Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? kan, rol alıp bırakan aktörler. Bunların karşısında da getto kahramanlarının, hacker’ların, sistem dışına kayanların sadece imajları yer alır: Bu imajlar, doğrudan gücün/iktidarın kendisine değil, görüntülerine, yüzlerine yönelmiştir; iktidarın iletişimine, anlatılarına. Peki, iktidarı elinde bulundurmayanların, sadece daha fazla güç ve iktidar istemenin ötesinde bir amacı olmayan güçsüzlerin/asilerin Matrix iktidarına karşı mücadelelerini neye dayandırabiliriz? Neo’nun ve Zion’un isyanı onları nereye götürebilir? Sistemi değiştirir mi bu isyan yoksa iktidarın/gücün, değişen temsilciler üzerinden boyuna karşımıza çıkmasına mı yol açar? Neo fanatiklerinin kuşağı, daha önce deliler gibi her yerde "başka bir dünya" talep etmiş, sonradan özellikle çok sinsi bir tarzda, sistemi iktidar ve güç doğrultusunda "reforma tabi tutmuş" "isyancı" bir kuşağın temsilcilerinin gücü ve iktidarı ele geçirişine tanık olmadı mı? Global kapitalizmde kazananlar da artık sadece karikatürleşmiş varlıklardır; Batman’in kaçıkları gibi; hırs, hınç büyümüştür gözlerini ve Niçe’nin ünlü parolası "Wille zur Macht" (güç iradesi/istemi) sürüklemektedir onları. Sisteme kaybedenlerin yapamayacağı kadar teslim olmuşlardır. Kazananlar, paranın ve makinenin (teknolojinin) en yürek burkucu köleleridirler ve neoliberal kapitalist sistemin kazanankaybedenleri ortalığa kin, öfke, nefret saçarken (sistemin bütününe karşı muhalefet "çökmüş" göründüğünden), bu öfke kendine, ait olacağı bir muhalefet arar durur. Bu nedenle de gerektiğinde, kendi muhaliflerini üretir sistem. İktidarın her türlüsüne "özne" olarak damga basma imkânı yoksa, sadece bir yer değiştirme durumu söz konusuysa, Berlusconi, Bush, Blair, Soros (Matrix’in mimarı ve benzerleri) iktidar ve güçlerinin görünürde öznesi olarak, birer artıktan başka bir şey değildir. Diğer popüler kültür kahramanlarına kıyasla Neo’nun şansı ve şanssızlığı, düşmanı olmayışında yatar. Onun rakipleri vardır sadece, kendisine karşı sayısız ajan. Rakipleri sonsuza kadar çoğaltılabilir. Ne var ki Neo, tıpkı muhalif imajların sadece iktidar imajlarıyla, "yüzlerle" karşı karşıya gelebilmeleri ilişkisinde olduğu gibi, karşısına büyük rakip, "öteki" olarak çıkabileceği bir özne’nin yanına yanaşamaz bir türlü. X kuşağı (19651980 arası doğanlar) her şey oldu, artık yapacak hiçbir şey yok diyordu. En azından 1999 sonrası yeni duygu da şu: Artık bir "dış" yok. Kapitalizm devleti tamamen ele geçirdi (varın yoğun özelleştirilmesi aşamasında), zamanı yutup bitirdi. Şimdi artık, mekânı yutma çabasında. Dış, çıkış yok. Küresel olanın dışında dış yok. Zamansız, mekânsız bir egemenlik sisteminin ne olduğunu anlamak için ise buyurun Matrix’e. Yukarıda, kitaptan yaptığım ve yeniden kurguladığım bölümün, kelimenin tam anlamıyla Baudrillard damgası taşıdığını belirtmeliyim. Ancak Baudrillard, bu "umutsuz" ve sistemden çıkışın "olanaksızlığı" yollu çözümlemeleri ileri gelişmiş kapitalist ülkeler için yapar. Henüz "simülasyon evrenine" ulaşamamış(!) bizim gibi ülkeler (özellikle Asya ve Güney Amerika’yı bunun içine alır) için bu çözümlemeler henüz geçersizdir. Ancak hızla bu noktaya doğru gitmediğimizi kim iddia edebilir? CUMHURİYET KİTAP SAYI Öyküyü tersine çevirirsek: Matrix ve Proletarya Diktatörlüğü Soğuk savaştan sonra geriye "toplumsal mutabakata dayalı algı yanılsamasına" dahil olmak için delice çırpınan, bir orta sınıf ya da küçük burjuva kaldı, bu bir; geriye alt proletaryadan oluşan örgütsüz muazzam kitleler kaldı, bir kaybedenler ordusu, bu iki. Günümüz emekçileri kaybolup giden (katledilmiş) o proletaryanın hayaletleridirler. Durumu böyle modelleştirebilirsek, makine ile insan arasındaki ilişki, sınıf mücadelesinin başka araçlarla sürdürülmesi ilişkisi olarak da anlaşılabilir. Makineler düşünmeye başladıkları andan itibaren (yapay zekâ), makinelerin sadece "ben" deyip özneleşmeleri değil, asıl bir "sınıf bilinci" geliştirip bir tahakkümün/iktidarın aracı olmaktan kurtarmaya çalışmaları da söz konusu olabilir. Lağvedilmiş proletaryanın mücadelesini devralmış bir teknoloji midir bu? Makineler (teknoloji) sömürülebilir mi? Neden olmasın? Makinelerin isyanı, sosyal adalet talebinin en son örtük düşü sayılabilir. Animatrix’lerde robotlar, hiçbir acaba’ya yer vermeyecek şekilde doğrudan işçiler olarak karşımıza çıkmıştı, üstelik onlara her türlü keyfi muamele de mubahtı. İlk isyan eden robot ölüme mahkum edilir ve cezası infaz edilir. Bu yüzden makineler, kötü oldukları için değil, ama artık kurtarıcı bir özne olarak insan namına bir şey kalmadığı için isyan ederler ve iktidarı ele geçirirler ama insanlardan daha insaflı davranarak onlara bir iç cennet yaratırlar. İnsanlar bu iç cennette ne yapacaklarını bilmiyorlarsa bu, makinelerin suçu değildir. İnsanlar bu cennette ne yapacaklarını bilmezler, çünkü ütopyalarını yitirmişlerdir. Öyleyse Matrix, bu ütopyasız orta sınıfa yönelik bir ceza ve ütopya yeteneğini yitirmişliğin bir ifadesi olarak da anlaşılabilir. Son olarak Matrix bu noktada siber punk edebiyatının örneklerine bağlı kalır. Neo, ilk filmdeki kurtarıcı rolünden, gitgide sistemi aksatan bir öğeye evirilir. Siber punk edebiyatının temel özelliğidir bu; "büyük anlatıların" çökmesinin ardından göçüp giden büyük kurtarıcı kahramanın yerini tutan bu yeni tip, artık burnunu her şeye sokmaz. Bölük pörçük müdahalelerde bulunan bir insandır siber punk edebiyatının kahraman olmayan kahramanı. Buraya ancak küçük bir bölümünü alabildiğimiz bu geniş derleme Donkişot Yayınları’ndan çıktı ve kaliteli baskısına karşın yalnızca 4 YTL gibi oldukça ucuz bir fiyattan satılıyor. Günümüzü anlama çabası içinde olanlar ve "popüler sinemadan" çıksa çıksa ne çıkar diye merak edenler mutlaka bu derlemeyi okumalılar. Çünkü bu sayede belki de ilk kez, yepyeni ve ilginç bakış açılarıyla tanışma imkânına sahip olacaklar. ? * Dokuz Eylül Ün. Yayınları, çeviren Oğuz Adanır ** Baudrillard’ın Marksizm eleştirisi için bkz. Üretimin Aynası ya da Tarihsel Materyalist Eleştiri Yanılsaması Dokuz Eylül Ün. Yayınları, çeviren Oğuz Adanır ya da kitabın kapsamlı bir özetini isteyen okuyucular bana bir mail atabilir: ahmetacan@hotmail.com *** Postmodern Kurtarıcılar, sf: 141 **** Postmodern Kurtarıcılar, sf: 131 ***** Sarmal Yayınları, Ağustos 1998, çev. Melike Altıntaş ****** Postmodern Kurtarıcılar, sf:177178 Postmodern Kurtarıcılar/ Derleyen: Veysel Atayman/ Donkişot Yayınları/320 s. 835 SAYFA 9