Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? ve Ambros Adelwarth. Sebald hepsiyle bir şekilde karşılaşmıştır. Yaşadıkları yerleri gidip görmek, kitabına koyduğu o küçük ama değerli bulguları gerçeğe uygun bir şekilde anlatabilmek için, öykülerini öğrenmek için yıllarını vermiştir. Sadece fotoğraflar ya da kartvizitler, küçük notlar ve gazete kupürleri değildir bu öyküleri inandırıcı kılan, öykülerin inanılmaz gerçeklikleri de onları inandırıcı kılmaktadır. Kaldı ki her biri diğerinden daha uzun olan bu dört öyküde, 1944 yılında Almanya’da doğan ve on yıldır İngiltere’de yaşamakta olan yazarın, bir anlamda kendi öyküsünü de anlattığı görülür. Öykünün bir yerinde birdenbire “Habsburg İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Galiçya’dan batıya göç eden” Sebald’in babasıyla karşılaşırız. Babasının daha sonraki yaşamı hakkında tek kelime edilmez. Bunun yerine “sadece kısmen, o da bir an için onun [Bereyter’in] duygularını anla[dığını], ancak bundan da emin olamadığı için, bildikleri[n]i ... yazıya dökmeye karar verdi[ğini]” öğreniriz. UZUN VE HEYECANLI ÖYKÜ Ambros Adelwarth’ın öyküsünün, kitaptaki en uzun en heyecanlı öykü olması dikkat çekicidir. Eğer bir vatan, bir ev söz konusuysa, o zaman anlatıcının vatanının, evinin bu dünyada bir yerde olduğunu söyleyebiliriz. Sebald son derece kültürlü, aydın bir anlatıcı, nazik, mesafeli ve gerçek bir beyefendidir. Centilmen Henry Selwyn’de hayran olduğu şeylere sa dık kalır; bunlar “büyük üslup”, ödün vermeyen bir ustalık, güvenilirlik, mükemmellik ve zarafet. Sürekli belgelere dayanmasına rağmen belgeselleştirmeden anlatır Sebald. Böylece Ambros Adelwarth’ın dünyayı dolaştığı o büyük dönemlerin tonuyla yazar, öyle ki kitapta 1991 yılının geçtiği yerde insan yabancı bir cisme çarpmış gibi olur. Çünkü Sebald çok ciddi bir tonda yazmaktadır. Hoş ama zor söz diziminden şaşmaz. Örneğin Adelwart’ı konuştururken, onun dünyasına ait, ancak günümüz Almancasında eski sayılabilecek ifadeler kullanır. Sebald’in, anlatıcının aktardıklarında ya da karakterlerin konuşmalarında üsluba verdiği özen sadece anlatım tonunu değil, tüm yapıtın kompozisyonunu, ustaca oluşturulmuş ana motifi, edebi çağrışımları ve anlatılanların gerçek olduğu konusundaki iddiaları da destekler. Fakat yazarın insanı şaşırtan bu üs lubunun nedeni belli bir eğilimden değil, aksine kendini savunma arzusundan kaynaklanmaktadır. Örneğin seçkin büyük dayının aristokrat titizliği “önlenemez bir çöküş” karşısında teslim olmama gibi güç bir çabayı gizler. Olayların Almanya’daki kulisleri Oranienburg ve Theresienstadt, hatta Gunzenhausen ile Kissingen’dir anlatıcının yıllar sonra geri döndüğü, hiç kimsenin bir zamanlar buradaki giysi dükkânlarının eski sahiplerini tanımadığı, bugün İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun olduğu yerde eskiden Cheder’in ve sinagogun bulunduğunu hiç kimsenin hatırlamadığı yerler. Yahudilere hâlâ (ya da yine) burada oturma haklarının olmadığı nın öğretildiği bir ülkedeki yerler. Kitabın sonunda anlatıcı, Manchester’da artık doğru dürüst işlemeyen bir belleépoque otelinde Litzmanstadt gettosunun fotoğraflarını görür. Fotoğrafların birinde üç Yahudi kadın dokuma tezgâhının başında halı dokumaktadır. Kadınlardan ikisi yan tarafa bakmaktadır. GECENİN KIZLARI... Üçüncüsü ise bakışlarını kendisini izleyene doğrultmuştur. Anlatıcı ellerinde iğ, iplik ve makas olan bu üç kadının, “gecenin kızları”nın fotoğrafını görünce Roma mitolojisindeki kader tanrıçalarını anımsar. Bu etkili, yüce, insanı derinden etkileyen bir sonuç. Ancak yine de bu kuru ve tümüyle hüzünlü gerçeklik tek başına kendini ifade edebilecekken bu mitolojik yazgı imajına ne gerek var, diye düşünüyor insan. Kim bilir, belki de anlatılan gerçekliğe başka türlü katlanılamayacağı için. Anlattığı yaşam öyküleri acayiplik ve tuhaflığın da ötesinde son derece ümitsiz olduğu için, Sebald onları birer yazgı öyküsü olarak tanımlıyor. 19. yüzyılın son tesellisi, Stefan Zweig’ın farklı bakış açıları altında yazdığı Dünün Dünyası’nda sözünü ettiği son kurtuluş bu. Ve yine acınacak kadar küçük zamanların büyük edebiyatı. ? Frankfurter Allgemeine Zeitung’un, 17 Kasım 1992 tarihli nüshasından çeviren: Gülperi SERT Göçmenler/ W.G. Sebald/ Çeviren: Gülperi Sert/ Can Yayınları/ 224 s. “Sebald’in öyküleri karanlığın başladığı yerde geçer. Başka herhangi bir yazarın Yahudilik, Almanya, Yok Etmek ve Unutmak gibi büyük konuların yanında görmezlikten geleceği ayrıntılara verir dikkatini. Çizdiği portrelerin büyüleyici olmasının nedeni, Sebald’in genel havayı olağanüstü hissetmesinden ve önemsiz gibi görünen ayrıntıları atlamamasından kaynaklanmaktadır. CUMHURİYET KİTAP SAYI 872 SAYFA 19