05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İnci Aral'la 'Ruhumu Öpmeyi Unuttun'u konuştuk' ‘Her kitabımda belli bir insanlık durumunu eksen alarak yazıyorum’ En son bundan altı yıl önce ‘Gölgede Kırk Derece’de okumuştuk İnci Aral’ın o tadına doyum olmaz öykülerini. Şimdi yeniden öyküye uzatıyor kalemini ve bize ‘Ruhumu Öpmeyi Unuttun’la merhaba diyor. Bu kez teması ölüm olan öyküler okuyoruz; ölümü insanoğlunun nasıl da kendinden uzaklaştırmaya, onu bir yanılsama haline dönüştürüşünü anlatıyor aslında. Biz de geçen seneden devralarak sözü devam ettiriyoruz… ? Erdem ÖZTOP evgili İnci Aral, geçen seneden bıraktığımız sözü devam ettirmek için kapınızı yeniden çalıyorum, kabul ettiniz, teşekkürler… Bu kez bir öykü kitabı yazdınız, ilk göz ağrınız ‘öykü’ye geri dönüyorsunuz. Bir solukta okuduğum kitabınız üzerine hazırladığım soruları, aynı hızla yöneltmek istiyorum size! İki önemli romandan, Mor ile Taş ve Ten’ den sonra yeniden öyküye yönelmeniz nasıl oldu? Gölgede Kırk Derece 2000’de yayımlandı ve geçen zamanda defterlerimde, kafamın içinde, gözümün önünde birçok öykü birikti. Onları yazıya dökebilmek için sabırsızlanıyor, aynı zamanda da korkuya benzer bir heyecanla yazmayı erteliyordum. Bu duygu, ilk öykümü yazmaya başladığımda duyduğumun aynısı olan ve otuz yıldır değişmeden kalmış bu amatörce heyecan, öyküyü benim için vazgeçilmez kılıyor. Öykü hem ilk göz ağrım hem de fazlasıyla sanat yoğun bir tür bana göre. Bu yüzden dünyada ve bizde, öykünün roman kadar okunmadığı kabul ediliyor. Çoğunluk biraz da ortalama okur ilgisi bakımından belli ölçüde doğrudur bu saptama. Ama iyi okur iyi öyküye her zaman ilgi duymuş ve yazarına sahip çıkmıştır. Ben romanları kadar öyküleri de beklenen ve en çok okunan öykücülerden biriyim. Öyküyü çok önemsiyorum ve özenle, kendime özgü bir öykü anlayışıyla, bütün kalbimle ve her kitabımda belli bir insanlık durumunu eksen alarak yazıyorum. Ara vermiş olsam bile burada bir geri dönüşten söz edemeyiz. Öykü her zaman gündemimde olacak ve her zaman yazacağım. Kitabınızın ismi “Ruhumu Öpmeyi Unuttun.” Bu sevgi etkinliğini sadece ‘o’ değil, aslında hepimiz unutmuyor muyuz ki… Böyle bir genelleme yapamayız. İçlerinde bu eksikliği duya duya yaşayan çok kişi var. Gerçekte bizler hem sevdiklerimizin ruhunu öpmek istiyoruz hem de ruhumuz öpülsün istiyoruz. İnsan olarak buna ihtiyacımız var. Bütün ilişkilerimizde ama en çok da ikili ilişkilerde ruhsal doyum çok önemli. Ancak bu o kadar da kolay elde edilemiyor. Hızına yetişemediğimiz bir hayat, sağlıksız bir kaos ortamının zorlayıcı iletişim biçimleri, dayatılan davranış ve kavrayış modelleri ile iç ve dış değersizleştirme mekanizmaları sonucu kendimiz olmakta zorlanıyoruz. Birbirimizden korkuyoruz. Bu yüzden en duyarlı yanlarımızı, en insanca duygularımızı bastırmaya, bencil ve mesafeli durmaya uğraşıyoruz. Yaralanmak, kırılmak kaygısıyla içe kapanıyoruz. Bütün bunlar gizli öfkelerin yıprattığı ruhumuzu sevdiklerimize açmayı ve kendimizi gizlenmeden bir başkasına sunabilmeyi güçleştiriyor. Birbirimizi, olduğumuz gibi göremiyoruz. Zamansızlık, aldırmazlık ya da ertelemelerle ruhsal yakınlaşma ve doyumdan uzak kalıyoruz. Teni kadar ruhu da öpülmek; şefkatle, olduğunca sevilmek, anlaşılmak ve onaylanmak anlamına gelir ki ekmek su kadar gerekli ve insanı en fazla mutlu edecek bir şeydir. Ruhu öpülmeyen insan yarım, tamamlanmamış, bütünlenememiş kalacak, hatta kimi zaman ölümü yeğleyecektir. ma içerisinde yaşadığımız yanılsamaları anlattım. Kaba gerçeği değiştirebilmek, inceltmek için ölümü nasıl soyutladığımıza göz atmak istedim. İnsan kaçış yolları arayıp bulmak için sınırın ötesine geçtiğine inanmaya yatkın olabiliyor. Öyküleri yazarken ölüm aynı zamanda bir varoluş sorunu olarak öne çıktı ve bu diyalektik bütünlük beni çok fazla uğraştırdı. Ruhumu Öpmeyi Unuttun’un yazarlık çizgimde önemli bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bu öykülere çok emek verdim, yazılmaları beklenenden daha uzun sürdü ve beni epey hırpaladılar. Yine de okuyanlar karamsarlığa kapılmasın, dik dursunlar istedim ve yoğun bir şefkat duygusuyla yazdığım bu öyküler sevdiklerini kaybedenleri birazcık avutsun diye uğraştım. Gerçekte dünyadaki bütün iyi öyküler gerçekle, gerçeküstü arasındaki sınırda dururlar. Ben de bunu yapmak istedim ve sanırım başardım. DEĞİŞİM ANLARI... Kitabın ilk öyküsü “Saman Kokusu” çok canlı olarak bir kaza ve ölüm anını anlatıyor. Her şeyi değiştiren bir an bu. Kitapta böyle değişim anları oldukça yoğun. Zaman duygusuyla ilgili olarak önceki kitaplarınızda yer alan öznellik ve farklılaşmalar bu kitapta iyice vurgulanmış… Zaman benim temel sorunlarımdan biri. Gerçekten bu kitapta zamanın algılanma ve durumlara ilişkin öznel kavranma biçimleri üzerinde çok durdum. Bunun nedeni ölüm temasının zamanla hem derin hem de doğrudan ilişkili olması. Öyküleri yazarken ölüm konu olduğunda zamanın ve hayat süresinin göreceliği biraz da kendiliğinden ortaya çıktı. Unutmak, unutulmak kavramları, orda ya da şurda o ya da bu biçimde var olabilmek yalnızca olasılık ve öznel yanılsamalar bile olsa bizim zaman algımızı en azından teorik olarak genişletme ve esnetme gücü taşıyorlarmış gibi görünüyor bana. Ben her birimizin zamanla çok içsel ama özel bir ilişkiye sahip olduğumuzu düşünüyorum. Tek gerçek zaman olan şimdiki zamanın içinde taşıdığı öteki zamanlarla birlikte, insan belleğinin müthiş zenginliğine tuttuğu ışıkta dil ve anlatım olanakları da çoğalıyor. Tabii pek çok insan kendi zamanının işleyişinin tam olarak farkında değil. Öykülerimin zamanın öznelliği ile ilgili bazı işaretlerle de ilgi çekeceğinden eminim. Çünkü “Ruhumu Öpmeyi Unuttun” doğrudan ölüm, zaman ve yanılsamalar üzerine düşündüklerimden yola çıkarak yazdığım öykülerden oluşan bir toplam ve kuşkusuz bütün bunlar arasında sıkı bağlar var. Bu öykünün (Saman Kokusu) bana kalırsa, kilit noktaları, kasık boşluğunda başlayan o harika ürperişle, şiddetli bir sancının yine o kasık boşluğuna doğru yükselerek Kağan’ın bacağına yayılması, ne dersiniz? Bu bir yan motif, öykü içinde bir ayrıntı ama yukarıda söz ettiğim anlık değişimin algılanmasıyla ilgili somut ve küçük bir işlev de taşıyabilir. Yani başlanKİTAP SAYI S ÇİZGİNİN ÖTESİ “Ölüm içimizdeki bir sınır çizgisidir ve o çizginin ötesindeki her şey soyutlamadır” denir kitabın ‘sunu’ kısmında. Biraz aralamanızı istiyorum bu cümleyi. Ölüm hangi hallerde sizin öykülerinize tema oldu? Bir kitabın sınırları içinde, öykülerin her birinde ölümün bir başka haline bakmaya çalıştım. Kuşkusuz bakışım insanlık hallerinin en yakıcısı ve acısı olan ölüme kendi felsefi yaklaşımımı sergiliyor. Ölüm üzerine ne kadar yadsıyor olsak da durmadan düşünüyoruz. Ölümü içimizde, ruhumuzda ve bedenimizde taşıyo ruz, ama farkında değilmişiz gibi duruyoruz. Ayrıca çevremizde de her an, her yerde karşılaştığımız bir gerçek bu. Sevdiklerimizin, yakınlarımızın kaybından duyduğumuz acı ve sonsuz ayrılığın kabulündeki güçlüğü hepimiz biliriz. Bağlılıkların, birbirimize verdiğimiz emeğin ve bağışladığımız güzelliklerin bir anda bitivermesi katlanılmaz bir durumdur. Bunun altından kalkabilmek için öleni bir biçimde yaşatmaya çalışıyoruz. İçimizde, rüyalarımızda, hayallerimizde, belli bir ortamda varlığını bir biçimde sürdürmek istiyoruz. Yani bu bizi ölümün biçimini değiştirmeye sürükleyebiliyor. Sonsuzluğa, ölümle varlığın büsbütün yok olmadığına inanmak istiyoruz. Bütün kültürlerde ve dinlerde de görebiliriz bu olguyu. Benim çıkış noktam burasıdır. Kitaptaki öykülerde ölüme karşı güçlü bir savunma durumu ve uzaklaştır ? SAYFA 4 CUMHURİYET 835
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle