Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yargıtay aklama kararını bozmuş, daha önce kitabın aklanmasını kararlaştıran mahkeme de bu kez mahkumiyet kararı vermiş ve Manifesto’nun “zoralımına” hükmetmiştir. Bütün bu gelişmeleri Komünist Manifesto Davası adlı kitapta belgeleriyle ortaya koyan Ege, Mart 1976’da Manifesto’nun üçüncü basımını yayınlamış, 12 Eylül darbesi gelinceye kadar kitabın üç basımı daha yapılmıştır. Ancak bu basımlar, yasadışı uygulamalarla karşılaşma olasılığına karşı, yeni bir basım tarihi ve numarası konulmaksızın, hakkında takipsizlik kararı verilmiş olan 1976 basımının tıpkısı olarak yayınlanmıştır. Gel gör ki, 12 Eylül döneminde Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın varlığına son verilmesiyle birlikte Manifesto da, Ege’nin deyişiyle “Türkiye’de yeniden eski uzun uykusuna dalmıştır”. Ege, olup bitenlerin ayrıntılı öyküsünü Kitabın Ateşle Dansı adlı kitabında anlatır: O dönemde Manifesto’nun yaklaşık üç bin nüshası bir yerde korunabilmiş, yayınevi 1989 sonunda yeniden hayata döndüğünde Manifesto’nun korunabilen nüshaları da okuyucuya sunulmuştur. Bu arada, Bilim ve Sosyalizm Yayınları’ndan çıkan Manifesto’da, çevirmenin adı “Gaybiköylü” olarak geçmektedir. Bu çeviriyle ilgili olarak, Yordam Kitap’ın yayınladığı Komünist Manifesto ve Hakkında Yazılar adlı kitaba yazdığı “Türkçede Manifesto” başlıklı yazısında Rasih Nuri İleri’nin, Mete Tunçay’ın onayını alarak yaptığı bir açıklamayı aktarmadan edemeyeceğim: “Bilim ve Sosyalizm Yayınları’ndan çıkan bu baskının ilginç bir öyküsü vardır. Çevirenin adı bu baskılarda yer almamaktadır. Oysa çeviri, genç öğretim üyesi Sayın Mete Tunçay’a aitti. Tunçay, o sıralarda askere alınacağından çeviriye ismini koydurtmamıştır. Ancak ilk baskısı yayınlandığında, kitabın redaksiyondan geçtiği ve özellikle Marx ve Engels’in burjuva ve komünist toplumlarda kadın ve evlilik konusundaki sözlerinin, redaksiyonu yapan Mihri Belli tarafından sansür edilip değiştirildiği ortaya çıkmıştır...”10 Sayın İleri’nin ortaya koyduğu bu gerçekten ilginç öykü, yalnızca Komünist Manifesto’nun, sosyalist ve komünist literatürün çevrilmesi ve yayınlanmasına değil, aynı zamanda çok çeşitli ve farklı düşüncelerin özgürce oluşumu, seçimi, açıklanması, yayılması ve savunulmasına da uygulanan baskı ve yasaklamaların yol açtığı aykırı iki durumu gözler önüne sermesi bakımından çok çarpıcı bir örnektir. Birçok kez başımıza geldiği gibi, çevirmenin adını gizlemek zorunda kalması, düşünce ve ifade özgürlüklerine karşı yabanılca uygulanan “yasal” zorbalıkların, komünist ve sosyalistlerin tarihin çeşitli dönemlerinde egemen yasaların boyunduruğu altında “yeraltı”na geçmeye, örgütlenmeleri ve etkinliklerini gizlilik koşullarında sürdürmeye zorlanmalarının yayıncılık alanındaki doğal bir uzantısıdır. Sunu’nun ilerideki satırlarında okuyacağınız gibi, Mete Tunçay’dan yaklaşık on yıl sonra benim de Manifesto’yu çevirmemin ardından as 14 Mart 1883’te Londra’da ölen Marx’ın Highgate’teki mezarı... kere alınmam yüzünden çeviriye adımın konmaması, benzeri pek çok olaydan yalnızca biridir. Öte yandan, kitabı yayına hazırlayan kişinin de elindeki metne otosansür uygulamayı seçmesi, düşünce özgürlüğü üstündeki ağır baskılar ve içinde yaşanılan zobalık ortamının insanı dara boğduğu, insana kirpi kürkü giydirdiği içler acısı bir sonuçtur. Dahası, Sayın İleri’nin verdiği örnekteki kadınlar, evlilik ve aileye ilişkin otosansürde, yalnızca düşünce özgürlüğü üstündeki resmî baskıların değil, bu konuda toplumsal algı’da yer etmiş çarpıtmaların gündeme gelmesinden kaçınma kaygısının da payı olduğunu düşündürmektedir. Oysa bu türden çarpıtmalara verilmiş yanıtların en yetkini, Manifesto’nun “Proleterler ve Komünistler” başlıklı bölümünde yer almaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, Sayın İleri’nin sözünü ettiği eksiklik, Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın daha sonraki Komünist Manifesto basımlarında giderilmiştir. Ne ki, uluslararası sol literatürün dilimize aktarılması konusunda zaman zaman karşılaşılmış olan iki olguya da değinmeden geçmemek gerektiği kanısındayım. Belirli sol hareketlere bağlı kimi çevirmenler, kimi zaman, kendi hareketlerinin görüş ve siyasetlerini “doğrulamak” amacıyla Marxçı düşünür ve kuramcıların yapıtlarını saptırarak ya da çarpıtarak çevirme yoluna gitmişlerdir. Öte yandan, işinin eri olmayan kimi çevirmen ve ya çalışmanın ürünüdür: Mihri Belli’nin, Erdoğan Berktay’ın, Süleyman Ege’nin, bir ölçüde Pertev Naili Boratav’ın ve Korkut Boratav’ın emeklerinin bir bileşimi, ortak ürünü.11 Bu çalışmada, Komünist Manifesto’nun 1848 özgün Almanca metninden Samuel Moore tarafından çevirisi yapılarak Engels’in gözden geçirdiği (1888’de ilk İngilizce baskı olarak yayınlanan) İngilizce metin esas alınmış; Engels’in 1888 İngilizce ve ayrıca 1890 Almanca baskılarına düştüğü dipnotlar ile yapıtın değişik dillerdeki baskılarına Marx ve Engels’in yazdıkları önsözlere yer verilmiştir. Çeviri özgün Almanca metni ve Fransızca çevirileriyle de karşılaştırılmıştır. En küçük bir anlam bulanıklığını ya da yerine oturmamış tek bir sözcüğü bağışlamaz bir anlayışla yeniden ve yeniden başa dönülerek metnin dilimizde en iyi, en tam, en güzel anlatımını bulması için yürütülen bir çalışma… Denilebilir ki, Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın Komünist Manifesto çevirisinde her tümce, her kavram ateşe sürülmüş, örsten ve çekiçten geçmiştir. Özellikle bu çeviri çalışmasında, dilimizin bize sunduğu olanaklara çok şey borçlu olduğumuzu, Türkçemizin Marksizmin yoğun bir sentezini içeren bir metni nasıl bütün incelikleriyle vermeye yatkın bir dil olduğunun kıvancını yaşadığımızı ayrıca belirtmemiz gerekir. Sonuçta, yapıtın dünya yazınında aslına en yakın çevirilerinden birini ortaya koyduğumuzu söyleyebiliriz. Yayınlandığında Mete Tunçay’ın kendi çevirisi olmadığını gördüğü kiSAYFA 16 tap böyle bir kitaptır. O günlerde Mete Tunçay hemen gelip kendi çevirisini bizden geri almıştır. Kitap hakkında açılan adli soruşturmada sanki onu ilgilendiren bir şey varmış ya da olabilirmiş gibi boş yere kapıldığı bir korkudan bunu yapmıştı. Sanırım soruşturma konusu kitabın kendisine ait bir çeviri olmadığını güvenceye almak, belgeleyebilmek için… Şimdi de, bakıyorum, Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın sorumluluğunda gerçekleştirilen, Komünist Manifesto’ya yaraşır yetkinlikteki o destansı çeviriyi sahiplenmeye kalkmış. Üstelik kendi çevirisi üzerinde sansür yapıldığı yollu okkalı bir kara çalmada bulunarak… “Manifeso’nun Türkçede yayınlanış serüveni” için Yordam’a malzeme icat etmeyi kafasına koymuş Rasih Nuri İleri’yi de inandırmış buna. Öyle ki, “sansür” edilmeseymiş kitap eksiksiz onun çevirisi olup çıkacakmış!.. Ama bu kadar değil; kara çalmanın asıl hedefi “Marx ve Engels’in sözlerinin sansür edilip değiştirildiği” sanısını uyandırmak. Yani, akılları sıra bir taşla iki kuş… Peki nasıl bir “sansür”müş bu? Yapıtın hangi tümcesi “sansür edilip değiştirilmiş”? Açıklanmıyor. Hesap edemedikleri şu: Türkçede Marksist yazını ve bu kazanımın geçtiği çizgiyi az çok izleyen herkes bilir ki, en ağır koşullarda Türkiye’de Marksist yayıncılığı başlatmayı kararlılıkla göze almış Bilim ve Sosyalizm Yayınları olarak bizim savaşımımızın özü tam da “sansür”e karşı çıkmak olmuştur. Komünist Partisi Mani festosu’nu (yayınladığımız öteki Marksist yapıtları; örneğin Devlet ve İhtilal’i, Bolşevik Partisi Tarihi’ni vb.) mahkemelerde savunurken yaptığımız esas olarak, emekçi halkımızla bilimin arasına demirperde çeken, halkımıza karşı bilimi, bilimsel düşünceyi sansürleyen faşist 142. maddenin ve onun uygulanmasında kendini gösteren daha da faşist anlayışın foyasını ortaya çıkarmak olmuştur. Burada, Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’nde beraat kararıyla sonuçlanan Komünist Manifesto davasının 16 Şubat 1970 günlü duruşmasındaki son savunmamızdan küçük bir parçayı yineleyelim: “…Eserin birçok sayfalarından sözler getirilerek, acaba söz konusu yasa maddesi açısından hangi aykırı hareketimiz, ne anlatılmak istenmektedir? Marx ve Engels’in ‘Komünist Manifesto’da çok yüksek bir soyutlama düzeyinde ortaya koydukları ekonomik, politik ve felsefi fikirleriyle ilgili birçok ifadelerin, bu arada ‘proleterlerin karılarını, kızlarını el altında bulundurmakla yetinmeyen burjuvalarımız, eğer resmi fuhuş kurumundan yararlanmalarının sözünü etmezsek, birbirlerinin karılarını ayartmaktan derin bir zevk duyarlar’ sözlerine varıncaya kadar, altları çizilerek suç unsuru olarak ileri sürülmesinin anlamı nedir? Acaba sayın iddia makamı, yasalarla korunması istenen Türkiye’deki ‘müesses nizam’ın ‘Komünist Manifesto’da işaret ettikleri bu sözlerde aynen resmedildiği görüşündedir de bunun için mi karşımıza 142. maddeyi çıkarmaktadır? Eserin son sözlerinin üzerine ısrarla parmak basılmasının sebebi nedir? Okuyalım bu sözleri: ‘Komünistler, görüşlerini ve amaçlarını gizlemeyi küçüklük sayarlar. Onlar, hedeflerine ancak, mevcut sosyal şartları zorla devirerek ulaşmanın mümkün olduğunu açıkça ilan ederler. Varsın egemen sınıflar bir komünist ihtilali korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yoktur. Kazanacakları koca bir dünya var. Bütün Ülkelerin işçileri, Birleşiniz!’ Peki, burada konumuzu ilgilendiren ne var? Demek ki, komünistler böyleymiş; niyetleri, düşünceleri böyleymiş. Acaba sayın savcı aksi bir kanıda mıdır? Komünistlerin niyetleri, düşünceleri konusunda Marx ve Engels’ten farklı bir görüş içinde midir? Olabilir ama, kendileriyle ilgili bir teorik sorunun bu davada yeri nedir? ‘Komünist Manifesto’ hoşumuza gider ya da gitmez, bu böyle bir eserdir. Marx ve Engels 123 yıl önce bu eseri böyle yazmışlar. Esas niteliği 1848 Avrupası’nın egemen sınıflarına karşı bir mücadelenin hedefleriyle açıkça belirlenmiş olan bu eserin Türk Ceza Kanunu’yla ilgisi nedir? Bizim ünlü 142. maddemizin XIX. Yüzyıl ortasındaki Avrupa ülkelerine hükmeden burjuva sınıflarının egemenliklerini güvenlik altında bulundurmak için konmuş olamayacağını sayın savcının bizden iyi bilmesi gerekmez mi?”12 İşte bizim anlayışımız, duruşumuz bu kadar açıktır. “Komünist Manifesto hoşumuza giCUMHURİYET KİTAP SAYI 978