Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Orhan Kurmuş’tan “Emperyalizm’in Türkiye’ye Girişi” Bu tren nereye gider? Ë Yeşim DİNÇER ski Yunancada bir şeyi bir yerden alıp bir başka yere ileten taşıyıcı anlamına gelen “metafor”, günümüzde bir dilbilimsel ifade ya da bir kavramsal sunum formu olarak kullanılmakta. Emperyalizm’in Türkiye’ye Girişi‘nde kara tren bir metafor olarak çıkıyor karşımıza; hem de sözcüğün bu en eski ve en yeni anlamlarını da içerecek şekilde. Bir yandan Ege’nin kuru üzümünü, incirini, tütününü İzmir limanında demirli, yabancı bandıralı gemilere taşırken, bir yandan da üzerinden geçtiği topraklarda hüküm süren ekonomik ve toplumsal ilişkileri değiştiriyor ve dönüştürüyor. Kara tren hem bir nakil aracı, hem de Lenin’in “kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak tanımladığı emperyalizmin Anadolu topraklarındaki ilk sembolü. Her şey aslında 150 yıl kadar önce, İngiliz tüccarların İzmir ile Aydın arasında demiryolu yapmak için imtiyaz talep ettikleri dilekçeyle başlıyor. Bunu yaparken Osmanlı hükümetine etki/baskı yapması için İngiliz büyükelçisinin yardımını sağlamayı da unutmuyorlar. İmtiyaz sözleşmesindeki koşulları okurken, bugün enerji ve altyapı yatırımlarında kullanılan yapişletdevret modeliyle kimi paralellikleri hemen fark ediyoruz. Özal döneminde devreye giren ve sonrakilerin de sıkça başvurdukları bu finansman modelinde sabit fiyatla satın alma garantileri veriliyordu. 1856 yılında verilen imtiyazda ise Osmanlı hükümeti, şirket sermayesinin % 6’sı kadar bir kârı hissedarlara 50 yıl süreyle garanti ediyor. Yani eğer kâr, bu oranın altında kalırsa üstünü hükümet tamamlayacak; % 7’den fazlası ise şirket ile hükümet arasında bölüşüle E ‘Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi’, Orhan Kurmuş’un Londra Üniversitesi’nde 1974’te tamamladığı doktora tezinin kitaplaştırılmış hali. Bir ekonomik ve toplumsal tarih kitabında, titizlikle araştırılmış, onca belge, rakam ve bulgunun hiçbir akademik kuruluk içermeden, gayet özlü bir anlatımla kurgulanmış olması okumayı kolaylaştırıyor. cek. Hükümetin işletmeyi “satın alma” hakkı, demiryolunun işletmeye açılmasından 50 yıl sonra doğuyor ancak. İmtiyaz sahibi şirket, inşaata başlamak için gerekli parayı bulabilmekte hayli zorlanıyor. Parasızlık ve teknik güçlükler nedeniyle çalışmaya ara verildiği, etapların belirlenen zamanlarda tamamlanamadığı görülüyor. İzmirAydın arası 133 kilometrelik yolun tamamı, temel atıldıktan dokuz sene sonra, Haziran 1866’da trafiğe açılabiliyor ancak. Bu durumda Osmanlı hükümetinin teminata el koymak, şirketin yönetimini devralmak gibi hakları var. Fakat sözleşmeden doğan bu yaptırımlara başvurulmadığı gibi şirkete tanınan süreler de uzatılıyor. Hükümet ayrıca demiryolunun geçeceği toprakları kamulaştırarak şirkete hibe ediyor. TOPLUMSAL HUZURSUZLUK Bu toleransın bir nedeni, bölgenin küçük ölçekte de olsa sürekli olarak Zeybeklerin, Yörüklerin, Çerkes çetelerinin çıkardığı karışıklıklara sahne olması. Demiryolu sayesinde çok sayıda asker ve zaptiyenin daha kısa bir sürede bölgeye sevkinin mümkün olabileceği hesaplanıyor. İkinci neden ise demiryolunun bölgedeki üretimi artıracağı ve böylece buradan daha çok vergi toplama olanağının doğabileceği umudu. Orhan Kurmuş, İzmir’in büyük bir dış ticaret merkezi haline gelmesi sonucu Osmanlı hükümetinin uzun vadeli vergi hesaplarının doğru çıktığını rakamlarla ortaya koyuyor. Hem tarımsal vergiler artıyor hem de gümrük gelirleri. Fakat anlaşıldığı kadarıyla toplumsal huzursuzluk dinmiyor; bölgede toprak mülkiyetinin el değiştirmesiyle iyiden iyiye artıyor üstelik: “Batı Anadolu tarımında kapitalizmin gelişme süreci, Karaosmanoğulları gibi uçsuz bucaksız topraklara sahip ailelerin topraklarını ortakçılık veya yarıcılık ile işleyen veya kendi küçük tarlalarında çalışan mülk sahibi köylülerin topraklarından atılma ve mülksüzleştirilmeleri sürecidir. Bu süreç, bölgenin çeşitli yörelerinde değişik hızda ve genişlikte gelişti. En belirgin olarak da yabancılara ve özellikle de İngilizlere ait topraklar üzerinde görüldü.” (s. 141) Toprak sahibi olan İngilizlerin bir listesini çıkartan Orhan Kurmuş, İngilizlerin Batı Anadolu’da satın aldığı toprakların alanının 2.400.000 ile 2.800.000 dönüm arasında olduğunu tahmin ediyor. Buna Rus, Ermeni ve Yahudilerin eline geçen topraklar da eklendiğinde rakam 5 ile 6 milyon dönüme erişiyor. Topraklarından zorla veya aldatmacayla atılan köylüler direnmeye çalışıyorlar. 1883 yılında Söke ve Nazilli yakınlarında bazı İngiliz çiftlikleri işgal ediliyor. 1895 yılında Rum asıllı bir İngiliz vatandaşına ait çiftlik binaları, makineleri ve ürünleriyle birlikte ateşe veriliyor. Fakat kısa sürede bastırılıyor bu direnişler. Sonuç mülk sahipleri, hissedarlar ve Osmanlı hükümeti açısından memnuniyet verici olduğundan demiryolu güzergâhı yeni imtiyazlarla uzatılıyor ve toplam uzunluğu 1912 yılında 582 kilometreyi buluyor. İlginç bir ayrıntı, demiryolunun, küçük bir kısmı hariç olmak üzere, geleneksel kervan yolunu izlemesi ve istasyonların kervan duraklarında kurulmuş olması. Fakat bu arada bölgenin tarımsal ürün dokusunun tamamen değiştiğini görüyoruz. Orhan Kurmuş ekonominin, emperyalizmin etkisi altında tek yönlü geliştiğinin altını çiziyor: “Emperyalizm girdiği ülkelerde üretken güçleri geliştirir. Ama bu gelişme emperyalist ülkelerin çıkarları neyi gerektiriyorsa o yönde olur. Soruna tarihsel bir açıdan bakılırsa, bugün bir veya birkaç ürün ihracatında uzmanlaşmış ülkelerin hepsinin, önceleri serbest rekabetçi, sonraları tekelci kapitalizmin doğrudan etkisi altında böyle bir uzmanlaşmaya itildiği görülür. Güney Amerika ülkelerinin kalay, bakır, nitrat, kahve, buğday; Malaya’nın ham kauçuk; Mısır ve Sudan’ın pamuk; birçok Afrika ülkesinin değerli metaller ve yetiştirilen bitkiler ihracatında uzmanlaşmaları emperyalizmin etkisi altında olmuştur.” (s. 258) Batı Anadolu ekonomisinin tek yönlü gelişimi en iyi tarım ürünleri ihracatında gözlemlenmekte. 19. yüzyılın ikinci yarısında İzmir Limanı’ndan yapılan ihracatın yarıya yakını İngiltere’ye yapılırken, toplam ihracatın % 70’i beş tarımsal üründen, yani kuru üzüm, incir, meşe palamutu, afyon ve tütünden ibaret. Bölgedeki madenciliğin krom, manganez, antimuan ve zımpara taşı üretimine yönelmesi ise tamamen emperyalist ülkelerin, imalat sanayiinde kullanılan bu maddelere duyduğu gereksinimden kaynaklanıyor. Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Orhan Kurmuş’un Londra Üniversitesi’nde 1974’te tamamladığı doktora tezinin kitaplaştırılmış hali. Bir ekonomik ve toplumsal tarih kitabında, titizlikle araştırılmış, onca belge, rakam ve bulgunun hiçbir akademik kuruluk içermeden, gayet özlü bir anlatımla kurgulanışı kimi okurlara şaşırtıcı gelecektir, bundan eminim. Fakat ODTÜ İktisat bölümünün eski öğrencileri, Orhan Hoca’nın sıkıcı olmadan ciddi olabilmedeki becerisine aşinalar. Ben öğrencisi olma şansını 80’li yılların başında kıl payı yakalayabilmiştim; Orhan Kurmuş aynı bölümde çalışan 11 öğretim üyesiyle birlikte 1983 yılında, YÖK’ü protesto etmek için okuldan istifa ederek ayrıldı. Birden fazla seçeneğin, hatta kimilerinde hepsinin doğru olabildiği; bazı sorularda ise hiçbir seçeneğin doğru olmadığı “test” sınavlarını Hoca’nın nasıl hazırladığı benim açımdan gizemini hâlâ koruyor. BUNALIMIN EŞİĞİNDE... Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi‘yle ilgili sözü edilmesi gereken bir başka önemli nokta, kitabın bu dördüncü baskısı için yazarının eğlenceli bir dille kaleme aldığı önsöz. Burada bir bilim insanının 68 kuşağından bir genç olarak otoportresi yer alıyor. Sosyalist Fikir Kulübü’nü, “Vietnam Kasabı” Komer’in arabasının yakılışını, 70’li yıllardan Londra manzaralarını, bir tapınağa benzeyen British Museum’u, TCDD arşivlerini de hikâyesine dahil ederek. Doktora jürisinde yer alan İngiliz akademisyenlerden biri, “senin solcu birisi olduğunu anlamalıydım” diyor Orhan Kurmuş’a. Dünya görüşü farklı birinin bu araştırmadan aynı sonuçları çıkarsaması zaten ihtimal dahilinde değil. Kitabın son bölümünde, altı da çizilerek şöyle bir saptama yapılıyor örneğin: “Tarihsel gelişim içinde Türkiye’nin emperyalist ülkelere olan bağımlılığının ekonomik anlamı, emperyalist ülkelerin Türkiye’nin üretken güçlerini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmelerinin yanı sıra bu ülkelerin geçirmekte olduğu bunalımların Türkiye’de aynen duyulmasıdır.” (s. 264) İngiltere’deki devresel hareketlerin Batı Anadolu’daki ekonomik hayata nasıl yansıdığını ele alan bulgular, kitabın belki de en çarpıcı, en “güncel” kısmını oluşturuyor. Yeni bir bunalımın eşiğinde olduğumuz şu günlerde, dünya ekonomisiyle yerel ekonomi arasındaki bağlaşımın kesildiğini iddia/temenni ederek, bir anlamda “decoupling” duasına çıkanlar bilhassa okumalı. ? dinceryesim@yahoo.com Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi/ Orhan Kurmuş/ Yordam Kitap, Mart 2008/ 303 s. SAYFA 8 CUMHURİYET KİTAP SAYI 972