05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Veysel Atayman kurtulmamız gereken kurtarıcıları anlatıyor Postmodern Kurtarıcılar Veysel Atayman, 'Terminatör’den 'Matrix’e tüm popüler sinema örneklerini ele alan çalışmasında popüler sinemayı ve kültürü son yirmi yılın neoliberal ekonomilerinin ve politikalarının bağlamında ele alarak yepyeni ve ilginç bakış açıları sunuyor bize. ? Ahmet AÇAN nişçilerin kolonisinin adı da Zion’dur. (...) Neuromancer’da hayali gerçeklik bilgisayar ekranlarının üzerinden gençliğin tüketimine sunulmak yerine, yayın mekanizmalarınca, doğrudan üç boyutlu gerçeklik olarak alıcının ya da tüketicinin sinirlerine yollanır. Bilgisayar ekranı aradan çekilmiş, algı teknolojisinde henüz gerçekleşmemiş olan son adım, romanda atılmıştır: Kaynaktan, görme sinirine yayın. Kişi şakaklarına elektrotları yerleştirir yerleştirmez, ikinci, içinde yaşanılan gündelik hayatınkinden (daha iyi olan) gerçekliğin içine girer. Girdi mi de, oradan çıkmak için yayını kapayacak düğme bulmak zordur. (...) ... bu dünyanın Gibson romanındaki adı da Matrix’tir."****** Matrix filminin yapımcıları 1983 yılında yazılmış olan romandan epey bir faydalanmışlardır. Matrix ve politika Matrix’i bilimkurgu ya da fantastik filmler öbeği içinde apayrı bir statüye yükselten özelliklerden biri, ortaya kadim felsefe soruları atmış olması değil, sorularını, bu dünyada bir şeylerin yolunda gitmediğini şiddetle fark eden ve açıklamaya çalışan belli bir kuşağın perspektifinden sormasıdır. Neo’nun öyküsü kusursuz bir iktidar ve güç sistemi içinde büyüyen gençliğin öyküsüdür. "Neyi seçersen seç, seçimin sonucunu bilsen de bir şey değişmez" anlayışına teslim olmuşlar kuşağının ya da insanı bıkıp usanmadan seçme simülasyonları yapmaya çağıran bir dünyanın kuşağı. "Matrix", küreselleşme ve kamusal sosyal devlet katkılarının sıfırlanıp her şeyin özelleştirilmeye çalışıldığı, sosyal yardımın her türlüsünün ortadan kaldırılmaya yüz tuttuğu, büyük tekel komplekslerinin ve neoliberal devletin her şeye nüfuz ettiği dönemdeki bir gençliğin acısıdır. Matrix"teki isyanı politik dile çevirecek olursak, bunu tek bir ifadede toplayabiliriz: Düşman, devlettir. Bu devlet kapitalist totalitarizmin kusursuz bir ifadesidir. Artık "dış" diye bir şeyin olmadığının düşünüldüğü ve tamamen iktidarın/gücün hâkimiyetine teslim olmuş, global ve dijital bir kasabaya dönmüş olduğu varsayılan bu dünya, enerjisini ancak, sadece içe yöneltebilmektedir. İktidar/güç, artık hiyerarşik bir kademelenme göstermez. İktidar sistemine bir tür "binme" ve oradan "inme" (ya da girme çıkma) ilişkisi söz konusudur artık. Medyatik süper star, Berlusconi tarzı sermaye prensleri, Avrupa sosyal demokrasilerinin, Avrupa Parlamento’sunun, BM’nin genç üyeleri, ABD’nin şahinleri vb. ve bütün bunlar iktidarın, gücün yeni simalarıdır; sisteme girip çıKİTAP SAYI D ünyayla birlikte hepimiz canlı canlı lanetlenmiş bir simülasyon hatta lanetlenmişten bile beter bir duyarsız caydırma evreninin içine düştük. (Neo’nun filmin başında kitabı açtığı bölümden. Nihilizm Üzerine, Simülakrlar ve Simülasyon, Jean Baudrillard*) Veysel Atayman, son derlemesi "Şiddetin Mitolojisi"nden sonra yeni bir popüler sinema derlemesiyle yine karşımızda: "Postmodern Kurtarıcılar". Popüler kültür, yüksek kültür tartışmalarında her zaman, popüler kültürün de yabana atılmaması gerektiğini savunan Atayman, özellikle bu çalışmasıyla da popüler kültürün (popüler sinemanın) içinde yaşadığımız dünyayı algılamada ve çözümlemede belki de siyaset, felsefe, sosyoloji, psikoloji vb. gibi alanlardan kuşkusuz onların her birini kullanarak çok daha etkili ve derinlikli çözümlemeler yapılabileceğini gösteriyor. Terminatör’den Matrix’e tüm bu popüler sinema örneklerini ele alan bu çalışma yine de bunlar son tahlilde pop corn movie, trash movie, sentimental kiç sayılsalar da popüler sinemayı ve kültürü son yirmi yılın neoliberal ekonomilerinin ve politikalarının bağlamında ele alarak bize yepyeni ve ilginç bakış açıları sunuyor. Ben bu çalışmada, derlemenin de büyük kısmını oluşturan "Matrix" çözümlemelerini ön plana çıkaracağım. Öncelikle derlemeye damgasını vuran Fransız filozof Jean Baudrillard’dan başlamak gerekiyor. Hani şu Matrix filminin hemen başında, Neo’nun raftan aldığı kitabın kapağını ve açtığında "Nihilizm Üzerine" başlıklı bölümü, Wachovski kardeşlerin gözümüzün içine sokarcasına gösterdiği, Simulakrlar ve Simulasyon kitabının yazarına. Baudrillard’a göre dünyada bugün iki büyük felsefi sistem var. Bunlardan biri Marksizm ve diğeri de Lacancı Psikanalizm. Ancak ikisi de ona göre şu an yaşadığımız kapitalist dünyayı çözümlemede yetersiz ve eksiktir. Üstelik ona göre Marx, "komünist" ütopyayı kapitalist bir kavram olan "üretim" kendi deyimiyle "fantazmı" üze rine kurarak ekonomi politiğin "gerçeklik" ilkesine boyun eğmiştir ve "sınırsız" üretimi savunduğu için kapitalizmin suç ortağıdır.** Baudrillard, bugün dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağını bu "sınırsız" üretim ya da kendi deyimiyle “hiperüretim" anlayışında ya da pratiğinde görmektedir ve bunun üzerinden "simülasyon" kuramı adı verilen yeni bir "çözümleme" modeli oluşturur. Bu aynı zamanda kapitalizmin yeni bir evresine geçişin de adıdır. Ona göre bugün, gelişmiş kapitalist ülkelerde yaşayan insanlar bir simülasyon dünyasında/evreninde yaşamaktadırlar. Yani gerçek olmayanın gerçekten daha gerçekmiş gibi görünerek gerçekliği ortadan kaldırdığı bir dünyada. İşte Matrix’in çıkış noktası tam da burasıdır! Ve Baudrillard’a göre artık kapitalizm sömürününkinden çok daha zekice ve totaliter bir denetim ve iktidar yapısına geçmiştir. Buna "değerin göstergesel aşaması" adını verir. Ona göre artık söz konusu olan şey, simgesel yapıları üretim araçlarının mülkiyeti değil, egemenlik altına alınmış kod tarafından bozulmuş olan toplumsal ilişkilerdir. Veysel Atayman Tam da bu noktada Matrix "hiç kuşkusuz, kapitalizmin çürüme ve yozlaşmayı en son aşamasına kadar götürüp kendini tamamladığı aşamada artık kendi özünü oluşturan öğelerinin, emek ve kârın artık sadece sembolik değerler olmaktan öte işlevlerinin kalmadığı bir nihai durumun da metaforu (benzetisi) olarak anlaşılabilir; buna karşılık sömürünün özü, iyice doğrudan ve fiziki bir olgu halini almıştır. Çalışanlar/işleyenler makinelerdir. Emekkâr diye bir olgu söz konusu değildir. Makineler insan bedenlerini (doğrudan/aracısız) sömürürler".*** Bugünden bakıldığında geleceğin toplumu için ilginç bir referanstır. Matrix’in bir diğer arka planı: Siber Punk edebiyatı ve "Neuromancer" Bunun dışında Atayman, bugün kendini "sıkı okuyucu" olarak tanımlayan kişilerin bile adını duymadıkları yeni bir edebiyat akımının Matrix filminin düşünsel arka planını oluşturduğundan bahsediyor. "Siber punk" adı verilen ve bilimkurgunun bir alt türü sayılan bu yeni edebiyat akımında bilimkurgudan farklı olarak biraz sosyal eleştiri, "bilgisayar teknolojisi, pop, hippi isyanından kalıntılar, Marx’tan, Herbert Marcuse’nin represif toleransından (baskıcı hoşgörüsünden), yabancılaşma ve sömürü teorilerinden, Kapital’den, şundan bundan enjeksiyonlarla, hayatın çeşitli gerçeklik alanları hakkında bir şeyler söylemenin dili aranıp durur."**** Siber Punk’ın isim babası, Neuromancer***** romanıyla William Gibson’dır. "Gibson’ın romanındaki dire ? SAYFA 8 CUMHURİYET 835
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle