09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

O K U R L A R A Bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü Orhan Pamuk'un. Dergimizin teknik olarak erken hazırlanması bizleri bu sevinci okurlarımızla paylaşmakta geç bıraktı. Orhan Pamuk'u kutluyoruz. Her yıl olduğu gibi bu yıl da tartışılıyor Nobel Edebiyat Ödülü. Tartışılacak da. Orhan Pamuk'un yapıtlarına ilişkin yazılar yayımlayacağız önümüzdeki haftalarda. Yeniden ve yeniden kutluyoruz Orhan Pamuk'u. Murat Tuncel 1952 yılında KarsHanak'ta doğdu. 1979 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Fakültesi'nin Türkçe Bölümü'nden mezun oldu. 1984 yılında öğretmenlikten ayrıldı. Günaydın gazetesinde çalıştı. 1989 yılında Hollanda'ya gitti. Yazın yaşamını Hollanda’da sürdüren yazar, Hollanda eğitim bakanlığına bağlı bir temel eğitim okulunda Anadili dersleri ve Rotterdam Konservatuvarı’nda Türk dili ve edebiyatı dersleri veriyor. Tuncel'in ilk kitabı 1981 yılında yayımlandı. Hollanda’da yayımlanan birçok antolojide öyküleri yer aldı. 'Maviydi Adalet Sarayı' adlı romanı 'Valse Hoop' adıyla Hollandaca yayımlanan yazarla son romanı 'İnanna' üzerine konuştuk. İyi bir kitap fuarı geçirdiğinizi düşünüyor, bol kitaplı günler diliyoruz. TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] 60 yaş çizgisini aşmış üç şairimiz, bugüne dek kitap yayımlama adımı atmadılar. Birincisi, 1960’lı ve 1970’li yıllarda, oldukça sık dergilerde görünürdü şiirleriyle, şiir yazmayı sürdürdü ama onları gün ışığına çıkarmaz oldu pek; ikincisi, 1960’lardan beri, çok uzun aralarla pek az şiir yayımladı, kitabı üzerinde çalışmayı hiç kesmedi ama onu yayımlama isteği taşımıyor; üçüncüsü, köşesinde şiirlerini yazıyor ama bir tekini olsun okur önüne koymaya yanaşmadı bugüne dek, kitabını işlemeyi sürdürüyor. Bu duruş tarzı öteden beri aklımı kurcalıyor açıkçası. Bizim şiirimizde böyle bir tavır göze çarpar, dönüp baktığımızda: Yahya Kemal, Ahmet Muhip Dıranas, Tanpınar dilin ucuna ilk gelen ünlü örnekler. Kitap yapma sorunu, özellikle şairleri yokuşa sürmüştür. Sınırlarını kestirmekte güçlük çektikleri bir tür hayaletbütünlük kaygısı kadar, bütünün her parçasına yönelttikleri mikroskobik bakış da etkili olur kitap kararı konusunda. Yetkinlik tasası marazî boyutlar alır, bir şiir hakkında kullanamadıkları tek fiilin "bitirmek" olduğu gözlenir. Diyelim ki şiirler üzerinde yürüttükleri çalışma sona ermiş olsun; bu defa da kitabın inşası aşılmaz bir engel gibi dikilir karşılarına her durumda eksik ya da yetersiz bir ‘şey’ kalacaktır. Sonunda duruma boyun eğip kitabı yapsalar bile, bu adımı atmış olmak onlara huzur sağlamaz. Kitap yapmamak, şairin statüsünü etkiler diye bir kural koyamıyoruz: Yahya Kemal, yaşadığı dönemin en ünlü, yaygınlık kazanmış şairiydi, kitap yayımlamamıştı ama, şiirleri Hürriyet’in ilk sayfasında yer alırdı. Dıranas daha dar bir çevrede, Tanpınar daha da dar bir çerçevede tanınırlardı gerçi, gene de Türk şiirindeki yerleri ayrılmıştı. Bugün, aynı sonuçla karşılaşmak bana olanaksız görünüyor. Giriş bölümünde sözettiğim üç şairden ikisini (üçüncüsünün şiir yazdığını bile gizlediğini düşünerek böyle diyorum), ancak kıdemli şiir okuru anımsıyorsa anımsıyordur, yaşı 40’ın altındaki şairlerin çoğunun bilmediği tanımadığı şiir serüvenleridir bunlar. "Kıymet"lerini azaltır mı, herhangi bir "etki"lerinin olmaması? Kestirip atmadan önce düşünmek, enine boyuna tartmak gerekir. Bir şiirin yazıldığı dönemde okur önüne çıkmaması, onun "son kullanım tarihi"nin geçmesi anlamına gelir mi? Hopkins, Lautréamont gibi örneklerin karşımıza çıkması, bir kesinlemeye başvurulmasını güçleştiriyor. Kimi şairlerin, yazarların karşılığını sonraki bir dönemin okurunun verdiğini edebiyat tarihlerinden biliyoruz. Gelgelelim, genelgeçer bir durum söz konusu edilemez burada, tam tersine, istisnalardan dem vurduğumuzu unutamayız. Bana öyle geliyor ki, bir şiirin, yazıldığı dönemde görülmesi ya da gözden kaçması değil de, belirmesi önemlidir. Bazı önemli şairlerin, şiirlerin okurla buluşmazdan çok önce, bir avuç başka şaire ulaştıkları, kendi etki alanlarını öylece oluşturmaya koyulduklarına tanık oluyoruz, geçmişe baktığımızda. Tersini düşünelim: Orhan Veli’nin şiirleri yazıldıkları zamanda yazılmış ama ilk kez bugün yayımlanmış olsalardı, nasıl bir sonuçla karşılaşacaktık? Bana kalırsa, hem Türk Şiiri, hem de Orhan Veli açısından her şeyin çehresi değişecekti. Garip akımı Orhan Veli’siz patlak verir miydi bilemiyorum, patlak verse bile ne denli etkisi olurdu, bunu da; öbür uçta, 2006’da gün ışığına ilk defa çıkacak Orhan Veli şiirlerinin bugün yerini tayin etmek pek kolay olmayacaktı. Bu soru karşıma 1979’da, Suphi Aytimur’la tanışınca çıkmıştı: 19501970 arası yazdığı şiirler, yazıldıkları dönem açısından yenilikçi özellikler barındıran ürünlerdi, otuzkırk yıl sonrasındaysa eskimiş yanları ağır basıyordu, öyle de algılandı kaldı ki: Aytimur’un şiiri bir yere oturtulamadı Enis BATUR Pervasız Pertavsız Şiirin Zamanı sonunda. Oturtulamamış olması yalnızca zamanında ortaya çıkmamasına mı bağlı peki? Böyle düşünmüyorum ben: O işlem, eleştirel okumanın, değerlendirmenin, konumlandırmanın üstlenmesi gereken görevler arasındadır; eleştirmenin, sağlam optikli edebiyat tarihçisinin, bir de öteki şairlerin katkısıyla olgun bir çerçeve yaratılabilir, yaratılmalıdır. Kalıyor son, can alıcı soru: Bir şairin şiirlerini toplamaktan, giderek göstermekten kaçınması bir özgüven eksikliği ile açıklanabilir mi? Yoksa, daha çok bir güven duymama saptamasıyla mı ilgilidir bu seçim ortama, döneme, egemen değer ve değerlendirme dizgesine karşı?Aklı başında her şairin aklından arasıra ya da sık sık, kirlendiğini gözlemlediği bir dünyadan kopmak, geri çekilmek, uzak durmak isteği, fikri geçer sanıyorum. Öyle bir atmosferin içine şiirlerini salıvereceğine, bir köşeye, kendi köşesine büzüşüp onları yontmayı sürdürmek ola ki tek değilse bile en doğru çözümdür æ varsın bunun bir bedeli olsun. diklerine tam katılamıyorum açıkçası. Üç yabancı dil biliyor Ali Teoman, okuma alanını rahatlıkla genişletmesini sağlayan araçlar. "Usta"larını sayıyor, hemen tümünü ben de usta katında görüyorum. Gelgelelim, Hulki Aktunç’u ayıracak olursak, "hiza" ayarı yaptığı yazarlar arasında yaşayan tek bir yazara rastlamadım. Bu durum üzerinde biraz düşünmek gerekir. Yazma sürecinin her aşamasında, ata metinleri denektaşı olarak görür yazarlar. Kimileri soluk açmak için Stendhal okur, kimileri Ezra Pound’a göz atar, Eski Ahit okuyanlar, Karacaoğlan’a dönenler vardır. İki proje arası ısınırken (ya da soğumamak için), tezgâhta sıkıştığımızda, boğulduğumuzda gücünü defalarca sınadığımız yazarlara, metinlere başvurduğumuz olur ölçmenin en sağlıklı yollarından biridir. Buna karşılık, "hiza" arayışı, bana kalırsa, farklı ölçütlere dayanır, dayandırılmalıdır. Yazı adamının hiçbir "hiza" kaygısı olmayabilir, bunu şart koşacak kişi ben değilim: Kavafis, Pessoa ve pek çok şair, yazar dönemlerinin anlayışlarına, zihniyetine, ürünlerine kayıtsız, mesafeli kalmayı yeğlemişlerdir. Başkaları, göz ayarı yapmayı önemsemiştir, öteki kutupta: Gününe dikkat kesilmiştir. (Stendhal’ın en sıkı eleştirmeni Balzac’tı). Ali Teoman, "hiza" tartımını Oğuz Atay’a göre yapıyorsa, bence en uygun kerterize bakmıyor: Apayrı kaygıların, formül arayışlarının, tekniklerin ağır bastığı bir dönemin romancısı Atay. Ali Teoman acaba Nooteboom’un, Quignard’ın, Calveyra’nın, Federman’ın, Botho Strauss’un, Harry Mathews’un yeni ürünleri hakkında ne düşünüyor? Leyla Erbil’in son dönem anlatılarına nasıl bakıyor? Yaşıtlarının, kendisinden daha genç yazarların yapıtlarıyla ilişkisinde ne türden bir "hiza" cetveli kullanıyor?Bunları bilmek isterdim. Bir yanlış anlaşılmayı önlemek için belki de ayırmalıyım: Günü gününe iz sürmekten, gündeme ya da öne çıkarılanlara kilitlenmekten söz etmiyorum burada. Her dönemin kendine özgü bir yazınsal tasarım çerçevesi, bir de ona uygun bir dil ve üslup soruşturması olur; yazan (yapan) kişinin bir biçimde bunun ayırdında olması, döneminin değerlerine kafa tutmak için bile onları bir biçimde tanıması bence gereklidir. Moretti, Goethe’den iki yüz yıl sonra bir "Dünya Yazını" şemsiyesi kurmaya yöneldiğinde, "hiza" sorununun, günümüzün iletişim koşullarında evrensel bir ölçüt haline geldiğini de vurgulamış oldu. Bugün, dünün tersine, herkes iyikötü, kaba hatlarında birbirinin farkında: Baudelaire’in, geçen yüzyılın ortasında Poe’yu gecikmeden keşfetmiş olması şaşırtıcı bir durumdu; bugün, Kundera’nın bir kitabının çıktığı hafta bir Japon yazarının onu okumaya başlamasında şaşırtıcı bir yan göremiyoruz. "Hiza" konusuna ben böyle bakıyorum. ¦ HİZA SORUNU Eşik Cini’ndeki söyleşisinde, Ali Teoman’ın bekinerek "hiza" konusunun üzerinde durmasına çok sevindim. Benden bir sonraki kuşağın en iyi yazarları arasında yer alıyor bana kalırsa Ali Teoman; işçilik anlayışı, ufku, yatırım gücüyle önünü açık görüyorum ayrıca. "Hiza" ölçümü çerçevesinde dile getirAli Teoman İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk? Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız ? Yayın Yönetmeni: Turhan Günay ? Sorumlu Müdür: Güray Öz ? Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı ? Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. ?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişliİstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 ? Baskı: İhlas Gazetecilik A.Ş. 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna İstanbul Tel:0 (212 454 30 00 ? Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden / Reklam Müdürü: Eylem Çevik? Tel: 0 (212) 251 98 74 75 0 (212) 343 72 74 ?Yerel süreli yayın ? Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 872 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle