22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? Saçlarımın Şımarık Rengi ? Hasan AKARSU O zan, yazar Atila Er, 1956 ManisaSalihli doğumlu. Uluslararası bir edebiyat örgütlenmesi olan KIBATEK’in (KıbrısBalkanlarAvrasya Türk Edebiyat Kurumu) kuruluşunda görev alıp bu kuruluşun Genel Başkanlığını yapıyor. Ürünleri bugüne değin birçok yazın dergisinde yayımlanan sanatçının aldığı ödüller: 2004 Yılı Bartın Belediyesi 7. Hasan Bayrı Şiir Yarışması’nda Birincilik. 2005 Yılı Mevlüt Kaplan Edebiyat Ödülleri 812 Yaş Arası Çocuk Şiirleri Yarışması’nda İkincilik. 2006 Yılı 5. Yirce Şiir Yarışması’nda İkincilik. Öykü, inceleme, çocuk kitapları, anıdeneme kitabı ve beş şiir yapıtı bulunan Atila Er’in son yapıtı seçme şiirlerini kapsayan “Saçlarımın Şımarık Rengi”. Ozan, seçme şiirlerine beş şiir yapıtından da şiirler alıyor: Sana Dokunduğum Zaman (2003), Türkülerinde Eylül Kardeşliği (2000), Zindan Gülü (1998), Kurşun Soğukları (1997), Düş Yorgunu (1995). Önsöz Yerine adlı yazısında, ilk gençlik yıllarından bugüne değin yaşadıklarını özetliyor. Gün olup düş kurmaktan yoruluyor, “Düş Yorgunu” oluyor. Gün oluyor, ayazları, kurşun gibi duyumsuyor içinde ve “Kurşun Soğukları”nı yazıyor. Büyüyüp “dünya denilen farklı bir zindanda” bulduğunda kendini, “Zindan Gülü’nü yazıyor. Sonra “Türkülerindeki Eylül Kardeşliği”ni yaşıyor. Sevdalara tutuluyor: “...Dağları sevince boğar patlayan sevda. Ne kin kalır, ne husumet; sevince doğar güneş” diyerek sevdiğine dokunduğu zamanları anımsıyor. Zamanı, çocukluk düşlerini süsleyen “alaylı bir çıngırak” olarak betimleyen ozan, güz geldiğinde, saçlarının şımarık rengiyle karşılaşmasının hüznünü duyumsuyor. ŞİİRLERDEKİ ALBENİ Ozan Atila Er’in şiirlerinde dolaşmanın ayrı bir albenisi olduğu gerçek. Sevdiğine dokununca, yüreğine dokunmuş gibi olan ozanın içinde, suya bir nergisin düşmesi, ırmakların coşkuyla akması ve aynada zamanın yitip gitmesi az şey mi? Kendi bedeninin bile kendisine ağır geldiği anlarda, “bir şafağın ipini çeken” zamana tanık oluyor ve en içli ağıtları yakıyor. Onun şiiri, komşu ülkeler arasındaki barışa katkılar sunan bir çağrı niteliği taşıyor: “sıcak şarkılar geliyor batıdan/ sirtaki oynuyor dost balıklar/ doğudan,/ hasret tüten anadolu ezgileri/ halay çekiyor çilekeş vagonlar//...helen bir yanımda/ diğer yanımda leyla/ ege oluyorum o an/ zeytin dalları vuruyor kıyılarıma.” (s.12) Şiirini gözlerinde okşayan, bileklerinde ozan yazan bir sevdalıya, ilk aşklarını unutamayan “aşka sürgün çocuğa”, mercan mavisi bir şaka”ya tanık oluyoruz böylece. Kıvancının “fesleğen gülüşlü saksılarda” üşüdüğünü, sözcüklere kökler saldığını, özgürlük şarkıları söylediğini gözlüyoruz: “...suya indi yelkenleri düşlerimin/ namlu uçlarında sabahladım/ özgürlük şarkıları okşarken kulaklarımı/ gardiyan sesleriyle uyandım/ kuşlar havalandı kelepçelerimden/ parmaklıklarda bahardım.” (s.18) Ozanın şiirlerinde, yaşadığı yerlerin, özellikle İzmir’in izlerini buluyoruz. İlk aşkların, geçmişin anımsanıp özlenmesi öne çıkıyor. Güzellikleri türkülere taşımanın güçlüğünü biliyor. Karanlıkların düğmesine basanlardan yakınıyor: “...Bastılar mı düğmesine karanlıkların/ gitgide çoğalır kasvetli gölgeler” diyerek yurdumuzda yaşanan baskı dönemlerine göndermede bulunuyor. İşte onun dizelerinde ozanın tanımı: “...kanayan bir insandır şair/ kendi dizelerinden akan/ her acıda korkusuzca uzayan/ beyaz bir çizgidir” (s.28) Sevgi yerine kanların aktığı ortamları, yaşlılık hüzünlerini, “har vurup harman savrulan” gençliği, eski aşkların acılarını da duyumsuyoruz şiirlerde. “Saçlarımın Şımarık Rengi”nde, yaşamın her dönemine değinen ozan, Azrail’i aldatmaya çalışıyor: “...soruyor Azrail:/ göç ne zaman?/ gülümsüyorum/ doğmadım henüz!” (s.40) Kimi şiirlerinde, daha akıcı bir söyleme tanık oluyoruz: “ben seni bir yağmur akşamında sevdim/ şehir ışıkları çekilmişken kuytuya...// ben seni bir şehir akşamında sevdim/ tıpkı yağmurun toprağı özlediği gibi/ arının çiçeği, bülbülün gülü, çölün suyu/ bir mahpusun özgürlüğünü sevdiği gibi sevdim/ ben seni bir yağmur akşamında sevdim” (s.41) Yitirilen aşklar, ayrılıklar olunca, acılar da yaşanıyor. Kavuşulmayan sevgililer aşkına, eller sallanırken, rengini yitirmiş denizlerle birlikte, ozanın da içinin yalnızlıklarına kapanması doğal değil mi? Her şeye karşın, özellikle yaşamak adına ölümü ertelemek umutları yitirmemek değil mi? Onun şiirlerinde, zindanlarda sorgulanan, işkence gören insanların acıları, yoksulların sıkıntıları da yer alıyor. Ozanın, yeni şiirlerinden ilk şiirlerine doğru yol alırken düzeyin düşmediğine, aynı izleklerin sürdürüldüğüne tanık oluyoruz. Yine yitirilen sevgililer, çocukluk düşleri, yenilgilerin acıları sürüp gidiyor: “...gülü koklamanın suç olduğunu/ dikeni elime batınca anladım/ ve hayatımda ilk kez ağladım/ ondandır sevdayı/ bülbülün bengi diline bağladım” (s.67) Ve işte gençlik yıllarındaki isteği ozanın: “beş karış toprak istiyorum/ üstüne gül ve karanfil dikebileceğim/ ve bir insan/ sonsuza dek sevebileceğim/ bir de şafak istiyorum/ gölgesine özgürce uzanabileceğim” (s.74) Atila Er, şiirlerini yalın, akıcı bir dille yazıyor. Şiirine, insanlığın mutlu olması için gerekli işlevleri yüklemeyi önemsiyor. Şiiri dost belleyen, şiirle mutlu olan, şiirle aydınlanan bir ozan olduğunu kanıtlıyor. ? Saçlarımın Şımarık Rengi/ Atila Er/ Etki Yayınları/ Mart 2007/ 96 s. 900 SAYFA 23 CUMHURİYET KİTAP SAYI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle