08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? riyle sentez etme işidir. Ona ulaşma ve onda olanı daha ilerilere taşıyabilme görevidir. Bütün bunları yapabilmek de yeteneğe bağlıdır. Eğer yetenekliyseniz, yukarıdaki öğeleri gerçekleştirmeyi başarabilirsiniz. Başarılı olmanızın bir temel koşulu da insanı sevmelisiniz. Yeteneğinizle sevginizi birleştirince gerçek bir eğitimci olabilirsiniz. İşte ben de böyle bir eğitimci olmaya çalıştım yıllarca. İnsanı tanımaya çalıştıkça daha çok şey öğrendim insana dair. O da beni hem çoğalttı, hem de yazdıklarımı zenginleştirdi. 1996’da yayımladığınız Yarımağız Anılar’daki yazın ve basın dünyamızla ilgili anılarınız ise, “yaşadığımız her an’ın tarih olduğu” günümüz koşullarında genç bir yazarın ilginç ve ilginç olduğu kadar da cesur çıkışıydı. 1980’li yılların ikinci yarısında Türk basın ve yayın dünyasının odağında yaşadınız. Ülkemizle Hollanda’daki bu ortamı, alanda görev yapan insanların ekonomik, maddi, toplumsal, siyasal, entelektüel durumları açısından karşılaştırır mısınız? HEPİMİZİN EFENDİSİ Yarımağız Anılar, sizinde dediğiniz gibi genç bir yazarın yazması nedeniye hem ilginçti, hem de cesaret işiydi. Ben de o anıları yazmadan önce kendimi epeyce zorladım, çünkü o güne kadar bizim okuyucumuz yaşlı yazarların anılarının olabileceğine iyice adapte olmuştu. Evet haklıydılar çünkü onlara göre yaşlı yazarların anısal birikimi daha fazlaydı ve onların yazma hakkı benden çoktu. Fakat, okuyucularımızın hesaba katmadığı bir şey vardı. O da, “zaman”ın hepimizin efendisi olması. Ben anılarımı yazmak için yaşlanmamı beklemedim, çünkü bazen yarınımızın olup olmayacağını bile bilmiyoruz. Yarımağız Anılar, biraz da “yaşlılar anılarını yazabilir.” tabusunun yıkılması için yazıldı. Ayrıca o yapıtta içtenlikle yazar ve şairlerin de birer insan olduklarını, insani duygular taşıdıklarını, okuyucunun bu yönüyle de onları tanımasını istedim. Yazarlar, aydınlar açısından Türkiye ve Hollanda’daki durumu karşılaştırmak için, her iki ülkeyi kendi özelinde değerlendirmek gerek. Bir kez Hollanda’daki entelektüeller hemen hemen hiç politikayla uğraşmazlar, ama bizim entelektüelimizin baş görevidir politika yapmak. O nedenledir ki Avrupalılar kendilerinin Türkiye hakkında söylemek isteyip de söylemediklerini bizim aydınımıza kolayca söyletirler. Bir Hollandalı yazar veya şairi Hollanda edebiyatı hakkında bile konuşturamazsınız, ama bizim yazar ve şairlerimiz kendi alanlarında da, başkalarının alanlarında da rahatlıkla konuşabilme yetisine sahiptirler. Hollanda’da sanatçı kavramının toplumsal yaşamda yankısı da, anlamı da, yansıması da ayrıdır. Sanatçı denince yaratı gelir akla, ama bizde yaratıdan çok gösteridir sanat kavramının anlamı. Yani CUMHURİYET KİTAP SAYI Hollanda’da manken sanatçı değildir; mankenin gösterime sunduğu giysiyi yaratandır sanatçı. Sanatçının toplumdaki yerini böyle belirlediğimiz zaman, maddi olarak sanatçının desteklendiğini de kolayca kavrayabiliriz. Yani Hollanda’da yaratan ve yarattığını çeşitli ürünlerle kanıtlayan sanatçı maddi olarak da devlet ya da çeşitli kurumlarca desteklenir. Bu destekle de ikinci bir uğraş edinmesine gerek kalmaz. Ama burada da yabancı bir sanatçı, Hollandalı bir sanatçı gibi bu olanaklardan pek kolay yararlanamaz. Yani hiçbir şey dışarıdan ya da karşıdan göründüğü gibi değildir. 20. yüzyılın önemli bir insan trajedisine yönelip ülkelerinden kopmak zorunda kalan ya da kopartılan insanların el kapılarında neleri, nasıl yaşadıklarını anlattığınız Maviydi Adalet Sarayı’nda (1994) (Hollandaca Valse Hoop/Sahte Umut adıyla2003) gerçekçi saptamaların ışığında somutlaşan yaşamdaki insanlarla romandaki insanların iç içe olduğu yaşam kavgasını okumuştuk. 2000 yılında yayımlanan Üçüncü Ölüm adlı romanınızda ise, Macaristan’dan gelip Hollanda’ya yerleşen Galgoczy’nin 20. yüzyılı içeren insanlık trajedisi yaşamını aktardınız. Girişinde dediğiniz gibi bu roman da “Bir başka ülkede, bir başka ülke yazarının, bir başka ülke insanını yazdığı ilk yapıt”tı. İkisi de zor konu idi, ama ikisinin de üstesinden gelmiştiniz. Bu iki romanınızla ilgili bekledikleriniz ya da olduysa düş kırıklıklarınız nelerdi? Bu yapıtların size neler kattığını söyler misiniz? Sorunuzda yapıtlarımın kısa bir özetini yapmışsınız. Bu yapıtlar yukarıda belirttiğim gibi benim genişleyen yazın coğrafyamın ürünleri. Her ikisi de hem zor, hem de günümüze kadar yazılmamış konulardan oluşuyor. Ama ilkokul yıllarımdan beri çok iyi tanıdığım bir konu bu. Yani göç konusu. Tanıdığım bu konuyu yazmak çok zor olmadı benim için, ama kaynaklara ulaşmak ve gözlem yapmak beni hayli zorladı. UNUTTURMA YÖNTEMLERİ Adlarını andığınız romanların ikisi de Türkiye’de ödül aldılar. Ama benim uzakta olmam, yazınımız içinde bir sorun olan “unutturma” yöntemleri romanların okuyucuya ulaşabilmesini epeyce etkiledi. Yaşadığım ülkede birisi değil roman, sadece bir öykü yayımlasa boy boy söyleşilerini ve yorumlarını görebilirsiniz sanat kültür sayfalarında. Ama bizde kitaplarımız hep kendi gücüyle okuyucuya ulaşıyor. Bu durum sizleri olduğu gibi beni de hem üzüyor, hem de yoruyor. Halbuki, bir ülke edebiyatı edebi eser veren tüm yazarlarıyla varlığını sürdürür. Bir ülke edebiyatı birkaç yazarla yaşasa, o yazarların ölümünden sonra o ülkenin edebiyatı da yok olur. O nedenle edebiyat tarihçileri ve yazın insanları, kültür sanat sayfası yöneticileri ve eleştirmenler daha ? 872 SAYFA 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle