25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? ile ilgili sorularınıza gelince. Yarın dergisini Sevgili Serhat Baysan yönettiği sırada yayımlandı... Diğer birkaç benzer boyuttaki şiir kitaplarıyla birlikte. Bir Demet Özlem'de şiirle dilin özel bir uyumu var. Şiirle dil ilişkisini nasıl açıklıyorsunuz? Bana göre dil ustaları, tasarlayıp da dokunamadıklarımızın yaratıcıları… Ne dersiniz? Arıyla çiçeğin, meşe palamutu ile sincabın ve okuruna saygı duyan her yazarla olan ilişkinin aynısıdır bu. Kendi dilini kısıtlı olarak kullanan, dilimizdeki gelişmelerin bir kısmına bu nedenle katılamayan ama yozlaşmadan da uzak kalan bir yazın meraklısı olarak dilin şiirde, hatta düşünceden de önde geldiğini düşünüyorum. Akıcı ve özgün bir dil olmadan, şiir de olmaz. Özgün olmak için, ille de “tip” olmak gerekmez. Okur bulur kendi ozanını. Gerisi nafile laf... Mutlu Kadınlar bir diğer şiir kitabınız. Adı ilgimi çekti. “Mutlu Kadınlar” bir avuç ayrıcalıklı kadını düşündürdü bana. Niçin böyle bir ad seçtiniz? En çok ilgi toplayan ve en çok yanlış yorumlanan şiirimdir Mutlu Kadınlar. O aslında mutsuz kadınları anlatmaktadır. Son üç dizeyi izninizle anımsarsak: “mutlu kadınlar / gözlerinden bellidir / mutsuzlar da”. Mutlu kadınlarla ilgili olarak şiirde daha önce sıralanan bütün özelliklerin tersi mutsuz kadınlar için geçerlidir. Burada, Stockholm'de bazı şiir gecelerinde bu şiirin İsveçcesini okudum. En çok bu şiir ilgi gördü: Ama herkes yanlış anladı. Sevdiğim bir çalışmadır bu şiir. Hoşgeldin son şiir kitabınız ve hemen altında da “Aşk Şiirleri” nitelemesi var; bir kapıyı aralar gibi… Hem şiirin hem aşkın kapısını… İkincisi sizi ilgilendirir, ama birincisi için şiirde yeni bir yöneliş diyebilir miyiz? Yeni denilebilir mi, bilmiyorum. Çünkü şiir dünyamızda “aşk ve kavga şiirleri”, “sevda şiirleri” gibi alt başlıklarla çıkan kitaplar var. Ben böyle davranarak, ilgilenene doğrudan bir mesaj vermeyi amaçladım. Aşkın kapısı zaten her zaman aralıktır. Siz içerden ne kadar sürgüleseniz de pat diye sonuna kadar açılabilen bir kapıdır o. Şiirin kapısı da herkese açıktır; iş, o kapının önünden geçerken durup, merak edip eşikten geçmenin göze alınmasıdır. Bu çalışmamda hiçbir yeni yöneliş yok; yalnızca, kendi kafama göre daha önce yapmadığım bir şeyi denedim ve farklı yazım şekillerindeki şiirleri bir araya getirdim. Örneğin ben şiirlerinde kolay kolay büyük harf ve noktalama işaretleri kullanmayan, başkalarından alıntı yapmayan biriyimdir; bunların hepsini bu çalışmamda denedim ve başarılı olamadım. Hepsi sırıttı kaldı. Önceki düzenime geri döneceğim, eğer kısmet olur da yeni bir şiir kitabı çıkarabilirsem. ÖYKÜLERİ Gabriel ilk öykü kitabınız sanırım. Birinci baskısı Yansıma Yayınları’ndan (1982), ikinci ve üçüncü baskıları ise Yarın Yayınları’ndan (1983, 1989, Stockholm) basılmış. Öykü serüveninizi sizin dilinizden dinleyebilir miyiz? Benim anlatabileceğim bir öykü serüvenim yok. Öykü yazmaya, şiirle aynı zamanda başladım. İki türü de çok seviyorum. Tekin Sönmez, tek başına ve büyük özveriyle Yansıma dergisini çıkarıyordu; ben de İsveç'ten katkıda bulunuyordum. 'Gabriel'i ve ilk şiir çalışmamı derginin adı altında yayımladı. Benim, sizin deyişinizle “öykü serüveCUMHURİYET KİTAP SAYI nim”, bir köşeye çekilip el yazısıyla 78, daktiloyla 34 sayfalık öyküler yazmamdan ibarettir. Yarın dergisine, İsveç temsilcisi olduğum için yılda en çok bir öykü (ve bir şiir) gönderirdim. Bunun nedeni; benim çalışmamı, temsilcileri (veya ağabeyleri) olduğum için mi, yoksa yayımlanmaya değer buldukları için mi dergiye koyacaklarını bilmiyor olmamdı. Kendimi asla bir yazın peygamberi ilan etmiyorum; ama bu tür özgün huylarım olduğunu da inkâr edemem. Geceyarısı Güneşi ikinci öykü kitabınız, Yarın Yayınları’ndan (1994, İst.) çıkmış. Kitapta on iki öykü var. Bu kez bölümlere ayrılmamış. Kapakta André Brink'ten alınmış “…insan yaşantısında er ya da geç öyle bir noktaya gelir ki, geçmişin dökümünü yapmadan ne ilerleyebilir ne de ilerlemek ister. Kendi kendisine yetişebilmek için…” sözleri dikkatimi çekti. Öykünün yaşamınızda nasıl bir yeri var? Geceyarısı Güneşi için çok çalıştım. Sıradan bir gurbet edebiyatı olmamasına özen gösterdim. Emeğiyle geçinen insanların sorunlarının her ülkede benzer olduğunu yansıtmayı amaçladım. Hemen hemen hiçbir öykümde otobiyografik yan yoktur, ama özellikle kitaba adını veren öykü konusunda ne dostlarımı buna inandırabildim ne de okurları. André Brink'ten yaptığım alıntı dikkatinizi çekmiş; Yitik ve Mavi gibi bir öykü kitabını yazan bir yazar olduğunuz için bu ilginizi yadırgamadım. André Brink çok sevdiğim bir yazar. Ama burada bu konuyu uzatmak, kısıtlı sayfaları yanlış kullanmak olur. Onun yerine sorunuza, öykünün yaşamımdaki yerine geliyorum: Yaşantımda; kâğıt, kalem, silgi, daha sonraları daktilo ve nihayet ellisinden sonra, oğlumun taş devrinden kalma diye dalga geçtiği bir bilgisayar, aile sorumluluklarım arasındaki kaçınılmaz öğeler oldu. Bana kalsaydı yalnızca şiirle uğraşırdım; ama ortam ve bencillikten kaçındığım için bana pek acımayan koşullar, çok yönlü olmamı gerektirdi. Öykü okumayı da, yazmayı da çok seviyorum. Yanlış anlaşılmasın; yalnız şiirle kendini anlatabilmenin mümkün olduğu bir dünyada, sadece şiirle yetinebilirdim. Araya öykünün de girmesi gerekti. Şikâyetim yok. Dünyaya yeniden gelirsem, bu 34 gariban kitaptan daha fazlasını çıkarmaya söz veriyorum. Sayın Uçkan, son öykü kitabınız Sevginin Çiçek Açtığı Yer adını taşıyor. Sevgi, başlı başına bir çiçek, bir de onun çiçeklenmesini düşününce katmerli, kokulu, renk renk bir dünya açılıyor önümüzde… Üstelik kitabın kapak fotoğrafı da size ait; koyu yeşilin içinde tek bir kırmızı, çarpıcı, albenili… Kitabınızın adından ve fotoğraf sanatçılığınızın öykülerinize yansımasından söz edelim mi? Çiçek açmak, bir güzelleşmedir, beklenen an'a ulaşmış olmanın sevincidir. Bitkiler için bu, uzun bir kışın geride kalmasıdır; geçici bir süre için de olsa, giyinip kuşanıp, takıp takıştırıp ortaya çıkmaktır. Boşuna değildir çevrelerinin derhal arılarla dolması, çocukların annelerine, öğretmenlerine demet demet çiçek vermesi ve sevgilerin, uzatılan tek bir gülle, karanfille dile getirilmesi. Ancak bazı çiçekler, açamadan kurumuş bir bitkiye dönüşür; aynen bazı sevgiler gibi. Ne kışlar geçirirler kendi köşelerinde, ne şiirlere dökülürler çekmecelerde kalmak için ve en hazini de birçoğu kişinin kalbinde açmakla yetinir. Onları ne sevilenler görür ne de özlemi çekilenler. ? 917 SAYFA 17
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle