05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Murat Gülsoy'dan 'Sevgilinin Geciken Ölümü' Sevgilinin geciken adımları aşkı öldürür ? Filiz ATEŞ "If I take one more step, I will be somewhere else. Or die." evgilinin Geciken Ölümü, Murat Gülsoy’un ikinci romanı. Öykü kitaplarının ardından yazdığı ilk romanı ‘Bu Filmin Kötü Adamı Benim’ 2004 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanmıştı. İki roman arasında yeni bir öykü kitabı ve Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık isimli kitabı da düşünülürse Murat Gülsoy’un öncelikle üretkenliğine dikkat çekmeli. ‘Öncesinde...’ bölümünü sonraya bırakarak başlarsak, ‘Berzah’ta...; kahramanımız Cem’in rutin hale gelmiş olan işleri anlatılarak başlıyor ve gerçek yaşamdan somut olaylarla devam ediyor fakat sonlara doğru her şey karışmaya başlıyor. Gerçek olan ile olmayan birbirine girerken, Cem’in zihninin bulanıklaşmasıyla okuyucunun da aklı karışıyor. Dağınık parçalar bir araya gelip anlam kazanırken somut olan her şey dağılıyor. Bu yazıda romandan söz ederken tam tersini yapacağım; önce romanda önemsediğim noktalara parça parça ve belki de dağınık bir şekilde değinip, sonunda da eğer mümkün olursa toparlayacağım. S tı şöyle çevrilebilir: Bir adım daha atarsam, başka bir yerde olacağım ya da öleceğim. Serap ölümle yaşam arasında asılı duruyor. Cem ve Neşet Akıncı için de benzer bir durum söz konusu; gerçek yaşam ile kendi zihinlerinde yarattıkları yaşam arası bir adımlık mesafede beklemekteler. Angelopoulos’ta ülkeler arası sınırlar, romanda ise farklı bir boyutta sınırlar var. "Serap ölüme dokunuyordu. Aslı hayata… İkisinin arasında gerili duran Cem yine de dayanıklı olduğunu düşünüyordu. Başkası olsa kaldıramazdı. Bu değişime ayak uydurmak zor bir işti. Savaş muhabirliği kadar sert…" Berzah, set, perde anlamına geliyor, iki şey arasındaki engel. Coğrafi olarak iki su arasında sıkışmış kara parçası anlamına gelirken, İslam anlayışına göre öldükten sonra ruhun bedenden ayrılıp, kıyamete kadar beklediği alem. Ayrıca berzah âlemi rüyalara da benzetiliyor. Serap ‘bitki kadın’a dönüştüğünden beri bir çeşit berzah âleminde yaşıyor; durumu bilimsel olarak tam açıklanamıyor ama yaşam ile ölüm arasında sıkışmış olduğunu düşünebiliriz; dünyaya ‘dönmesinin’ de ölmesinin de önünde bir set var. Ağabeyinin ölümünden yıllar sonra karşı karşıya kaldığı bu ikinci trajedinin üzerine, Serap’ı yaşatmaya çalışan ve eve kapanan Cem’in, yavaş yavaş gerçek yaşam ile bağları zayıflıyor. "Cem sessizliğe gömüldü. Düşüncelerinin alıp başını gitmesi yeni bir durumdu. Serap’ın başında beklediği bu zamansız âlemde edindiği yeni bir alışkanlık." Cem’in insan hikâyelerindeki gerçeğin peşinden koştuğu Hayat Geçiyor dergisi kapanmış, ardından Serap kaza geçirmiştir ve işte Cem zamanın akmadığı hayatın geçmediği bu berzah âleminde aklı başında olmak ile onu kaybetmek arasında bir yerlerde sürüklenmektedir. Serap’a bu çıkışı olmayan âlemde eşlik eder gibi görünse de aslında kendi âlemindedir Cem, Serap’ı zihninde yeniden yaratmış, kendine dahil etmiştir. "İşte gerçek aşk: Kadın ve erkeğin aynı zihinde aynı seste eriyip gitmeleri..." Romanın girişindeki ‘Öncesinde…’ bölümünü anlamak için Cem’in kaza akşamı yaşadıklarını anlatmasını beklemek gerekiyor. Bu bölüm, olacakların ve Cem’in hissedeceklerinin hepsine dair küçük ayrıntıları içinde taşıyan bir haberci gibi. Uyku ve ölüm arasındaki ‘perde’nin kalkmaya başladığı; "uyku ölümün kız kardeşidir" ile özetlenen bir akşam bu. Cem’in uykusundan uyanışıyla Serap’ın sürekli uykuya geçişi... "Kocası küçük aşkının hayallerini kurarken fotosentez yapan biriyim." Romanın önemli kişilerinden biri de Aslı; stajyerliğini Cem’in asistanı olarak yapmıştır ve yolun başında oluşu, gençliği ve zekâsıyla Cem’i etkilemektedir. Sürüklenmektedir; yüzleşmek yerine gerçekle oynamayı tercih eder, tutunacak ya da yeniden üretecek kapsamlı bir ideolojisi yoktur ya da postmodern dönemin ideolojisinin etkisiyle hiçbir şeye bağlanamamaktadır, hiçbir şeyi sahiplenemez. Kendini eleştirecek hatta kendi eleştirisinin eleştirisini yapacak yeteneği vardır. Fakat güçlü bir inancı olmadığı Romanın çok katmanlı bir yapısı var. Kitabı baştan sona bir aşk hikâyesi olarak okumak mümkün: Zamanla eskiyen bir ilişkinin aşk üçgenleri yaratması. Cem ve Serap’ın ironi ve kara mizahla karışık tartışmaları çok gerçekçi. Farklı bir göz aynı romanı, birkaç neslin farklı insanlarını anlama çabası olarak okuyabilir. Kitabın önemli bir bölümü Serap’ın babasına, babakız arasındaki soruna ayrılmış. 1980 öncesinde asker olan babanın, sonrasında personel müdürlüğüne oradan yönetim kurulu üyeliğine terfi etmesi ve bir sonraki dönemde de şirketine el konması; hepsi Türkiye’nin yaşadığı kritik dönemlerin mimarlarının durumunu ortaya koyar nitelikte. SAYFA 14 "Boş versene Cem. Burada biz bizeyiz. Yani yalnızsın…" Tüm roman Cem’in zihnindekilerle ilgili. Bir trafik kazası sonucu Serap bitkisel hayata girmiştir ve Cem, kimseye açıklayamadığı ve kendisinin de henüz çözememiş olduğu nedenlerle eşine hastane ortamına çevirdiği evlerinde bakıcılık yapar. Uyku, ölüm ve hayat arasında tanımlanması güç bir yerde ‘yaşayan’ Serap’ı da dahil ettiği bir yalnızlık içindedir. Roman ilerledikçe Cem’in bu iki kişilik yalnız yaşamı, geçmişinden bugüne taşıdığı kişiler ve diğer berzah yaşamındakiler eklenince oldukça kalabalıklaşacak. için ve dünyaya sağlam bir bakış geliştiremediği için savrulmaya mahkumdur; seksenlerin başında doğmuştur, çok gençtir ve parlak bir zekâya sahip olmak bile ayakta kalmaya yetmemektedir. İçindeki boşluğu doldurma arayışı, onu Ayasofya’ya, oradan Selçuk’a ve Meryem Ana’ya savurur. Aslı’nın içini döktüğü ve içindeki boşluğu, bir anlamda zayıflığını ortaya koyduğu anda Cem’in gözündeki değerini yitirişi, romandaki gerçekçi ve oldukça ilginç olaylardan biri. Kendi iradesiyle konuşma hakkı bulunmayan Serap, Cem’in zihni aracılığıyla ve geçmişinden Cem’e ‘miras bıraktıklarıyla’ romanda oldukça önemli bir yer edinmeyi başarıyor. Aslı’nın ters lalenin izindeki arayışları bile Serap’la ilişkilendirilmiş. Her şey Cem’le aynı zihinde olduklarına göre Serap’la ilgili... Neşet Akıncı bile... Cem’in işten ayrılmadan önceki son röportajı: Karısını öldürdüğü gerekçesiyle idama mahkum edilen fakat cezası infaz edilmemiş ve on sekiz yıl sonra gerçek katilin itirafıyla hapishane yaşamı son bulan N.A.; Geç Gelen Masumiyet başlıklı haberinin kahramanı. Suçlu olduğuna kendini inandırmış, aklın sınırlarında ya da berzahta yaşayan bir diğer kişi. Serap ve Cem ilişkisinin kırılmaya uğradığı akşamın televizyon konuğu. Cem’in trafik kazasında kaybettiği ağabeyinin de berzahta olduğu söylenebilir. Cem için kabul edilememiş, yok sayılmış bir ölüm. Cem’in tam da kendine model aradığı gelişme çağında her şeyiyle örnek aldığı bir varlık; sanki ölmemiş de tekrar düşünülmemek üzere zihnin bir kenarına bırakılmış gibidir. Kitabın daha en başlarında çok somut bir uğraş olarak görünen Cem’in Serap’a gazete haberlerini okuması, zihninin bir köşesine sıkıştırdığı bu travmayı ortaya çıkarırken, okuyucuya olacaklara dair çağrışımlar yapıyor. Tüm bağlantılar kurmacanın yarattığı gerçek hayatın sınırlarını aşarak da olsa, romanın sonunda anlaşılır hale geliyor. YAZAR ADAYLARI... Murat Gülsoy’un temel meselelerinden biri, bir hikâyenin nasıl yaratıldığını sorgulamak. Bunu yapabilmenin yollarından biri yaratıcı yazarlığı konu edinen bir kitap yazmaksa, bir diğeri de kahramanın yazar olması. Yazarın bir çok öyküsünün ve ilk romanının kahramanları yazarlar ya da yazar adaylarıydı. Bu romanın kahramanı Cem ise bir gazeteci, yazar değil fakat yazan biri. Ama kendi kurmacasını yaratmıyor, gerçek yaşamdan insan hikâyelerini yazıyor. Burada aynı zamanda yazarın yarattığı bir kahramanın sürekliliği söz konusu. Öncesinde tanıştığımız ve Alemlerin Sürekliliği ve Diğer Hikâyeler’de işsizlik dönemine tanık olduğumuz gazeteci Cem, yaşamaya devam etmiş ve bu romanda başrol oyuncusu olarak yerini almış. Asıl işi gerçeği ortaya çıkarmak ve aktarmak olan bir gazeteci, özellikle sonlardaki mistik görünen sorgulamalarıyla gerçeğin kendisini, yazarın tüm eserlerinde olduğu gibi aslında gerçek ile kurmaca arasındaki sınırları, yaratıcı ile kahramanı arasındaki hesaplaşmayı sorgular hale geliyor. "Belki de bir başka yaratıcının bizim bilemeyeceğimiz KİTAP SAYI BENZER DURUMLAR Sevgilinin Geciken Ölümü ismi hemen akla Theo Angelopoulos’un ünlü filmi Leyleğin Geciken Adımı’nı getiriyor. İki eser arasındaki ayrılıklara değinmek benzerlik aramaktan daha doğru olurdu belki fakat yine de bazı analojiler kurmak mümkün. Angelopoulos diğer birçok filminde olduğu gibi burada da Balkanlar tarihiyle ilgilenmiş. Film, sınırda durup Yunanistan’dan Arnavutluk’a adımını atamayan bir gazeteciyi (Cem’in de gazeteci olması ilginç değil mi?) konu ederek Balkanlar’daki sınırları sorguluyordu. Roman ise, beyninin ne kadarının yaşadığından tam emin olamadığımız fakat ölmüş de olmayan sevgiliyle ilgili olduğundan, daha çok kendi içeriğiyle uyumlu bir isme sahip. Angelopoulos’un filmlerinin puslu dış mekânları düşünüldüğünde; tümü iç mekânda geçen ve daha ‘içeri’yle, insanın ‘puslu’ aklından geçenlerle ilgili olan roman ile film atmosfer olarak hiç benzemiyorlar. Yazının başında Leyleğin Geciken Adımı filminden yaptığım alın ? CUMHURİYET 835
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle