06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yapıtları ile yaşayacak Gürhan Uçkan ya da İnce Şeyleri Anlamak ri çıkan yazılarınızı büyük bir zevkle okuyoruz. İsveç'te yaşamak, yurtdışından yurtiçindeki nabzı tutmak, Cumhuriyet yazarı olmak nasıl bir duygu? Ben, “Cumhuriyet yazarı” olmayı henüz hak etmiş değilim; bu güzelim kuruma kaç satır katkım olursa, büyük bir mutluluk kabul ediyorum. Pazar Yazıları insana büyük bir özgürlük veriyor; gazetecilikle yazarlığı birleştiriyor. Bana kalırsa bu yalnızca bizim gazetede mümkün oluyor. Hiç olmadık anda, ortamda ve şekilde bizim gibi “dışarıdan yazanlara” ilginç, aşırı alçakgönüllü davranmayayım, sıcak tepkiler geliyor gazetemin sevgili okurlarından. Türkiye benim memleketim; İsveç, iki çocuğumun doğduğu ve yaşadığı, ekmek paramı kazandığım ülke. Bu iki ülkeyi yazılarda “buluşturmak” çok, ama çok zevkli oluyor. Ama, buluşmadığı zaman, örneğin bir milli maç, o zaman ben “kız tarafıyım”, yani Cebecili... (Dileyen erkek tarafı da diyebilir.) Şunu içtenlikle ekleyeyim ve bunu dilerim kimse gazetenin propagandası olarak yorumlamaz, gazeteme bir telefon edip santraldaki sevgili arkadaşların bir merhabasını, sıcaklığını duymak, her şeye değer! Büyük bir ayrıcalık bu gazetenin İstanbul ve Ankara'daki binalarına uğramak ve kapıdaki koruma görevlisine, “Ben Cumhuriyet'in İsveç temsilcisiyim!” demek! Bu, benim hayatımdaki tek ayrıcalığım ve bundan gurur duyuyorum! Kitapları Üstüne ŞİİRLERİ Sevdalar da Geçici ilk şiir kitabınız. Kitaba adını veren “Sevdalar da Geçici” şiirinde “şöyle bir iç çekerek ölmeli mi ne / bulvarlarda yapraklar uçarken / şöyle bir göz kapayıp gitmeli mi” dizeleri okura hem sonbaharın hüznünü hem de sevdaların geçiciliğini yaşatıyor. Aynı şiirde yer alan “varyok bir rüzgâr” ve “nedir içindeki bu doluboşluk” tamlamaları da şiire ayrı bir dil tadı katıyor. “Haylaz bir çocuk gibi bana esen”, “aynı halden anlamaz rüzgârlar mı” (s. 11), “sen apansız arkanı dönüp gittiğinde / beni yapraklarına alan bu sonbahar mı” (s. 12), “bahar yağmurları gibi birden gelesin” (s. 14), “yorgun bir iskele inledi ayak altında” (s. 15), “güzelim kendini getirmiş / ne yaz ne kış ne gece ne gündüz / seve seve bitmez tükenmez / yıllarımı bana geri getirmiş” (s. 18), “ellerinin arasındaki eylül bitti” (s. 26), “biz miydik bu kentte güpegündüz / eylülü bitiren” (s. 27) dizeleri bölüm başlığını çok güzel tanımlıyor. Sevdalar da gençlik de eylül de geçici. Ya uslanmaz yüreği insanın? O niye her şeyin geçiciliğini bile bile sever? Uzun yolların yolcusu olur? Bu dizelerin ozanı bu sorulara bugün ne yanıt verir? “O niye her şeyin geçiciliğini bile bile sever?” diye soruyorsunuz, çok can alıcı alıntılar yaptıktan sonra. Çünkü insan severken geçiciliği düşünmez. Bu, yalnızca kadınerkek ilişkisi değildir. O çalışmayı hazırladığımda çok daha gençtim. Ve biliyor musunuz, Sevgili Oğan, haklı çıktım! Sevdalar da geçti ve yerlerini yenilerine bıraktı. Ama sonuncusu hangisi, dilerim ölmeden önce bilirim! Haykıran Sessizlik kitabınız Savaşı Değil, Çocuk ve Yol, Selamlar başlıklarını taşıyan üç bölümden oluşuyor. Bölümler, hem kendi içinde hem de öteki bölümlerle bir bütünlük içinde. Ozanından kitabın öyküsünü dinleyebilir miyiz? Sevgili Oğan, Haykıran Sessizlik KİTAP SAYI Gazeteci, yazar, şair ve çevirmen Gürhan Uçkan'ı 5 Aralık 2006 tarihinde kaybettik. Cumhuriyet gazetesinin Stockholm temsilcisi olan Gürhan Uçkan ile Münevver Oğan'ın yaptığı son söyleşiyi sunuyoruz sizlere. ? Münevver OĞAN ürhan Uçkan'ı kendi dilinden tanıyabilir miyiz? Kendinden söz edecek son insana yöneltiyorsunuz sorularınızı... Kişinin ulaşabildiği kadar okurun görüşüne göre yazar, ozan, gazeteci veya başka bir sanatın insanı olarak görülen herkesin, kendisi değil, yaptığı konuşur; zaman zaman yapmadıkları da! Buna karşılık, Şilili (sevgili) ozan Nicanor Parra'nın dediği gibi, önemli olan, “Ak kâğıt üzerinde bir adım ilerlemektir.” Bunu okur / sanatsever görür; karar ve yorum onundur. Bana bu ilgiyi göstermiş olmanız, belki benim de o kâğıt üzerinde birkaç milim ilerlediğim anlamına geliyor olabilir. Sağ olun! Gürhan Uçkan her zaman için, “Ben yazarım, bütün aile / ev bana uymak zorundadır, daktilomun başına geçtiğim anda, evde çıt çıkmamalıdır,” diyen yazarlardan nefret etmiş birisidir. Evde çıt da çıkar, hır da! Yazarlık bir ayrıcalık değildir! Biri bir şey yazıyor diye, herkes ona katlanmak zorunda değildir! Bir manav, mesleğini yerine getiriyorsa, ona herkes katlanır mı? Ama, emeğe saygı gösterilir! Sevgili Aziz Nesin'in dediği gibi, “Yazacağı bir şey olan kişi, oturur yazar!” O ki altında bir şort, üzerinde bir fanila, masa ve sandalyesi bile olmadığı için döşemenin üzerinde yazmış bir insandır! Sevgili Tahsin Saraç, Stockholm'de, Aziz Nesin ile birlikte katıldığı bir toplantıda anlatmıştı: Moskova'da bir toplantıya katılmak için G birlikte olduklarında, otel odasının tuvaletine giren Aziz Nesin, bir türlü çıkmak bilmiyormuş. Tahsin Saraç, kapıyı yumruklamak ve gecikiyor olduklarını söylemek zorunda kalmış. O zaman içeriden Aziz Nesin, elinde bir sayfa kâğıtla çıkmış. Meğer orada da çömelmiş, klozet kapağında, o an yazmadan duramayacağı bir şeyi yazıyormuş! Bu iki değerli sanatçıyla aynı paragrafta adım geçiyorsa, suçlusu sizsiniz, ben değil! Tek bir okur bir benzetme olduğunu sanırsa, çok üzülürüm. Mesaj çok açık ve yalın: Yazacağı bir şey olan, koşulları ne olursa olsun, yazar! Yazdığı kadar da var olur! Yazamadığı da yazılmadığıyla kalır! Ben bu son kategoriye giriyorum, sanırım. Yansıma, Sanat ve Toplum, Yarın dergilerinde şiir, öykü, inceleme, haber ve yorum yazıları yayımladınız. Bu dergilerin yaşamınızdaki yerinden söz eder misiniz? Yarın'ın daha özel bir yeri var sanırım. Yansıma'yı, ilk yazılarımı yayımlayan ve ilk iki kitabımı basan (1982) Tekin Sönmez ve bu vesileyle tanıştığım bazı dostlar nedeniyle Necati Mert, Sadık Aslankara, Süreyya Berfe ve diğerleri sevgiyle anıyorum. Sanat ve Toplum, Sönmez'in cesur ve kişisel bir girişimi sonucu doğdu. Kitap boyutundaydı ve ancak 4 sayı çıkabildi. Benim o dergide Küba ve devrimci kültür üzerine oldukça uzun bir araştırmam yayımlandı. O sıralar Türkiye'de tabu olan ülkelere eğilmeyi, İsveç'teki araştırma özgürlüğünden bu amaçla yararlanmayı bir görev biliyordum. İyi de yapmışım, diyorum. Bu dergiyi de Tekin Sönmez cesaretle ve parasını cebinden ödeyerek çıkardı. Yarın dergisi benim için çok, ama çok özgün bir yere sahiptir. Bu satırları okurlarsa Semih Gümüş (Acar) ve Füsun Öztürk'ün gülümseyeceğini görür gibiyim. Sıhhiye'deki büro basılırken sorumlusundan abonesine, içeride bulunan herkes, en azından hırpalanırken, ben buradaydım, “tuzum kuruydu”. Otuz kadar abone bulmuştum, çevirilerle katkıda bulunuyordum. Yayınlarını satmaya çalışıyordum. Çok azdı bunların hepsi; ama elimden gelen, gelebilen o kadardı! Ve her Ankara'ya gelişimde sevgilerine tanık oluyordum! Mutluluk buydu, Sevgili Oğan, dahil olmak buydu! Ama büroyu basanların, Bulvar'da dergiyi elden satmaya çalışanların yedikleri silleler, onlarındı! Yarın dergisi, özellikle ilk haliyle, her an özlediğim bir deneyimdir. Şimdi alçakgönüllü bir şekilde “Yarın Yayınları, Stockholm” adı altında yılda 34 kitaplık bir amatör yayıncılık sürdürmeye çalışıyorsam, bu bir fedakârlık değil, ticaret hiç değil. Sıhhiye'de, Hanımeli Sokak'ta o içtiğim birkaç bardak çay ve o genç ve güzel insanlar yüzündendir! “Yarın” adı yaşamalıdır! Keşke bir grup oluşturabilsek bunun için... Cumhuriyet gazetesinde pazar günle ? SAYFA 16 CUMHURİYET 917
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle