam ve koşulların farklılığının yol açtığı ‘eş zamansızlıktan’ kaynaklandığı kolayca görülebilir.” (Onur Bilge Kula, Avrupa Kimliği ve Türkiye, s 26.) Küreselleşme çağındaki Batı dünyasının Şarkiyatçı bakış açısı, eleştirel aklın kullanımında, Batı’nın kurduğu kültürel süreklilik zincirinde ve Rönesans oluşumunda İslâm düşünürlerinin katkısını görmezden gelir. Kula, yerinde bir saptama ile bu eksik ve yanlış yorumu düzeltir. “Antik Yunan düşün birikimini güncelleştiren, ona özgürlükçü ve insancıl bir öz katan İslam düşünürlerinin başında Batıda ‘Averro’ olarak bilinen İbni Rüşt gelir. (…) Nitekim, 16. yüzyılın ilk yarısında dönemin en önemli düşünürü olarak kabul edilen Erasmus von Rotterdam da ‘Teolojik Yöntem Öğretisi’ adlı yapıtında Averro’nun Helen kültür birikimini Avrupa’ya aktararak, Avrupa’da akılcılaşma ve Avrupa kimliğinin sürekliliğine kalıcı katkı yaptığını vurgular. (…) Daha önce de belirtildiği üzere, İbni Rüşt’ün özellikle bilim ile dinin birbirinden ayrı olduğu yaklaşımına dayanan ‘ikili hakikat’ öğretisi, Batı felsefe tarihinde ‘Averroizm’ olarak adlandırılır. (…) Ayrıca, bu konuda İbni Rüşt tek örnek değildir. Başka örnekler de vardır. Bu kapsamda varlığın özerkleşmesine yaptığı katkıdan dolayı İbni Haldun’u da anmak gerekir. Sekülerleşmenin ve modernleşmenin temel kavramlarından biri olan erkler ayrılığı düşüncesini cesaretle geliştiren bu düşünsel akım, bütün Ortaçağ ve Erken Yeni Çağ boyunca Batı düşün yaşamını kalıcı biçimde etkilemiştir. Dolayısıyla, se külerleşme ve Aydınlanma, ne tek bir dine, ne de tek bir kültür çevresine özgü sayılamaz.” (Onur Bilge Kula, Avrupa Kimliği ve Türkiye, s 9899.) ÖNEMLİ İPUÇLARI... Onur Bilge Kula’nın yapıtı, Almanya’da son zamanlarda arka arkaya patlak vermiş Türk ve İslâm karşıtı eylemlerle ilgili önemli ipuçlarını da açığa çıkarır. Papa 16. Benedikt, papa olmadan önce, Joseph Cardinal Ratzinger ün ve adıyla Bavyera Eyaleti Berlin Temsilciliği’nce düzenlenen “Avrupa Üzerine Konuşmalar” etkinliğinde yaptığı açıklamaların kaleme alındığı “Avrupa, Geçmişteki, Şimdiki ve Gelecekteki Düşünsel Kökleri” adlı yazısında önemli konulara vurgu yapmaktadır. Papa’ya göre, oldu olası ilerleme düşüncesine karşı olan Türk ve İslam düşüncesinin Avrupa Birliği’nde yeri olamaz… Papa, yazısında Avrupa kimliğinin oluşmasında 1789 Fransız Devrimi’ne de değinir. “Düşünsel bakımdan Fransız Devrimi, ‘tarihin ve devletin varlığının kutsallık anlayışı açısından yorumlanmasının’ reddi demektir (küçük tırnak içindeki alıntılar Papa’nın kendisine ait olanlardırbizim notumuz). Artık tarih, daha önce var olan ‘biçimlendirici tanrı düşüncesinden’ kurtulmuştur. O andan itibaren devlete ‘salt laik (seküler)’ düşünce açısından bakılmıştır; devlet, ‘akılcılık (rasyonalite) ve yurttaş istenci’ ilkelerine dayandırılmıştır. Böylece ‘tarihte ilk kez tanrısal güvenceyi ve siyasal alanın tanrısal belirlenimi düşüncesini bir yana bırakan seküler devlet’ olmuştur. Tanrı, ‘ortak istenç oluşumunun kamusal alanına ait olmayan bireysel bir iş’ olarak görülmüştür. Artık, ‘Tanrı ve O’nun istenci kamusal bakımdan önemli olmaktan çıkmıştır.’ Papa, böyle demesine karşın, sıkça ‘saldırgan sekülarizm kültüründen’ ve ‘Tanrı’yı kamusal alandan kovan bir sekülarizmden sakınılması gerekti¥ ğinden’ söz etmesi, dinsel özgürCUMHURİYET KİTAP SAYI 983 SAYFA 14