07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Komünistlerin tasfiye edilmediği bir Türkiye bugünküyle kıyaslanmayacak bir yerde olurdu. Tam da bu nedenle kuruluş döneminin bir de komünistlerin bize bıraktığı belgelerden okunmasına gereksinim bulunmaktadır. “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası” kitabı, bu açıdan önemli bir boşluk dolduruyor. Erdoğan AYDIN Kritik Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası seksiyonu olarak çalışması yanında Komintern ve Sovyet dış politikası arasında zaman zaman yaşanan gerilimler de, Türkiye komünist hareketinin hem yerelleşmesini hem de istikrarlı bir gelişim çizgisi izlemesini önemli oranda zorlaştıracaktır. Diğer yandan kitap, komünistlerin adeta kronik bir hastalık olarak birbirleriyle çok uğraşması ve hizipleşmelerinin de, komünist hareketin giderek güç kaybetmesinde nasıl ciddi bir rol oynadığını gösteriyor. Bununla birlikte, “M. Suphi gurubunun ‘devrim şehitleri’ olması, hem hareketin kahramanlığıyla övünmek için yararlı hem de arkalarında pek az kişi kaldığı için sakıncasızdı” gibi niyet okuma ifadelerinin kitabın ağırlığına uymadığını belirtmeliyim. için, partilerinin “resmi Komünist Fırkasına iltihak etmesi teklif ettiler ve iltihak teklifini polis müdüriyeti ve askeri polis teşkilatı reisi vasıtasıyla tehdide kadar vardırdılar” diye yazacaktı. Bu gelişmeler üzerine gizli Komünist Partisi de, yasal bir parti olarak kurulma yoluna gidecek, ama ismi alındığı için, “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası” adıyla kurumlaşacaktır. ‘Komünist’ kelimesiyle eşdeğer tutulan ‘İştirakiyun’ nitelemesi, İslami/Arabi bir duygu yarattığından ve Şeyh Servet Efendi’nin isteği üzerine benimsenecektir. I. Dünya Savaşı sonrasında tüm dünya alt üst olurken kuzeyde Çarlık, güneyde Osmanlı İmparatorluğu son buluyor. Bunların küllerinden ise iki yepyeni ülke doğuyordu. Bu olağanüstü altüstlük örneğinde iki ülkenin birbirleriyle, ama özellikle Sovyetler’in Türkiye’ye desteği anlamında oldukça yakın ilişkileri oluyor. Türkiye ile Sovyetler arasındaki ilişkiler, bu iki ülkenin İngiltereFransa ilişkilerindeki gelişmelere göre biçimleniyor. Her iki ülkede de süreç, büyük ileri atılımlarla birlikte kendi iç farklılaşmalarını tasfiye eden, katı bir merkeziyetçiliğe yöneliyor. 1920 yılı bu açıdan önemli bir dönemeç; Sovyetler’de Parti’nin X. Kongresi ‘Birlik Kongresi’ adına her türlü muhalefeti yasaklarken, Türkiye’de de benzeri bir sürece gidiliyor. Bu daralmadan en çok etkilenenler de, kurtuluş ve çağdaşlaşma sürecine önemli katkılar yapan komünistler oluyor. Sovyetler’deki sosyalist devrim, bu daralma sürecinden pek çok önemli yol arkadaşını kaybederek ve demokratik yapılanma olanağını yitirerek çıkarken, benzer bir süreç de burjuva demokratik devrimin öngünündeki Türkiye’de de yaşanıyor. Sovyetler emperyalizm karşısında bir müttefik kazanma kaygısıyla Türkiye’ye olağanüstü bir destek sunarken, onun bir parçası olan Komintern de Türkiye seksiyonunu güçlendirmek istiyor. Buna karşı Mustafa Kemal de, Sovyetler’in bu desteğini yitirmek istemezken, kendisinden bağımsız bir komünist hareketin kurumlaşmasını istemiyor. İşte komünistlerle Kemalistler arasındaki ilişki bu hassas dengede şekillenecektir. Bu şekillenmenin en ilginç yanlarından biri de Komintern temsilcisi (Golman) ile Sovyet temsilcisi (Aralov) ve politikalarının, Türkiye özgülünde birbirinden farklılaştığı, zaman zaman da zıtlaştığı gerçeğidir. mümkün. Öyle ki gazete, bu atmosferin etkisiyle gerçek komünistin kendisi olduğunu iddia edecektir: “Yurdumuzdaki komünistlik akımları ikiye ayrılmakta ve bunlardan bir bölümünün saf ve samimi olduğu (Yeşil Ordu’nun resmi TKF’na gidecek kolu), ötekilerin ise (Hafi TKP ile Yeşil Ordu’nun THİF’e gidecek kolu) şarlatanlığa ve entrikacılığa dayandığı” ileri sürülmektedir. Fakat, “her şeyden evvel her türlü sui tefehhümata mani olmak için şunu haber verelim ki, Hâkimiyeti Milliye bu cereyanlar arasında en ileri gidenin önünde bulunmayı, yahut daha açık bir ifadeyle dünyanın sade manzarasını değil, hatta temellerini de değiştirmeye doğru giden komünizm hareketinde icap ederse azami programın dahi müdafii olmayı bugün değil, çoktan beri mesleğine kaydetmiş bulunuyor. Hâkimiyeti Milliye Tanzimatçı ruhlu taklit bir komünizm değil, Türk ve Anadolu bünyei içtimaiyesinin istediği hakiki ve feyyaz bir komünizm müdafiliğini yapmayı, Türkiye’yi hakikaten bir selamete çıkarmak işinin esası ve temeli addeder.” (sayı 63) 65. sayısında ise; “Bolşevizm inkılabı, bütün komünizm hareketleri için bir örnek, bir model değil, pek kıymetli, pek canlı, pek muazzam bir rehberdir. Bu rehberden istifade etmeyi, onun gösterdiği yollardan gitmeyi ne kadar candan arzu edersek onun usullerini şekil itibariyle aynen taklit etmekten de o derece hazer ederiz” denilerek, komünistlerle adeta komünistlik yarıştırması yapılmaktadır. KOMÜNİSTLER TASFİYE EDİLMESEYDİ Döneme dair bugüne kadar bilinmeyen pek çok belgeyi bize sunan kitap, kuruluş döneminin daha bütünlüklü olarak kavranmasını sağlamaktadır. Bu yeni bilgilerin ışığında kaçınılmaz olarak karşılaşacağımız soru ise, acaba başka türlü davranılsaydı bugünkü Türkiye’nin nasıl olabileceği sorusudur. Açıklıkla görülebileceği gibi komünistler Mustafa Kemal’i düşman görmemiş, Kurtuluş Savaşı’na rezervsiz katılmış, gözlerini diktikleri Sovyetler Birliği de Türkiye’nin biricik dostu ve destekçisi olmuştur. Meclis çoğunluğuna karşın komünistler bağımsızlık, laiklik, cumhuriyet gibi hedeflerde Kemalizmle örtüşmektedir. Ancak kendilerini işçilerin haklarıyla bağlamakta ve daha köklü azami program hedefi gözetmektedirler. Bununla birlikte bu hedefleri kurtuluş ve cumhuriyete karşı bir kalkışma gerekçesi olarak kullanmamakta, dahası Mustafa Kemal’i özellikle gözetmektedirler. Dolayısıyla komünistlerle farklı bir ilişkinin mümkün olduğu gerçeği bir yana, böylesi bir politika izlenmesi halinde sonraki Türkiye’nin çok farklı olacağı da kesindir. Spekülasyona düşmeden kesin olarak iddia edilebilir ki; komünistlerini tasfiye etmemiş bir Türkiye toprak reformunu gerçekleştirebilir, dolayısıyla köylüyü “efendi” konumuna yükseltebilirdi. Komünistlerini tasfiye etmemiş bir Türkiye’de sosyal adalet yerleşik bir değer olabilir, işçileri örgütlü, dolayısıyla solsuz bir sağcılar cennetine dönüşmezdi. Laiklik ve modernleşme sağlam bir toplumsal zemine oturur, demokratikleşme bizzat iç dinamikleriyle kurumlaşma zemini elde eder, halkın cumhuriyete, cumhuriyetin halka bu denli yabancılaşması söz konusu olmazdı. Komünistleri tasfiye edilmemiş bir Türkiye Amerika’nın yeni sömürgesi durumuna düşmez, Köy Enstitüleri toprak ağasına yem edilmezdi. Özetle komünistlerin tasfiye edilmediği bir Türkiye bugünküyle kıyaslanmayacak bir yerde olurdu. Tam da bu nedenle kuruluş döneminin bir de komünistlerin bize bıraktığı belgelerden okunmasına gereksinim bulunmaktadır. Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası kitabı, bu açıdan önemli bir boşluk dolduruyor. Kuşkusuz tarih tek yanlı okumalarla doğru anlaşılamaz, ama hiç olmazsa bu çok temel eksikliğimizi gidermiş oluruz. Aydınlık bir Türkiye için az şey mi?? [email protected] KİTAP SAYI 917 GÜVEN SORUNU Komünistlerle Mustafa Kemal arasında, özellikle Yeşil Ordu’nun güçlenmesi nedeniyle yaşanan soğukluk üzerine Nazım Bey, Paşa’nın yanına giderek, “bu itimatsızlığın bir vehimden ibaret olduğunu, ilk günden bugüne her şeyden kendisini haberdar ettikleri halde bu itimatsızlığa bir sebep olmadığını serdetmiş. Bunun üzerine Paşa, siz benden gizli gizli işler yapıyorsunuz. (…) Ethem Bey’i bile tahlif etmişsiniz ve şimdi Ethem Bey hiçbir kumandan tanımıyor demesi üzerine, evet Ethem Beyi tahlif ettik ama sizin de bu işin başında olduğunuzu söyledik. (…) Faaliyete nihayet verilmesini ve propaganda yapılmamasını ve kendisinin cepheye gideceğini söyleyen Paşa’ya, Nazım faaliyetin avdetinize kadar tatil olunabileceğini ve fakat herhalde bu faaliyete devam zaruri olduğunu cevap vermiş…” (s.130) Diyalogdan da anlaşılacağı gibi Nazım Bey Mustafa Kemal’i sürecin önderi olarak kabullenmekte, onun önderliğiyle sorunları olmadığını belirtmekte ve ilişkilerin kopmasını istememektedir. Buna karşılık komünistler olarak da varlıklarını sürdürmek istemektedir. Büyük olasılıkla Mustafa Kemal de bunun farkındadır ve en azından Sovyet resmi temsilcileriyle olan sıkı bağı nedeniyle komünistlerin sorun çıkarmayacağını düşünmektedir. Ancak süreçten memnuniyetsiz herkesin toplanma merkezi olma olasılığı nedeniyle Komünistlerin bağımsız varlığını istememektedir. Sağdaki hükümet kadrolarında daha da belirgin olan bu rahatsızlığın sonucu olarak THİF’in kapatılması politikası, Rauf Bey hükümeti tarafından önce komünizm propagandası yasaklanarak uygulamaya konur. Yani Mustafa Kemal Büyük Taarruz’da iken hükümet komünistlere karşı yasaklama uygulamaları başlar. Komünistlerle merkezi hükümetin ilişkileri iyice soğur. Ancak bundan sonra da Mustafa Kemal’in Aralov’a ve Frunze’ye sıcak ilişkisi sürer. Esasen Meclis’teki birçok üyeden daha fazla onlara güveniyor. Güveni de boşuna değil. Aralov THİF’in olası bir darbeyle iktidarı alma planını Mustafa Kemal’e ihbar ediyor. KOMÜNİST PARTİ ÇİFTLEŞİYOR Kitaptan da belgelendiği gibi 192023 arası dönemde Türkiye komünist hareketi, sonraki Türkiye gerçekliğinin tam tersine oldukça güçlü bir konum sergiliyor. Parlamentodaki temsilcileri yanında Yeşil Ordu’su, aydınlar nezdinde yükselen grafiği ile yeni kurulan Türkiye’de etkili bir hareket durumundadır. Yeşil Ordu’nun da genel sekreteri olan Tokat Mebusu Nazım Bey’in 4 Eylül 1920’de BMM tarafından İçişleri Bakanı seçilmesi de bu gücü gösteriyor. Ancak kitabın gösterdiği kayıtlara göre Mustafa Kemal tarafından istifaya zorlanacaktır. Açık siyaset yapma olanakları da kısıtlanacaktır. Buna rağmen Komünist partisinin yükselen gücü hükümetin ondan ürkmesini ve bu yükselişi denetlemek için resmi bir Türkiye Komünist Partisi kurulmasını getirecektir. Bu parti Celal Bayar, Yunus Nadi, Hakkı Behiç, Muhittin Baha, Mahmut Esat Bozkurt, Mahmut Şevket gibi dönemin en öndeki aydınları tarafından kurulacaktır. Gizli Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri Salih Hacıoğlu, bundan sonrası YERELLEŞEMEMEK Erden Akbulut ve Mete Tunçay’ın, “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası” adıyla yayımlanan kitabı (Sosyal Tarih Yayınları), 19201923 Türkiye’sindeki gelişmeleri anlamak için büyük değerde bir çalışma örneği. Binlerce belgenin taranıp çevrilmesi ve yorumu dahil, TÜSTAV ve Yücel Demirel’in yanında, Banu İşlet, Cemile Moralioğlu, Emel Seyhan, Meral Bayülgen ve Şeyda Oğuz’un da ortak emekleriyle gerçekleştirilmiş bu gerçekten de titiz çalışma, Cumhuriyet tarihinin, komünistlerden kalma belgelerle aydınlatılması misyonu görüyor. Yazarların da belirttiği gibi “Kitabın kolay okunur bir çalışma olmadığı aşikâr. Ancak kitabın içerdiği bilgilerin zenginliğinin, ona ayrılacak zamanı fazlasıyla hak ettiği” fikrini ben de paylaşıyorum. Diğer yandan kitabın titiz indeksi, döneme ve kişilere ilişkin başvuru kaynağı olarak kitaptan yararlanabilmeyi de önemli oranda kolaylaştırmaktadır. Kitap komünistlerin Kemalistler yanı sıra İttihatçılarla yaşadığı sorunlar yanında komünistlerin kendi aralarında ve Sovyetler’le yaşadıkları sorunlar açısından da çarpıcı bir kaynak oluşturuyor. Komintern SAYFA 24 KOMÜNİSTLERİN SÜREÇTEKİ ETKİSİ Tokat Mebusu Nazım Bey Dönemin komünist hareketinin gücünü bizzat hükümetin yayın organı Hâkimiyeti Milliye’nin yazılarından bile izlemek CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle