23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Erbil Tuşalp'le 'Kuklaturka' üzerine Siyasal İslam üzerine fikir egzersizleri “Neleri unutmadık ki? Tüm darbeleri, tüm darbecileri çok sevdiğimizi unuttuk örneğin. İdamları, işkenceleri unuttuk. Faili meçhulleri, yargısız infazları unuttuk. Siyasi partilerimizi, örgütlerimizi, sendikalarımızı, derneklerimizi unuttuk. Cezaevlerindeki çocuklarımızı unuttuk” diyor Erbil Tuşalp. ‘Kuklaturka’ da unutuklarımızı bize tekrar hatırlatıyor. ği'nden, Aykut Edipali'den, Melih Gökçek'e, Mehmet Ali Şahin'den, Yusuf Tülün'e, Yahya Baş'a kadar uzanan geniş bir arkadaş çevresi var. İngiltere'nin, Ortadoğu politikalarının oluştuğu, bünyesinde Kürt Araştırmaları Enstitüsü ve Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsü bulunan ünlü Exeter Üniversitesi'nden de Fehmi Koru ve Şükrü Karatepe, Durmuş Yılmaz gibi ünlü arkadaşları var. Kısaca Gül, bana Harput'ta bir Amerikalıyı çağrıştırıyor. İkiyüzlülüğü kendisine yakıştırıyor. Sipariş olduğu kabulünde “İslamın sırtındaki hançer” oluyor, emanet edildiğinde “İslamın keskin kılıcı” rolünü benimsiyor. Sonuçta, “Türkiye'de Cumhuriyetin sonu geldi... Kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz” söylemiyle Türkiye'nin dindar cumhurbaşkanlığını kendine yakıştırıyor. TARİHİN ÇÖPLÜĞÜ Salt kendisi değil, örneğin Hasan Cemal, Mehmet Barlas, Cengiz Çandar, Ertuğrul Özkök'e kadar birçok insan da onun cumhurbaşkanlığına evet diyor. Onlar bir eküri. Ben kendi geçmişlerini bir pişmanlık olarak yaşayan, insan etiyle beslenen bu arkadaşların ölçüsüz /düzeysiz eleştiri söylemiyle konuşmam. Ama tarihin şaşmaz terazisinde onların da tartılıp değerlendirileceğine inanırım. Nadir Nadi gibi anıtsal bir meslek büyüğünün sağlık nedeniyle birlikte yaşadığı sondasına “plastik çiş kabıyla” diyerek alay eden Hasan Cemal'i de; diktatör Evren Paşa'nın akşam sofrasına “enginarın yanında ah birde Müjde Ar olsa” dizesiyle meze olan, patronu için ihale kovalayan Mehmet Barlas'ın da; Köşk danışmanlığını, banka yönetim kurulu üyeliğini, Pentagon raporculuğunu, kuryeciliği gazetecilik sayan Cengiz Çandar'ın da, bir gün mutlaka tarihin çöplüğünde buluşacaklarını biliyorum. Bir eksiğiniz oldu sanırım. Evet Ertuğrul'dan özellikle söz etmedim. Çünkü onun ülkenin geleceği için yaptığı kötülükleri, neden olduğu adaletsizlikleri bir satıra sığdırmak olanaksız. Kim yazar, kim basar, kim satar bilmiyorum ama onun için ancak kitap yazılabilir. Kitabınızdan bir saptamayla sürdürelim: “İtiraf ya da pişmanlık bir noktaya ulaştığında, genel başkan da, belediye başkanı da, milletvekili de eğri oturup doğru konuşmak zorundaydı. Darwin, Beethoven, Pir Sultan, dahası Mustafa Kemal bile tahrik nedeni sayılmadı mı?” diyorsunuz. Katli vaciplik üzerinden bu vahim noktayı açımlayabilir misiniz? Milli Eğitim Bakanlığı'nın Darwin'e karşı yürüttüğü çağdışı kampanyayı anımsayın. Küçücük çocuklara önce kadının “Adem'in göğüs kemiğinden” yaratıldığı öğretiliyor. Sonra küçük yüreklerine cehennem korkusu salınıyor. Karınların ateşle dolacağı, derilerin dağlanıp eritileceği, kanlı irinli kaynar KİTAP SAYI ? Kâmuran OK itabınızı okuduğumda iki şey, çıkmamak üzere çakıldı kafama: a. Fena halde unutkanız. b. Vaktimiz ve niyetimiz yok anımsamaya, anlamaya. Evet unutkanız. Dahası unutulması olanaksız olan şeyleri bile çok kolay unutuyoruz. Acaba gerçekten unutuyor muyuz? Bence temel sorun bu. Ben hep unutuyormuş gibi davranıldığı kuşkusunu duydum. Kimi kurnazlığından, kimi korkusundan unutmayı seçiyor. Unutmuyoruz. Unutmuş gibi yapıyoruz. Hiçbir ahlaki kaygı duymadan sevinçlerin de acıların da üstünü kolayca örtüyoruz. Sonra da toplumsal ve siyasal belleğimizin olmadığından yakınıyoruz. Yaşadığımız coğrafyaya egemen olan din kaynaklı düşmanlıkları, toplumsal ve siyasal kinleri unutmak söylendiği gibi kolay olmasa gerek. Nasıl unutursunuz işkencede ölen çocuğunuzun acısını? Nasıl unutursunuz diri diri yanan insanları? Unutanın, unutturmaya kalkışanın bir hesabı var bence. Ve bu kirli bir hesap. Sizce başka neleri unuttuk? Neleri unutmadık ki? Tüm darbeleri, tüm darbecileri çok sevdiğimizi unuttuk örneğin. İdamları, işkenceleri unuttuk. Faili meçhulleri, yargısız infazları unuttuk. Siyasi partilerimizi, örgütlerimizi, sendikalarımızı, derneklerimizi unuttuk. Cezaevlerindeki çocuklarımızı unuttuk. Unutulanları mı, unutturanları mı önemsiyorsunuz? Unutulanlar bence daha önemli. Demokrasinindemokratikleşmenin olSAYFA 14 K mazsa olmazlarını unuttuk örneğin... Demokratlığın salt antimilitaristlikle sınırlı olmadığını; demokrasiyi savunan bir insanın antikapitalist, antiemperyalist, antişovenist olması gerektiğini unuttuk. Demokratım diyen bir insanın, emeği, örgütlenmeyi, özgürlüğü ve bağımsızlığı savunmak zorunda olduğunu unuttuk. Unutkanlık çukuruna atılanların uzun bir listesi var aslında. Türkiye'nin geri kalmışlığının temelinde İslamın yattığını unuttuk. Örneğin bugün işbaşında olan siyasi iktidarın, Emevi Müslümanlığının Şerülhalefi olan Suudilerin tellallığını yaptığını unuttuk. Bunların, Muhammed'in peygamberliğini sorgulayan Vehabilerin takipçileri olduğunu unuttuk. Vehabiliğin, İngiliz gizli servislerinin işi, yapay bir oluşum olduğunu unuttuk. Daha ne unutalım? Siyasal bellek yitiminin sizce en önemli sonucu ne? Siyasal bellek yitiminin toplumu siyasal körleşmeye sürüklediği söylenebilir. Örneğin milletvekili seçilme hakkını yitirmiş olan Recep Tayyip Erdoğan'ın parlamentoya taşınmasıyla başlayan sürecin bir meşruiyet sorunu ortaya çıkardığını unuttuk. Ve inanır mısınız, bunu hiç tartışmadık. Tek parti iktidarından devlet partisi iktidarına geçişi sorgulamamanın sonuçlarını bile bile sustuk. Hem unutuyoruz, hem de anımsamak için çaba göstermiyoruz sanıyorum. Erbakan'ın Libya gezisi bu konuda çarpıcı bir örnek bence. Abdullah Gül için şöyle bir ibare geçiyor kitabınızda: Emanet mi, sipariş mi? Libya gezisi Gül'ün emanet mi sipariş mi olduğunun gerçek bir kanıtı dır bence. Gül, Erbakan'ın dış ilişkilerden sorumlu devlet bakanıydı. Başbakanın ziyaret edeceği ülkelerle ilgili tüm bilgileri elinde bulunduran biri yani. Erbakan'ı yakından tanıyan biri. Erbakan'ın İslami Halk Komutanlığı Genel Sekreter Yardımcısı olduğundan elbette haberi var. Kaddafi'nin Başkomutanlığını yaptığı “İslami Halk Komutanlığı”nın İslam dünyasında etkin bir örgüt olduğunu herkes biliyor. Erbakan'ın, bünyesinde Cezayir Hamas Lideri Mahfuz El Nahnan, Tunus Nahda Lideri Raşit El Gannuşi, Filistin Hamas Sözcüsü İbrahim Goşe, İslami Cihat'tan Fethi Şakiki, Sudan İslami Cephe Lideri Hasan el Turabi gibi isimleri barındıran İslami Halk Komutanlığı'nın Genel Sekreter Yardımcısı olmasının ortaya çıkması siyasal İslamı yeraltından yeryüzüne çıkaran somut bir kazanımdı. Bence bu bir milattır. Ve Gül bu kazanımın başta gelen mimarlarından biriydi. Gül'ün emanet mi, sipariş mi olduğunun birden çok kanıtı var, ama bana daha çok sipariş gibi geliyor. Kısa iktidarları döneminden günümüze uzanan süreç içinde Kuzey Irak sorununu Şeyh Osman'a, Kıbrıs sorununu Şeyh Nazım'a bırakan anlayışın altında onun imzası var. 2002 Kasım'ından sonraki başbakanlığında, “Türkiye'nin demokratik İslam devleti olacağına” ilişkin demeç de onun. Recep Tayyip'in “dışişleri bakanı” olarak Türkiye'nin yurtdışındaki büyükelçilerine, “Milli Görüş ve Fethullah Gülen Cemaati ile yakın ilişki kurulması” talimatını veren de o. Daha ne söyleyeyim? Siz bulun, emanet mi, sipariş mi olduğunu. Mücadele Birliği'nden, Milli Türk Talebe Birli ? CUMHURİYET 917
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle