08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bir Başyapıt: W. G. Sebald’in Öyküleri ‘Göçmenler’ W. G. Sebald’in Göçmenler’i, ümitsizliğin belirlediği bir var oluş üzerine, köklerinden kopartılmak üzerine bir kitap. Dört sürgünün dört öyküsü yer alıyor Göçmenler’de. Sebald, vatanlarından sürülen Avrupalı dört Yahudi’nin yaşam ve ölüm öykülerini aktardığı öykülerinde Güney Almanya’dan İsviçre’ye, Fransa’ya, İngiltere’ye, New York ve Kudüs’e göçen akrabalarının ve dostlarının peşine düşüyor. Geçmiş zamanın ve belleklerimizin dipsiz derinliklerinden yitik yaşamları, unutulmuş ölümleri çıkarıp bugüne taşıyor. İzini sürdüğü yersiz yurtsuzların peşinde, Sebald, dolaylı yoldan da olsa bir bakıma kendinden söz ediyor bize: Almanya’nın hiç de masum olmayan geçmişinden ötürü duyduğu utançla, bu insanların acısına ortak olarak. Göçmenler, Yahudilerin tarihinin Almanlarınkinden, Almanların tarihinin de Yahudilerinkinden bağımsız düşünülemeyeceğini gösteren bir yapıt. Birbirinden büsbütün farklı, iki ayrı tarih değil bu çünkü, aksine iç içe geçmiş, suçlar ve pişmanlıklarla örülmüş, susmuş ve unutturulmuş bir tarih bu. Sebald, belleklerimizde şimdi yerini bulması gereken bambaşka, yeni bir tarih yazıyor Göçmenler’de: Dört sürgünün dört öyküsüyle. SAYFA 18 Küçük zamanların büyük edebiyatı ? Heinrich DETERİNG G ünümüz Alman edebiyatında bugüne kadar sadece Patrick Süskind’in öyküleriyle edinilmiş farklı bir okuma biçimi oluşmuştur. Burada anlatıcı tuhaf, garip tiplerin öykülerini anlatır. Örneğin bir güvercinin bakışından sonu olmayan bir krize giren sıradan Parisli bir memurun öyküsünü; koku alma konusundaki dâhice yeteneğinin ve her geçen gün biraz daha titizlenerek hazırladığı muhteşem kokularının kendisini kötü ve iğrençlikle dolu bir dünyada canavara dönüştürdüğü toplum dışına itilmiş birini; Güney Almanya’daki kentlerin dar dünyasını soluk almadan dolaşan ve tek arzusu hiç kimse tarafından rahatsız edilmemek olan ve sonunda elinde bastonu, sırtında çantası kendisini suya bırakan suskun Bay Sommer’i anlatır bize. İnsan bir kere okumaya başladı mı, daha önce hiç duymadığı bir sürü olayla karşılaştığı için bir türlü elinden bırakamaz, tıpkı son olarak çocukluğumuzda okuduğumuz o bildik gerilim hikâyeleri gibi. Sonra olaylar acımasızca birbirini takip ettikçe, henüz daha sona ermemiş bir geçmişin izlerine rastlarsınız. Anlatılan tüm bu garip tiplerin ve olayların arkasında savaşı ve Yahudilerin sürülmelerini, onların onulmaz yaralar açan toplum dışına itilmelerini görürsünüz. Entelektüel bir anlatıcının muhteşem tasvirleriyle Goethe’nin “Dünyamız çatlamış ve artık ses çıkarmayan bir çandır” sözleriyle kastettiği bir dehşet gözler önüne serilir. W.G. Sebald’in Göçmenler adlı kitabı işte bu tür öykülerden söz ediyor. Goethe’nin sözünü alıntılayan bu yapıtta “biz” diyenler, ötekiler: yani yaşadıkları kenti, ülkeyi terk eden ve sonunda da bu dünyadan Anlattığı yaşam öyküleri acayiplik ve tuhaflığın da ötesinde son derece ümitsiz olduğu için, Sebald onları birer yazgı öyküsü olarak tanımlıyor. göç edenler. “Göçmen” kavramı birçok anlama gelir. Başlarına olmadık şeyler gelen, yaşadıkları insanın yüreğini sızlatan, ürküten, zincire vurulmuş insanlardır onlar. GERÇEK ÖYKÜLER Birinci öyküde İngiltere’de büyük bir arazinin içindeki sihirli bahçesinde münzevi bir hayat süren ve “çoktandır görmeye alışık olmadığımız” kadar nazik bir beyefendi olan Henry Selwyn ağır ağır ve isteksizce yaşamını anlatmaya başlar. İkinci öykü hep genç kalmış, dörtte üç oranında Ari ırktan olduğu için III. Reich döneminde derse girmesi yasaklanmış, sonrasında Fransa’da özel öğretmen olarak çalıştığı tarihlerde memleketinde Yahudilere yapılan kıyımı öğrenmiş ve sonunda –arkadaşlarının anlam veremediği bir nedenle– 1939’da Almanya’ya geri dönmüş olan ilkokul öğretmeni Paul Bereyter’in hikâyesi. Diğer bir öykü, anlatıcının Manchester’ın harabe haline gelmiş sanayi bölgesinde karşılaştığı ve 1942 yılından beri burada yaşayan, Massai kabile şefinin kapı komşusu Yahudi ressam Max Ferber’e ait. Bir başka öyküde büyük dayı Ambros Adelwarth’ın inanılmaz ve muhteşem hayatı anlatılıyor. New Yorklu bir banker ailesi olan Solomonların yanında uşak ve kâhya olarak çalışan Ambros Adelwarth, aile nin eksantrik oğlu Cosmo’ya ölümüne kadar refakat etmiştir. Adelwarth ile Manhatten ve Bronx’taki Yahudi mahallelerini tanıyoruz, henüz dış dünyaya kapalı olan Japon İmparatorluğu’na, sömürge Mısır’a, kışın Kanada’nın kış sporu merkezlerine, yazın Arap kostümleri içinde İstanbul’a ve Kutsal Topraklar’a seyahat ediyoruz. “Bu, karanlığın başladığı yerdir,” der Sebald’in kahramanlarından biri, New York kıyısında durmuş, akşamın karanlığında denize bakarken. Sebald’in öyküleri de işte tam burada, karanlığın başladığı yerde geçer. Başka herhangi bir yazarın Yahudilik, Almanya, Yok Etmek ve Unutmak gibi büyük konuların yanında görmezlikten geleceği ayrıntılara verir dikkatini. Sebald mimikleri, giysileri, mobilyaları dikkatle gözlemler. Çizdiği portrelerin büyüleyici olmasının nedeni, Sebald’in genel havayı olağanüstü hissetmesinden ve önemsiz gibi görünen ayrıntıları atlamamasından kaynaklanmaktadır. Böylece ölülerin bir bakıma dirilme ve değişme konusundaki düşleri ve hayalleri de artık inandırıcı gelmeye başlar. İşte o zaman okur “sanki ölüler geri gelmiş ya da bizler onlara karışmışız gibi” cümlesini anlayıp hissedebilir. Bu öykülerdeki en şaşırtıcı durum, hepsinin gerçek olmasıdır. Henry Selwyn ve Paul Bereyter, Max Ferber ? KİTAP SAYI 872 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle