Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ERDOGAN TEZIÇ * ünümüzdeki anlamı ile anayasacdık hareketleri, Batı'da 18. yüzyıl sonlarında, yalnızca devleti örgütleyen, statüsünü belirleyen hukuki Dİr belge olarak değil, fakat devlet içinde siyasi iktidarı ve toplum ıçinde de devlet iktidarını sınırlayan bir belgeyi ifade edıyordu. Işte bu tanımı ile, anayasacılık hareketlerinde, anayasa kavramı artık hukuki ve siyasi nitelikleriyle anılmaktadır. Zira anayasanın devletin statüsü olması hukuki; buna karşılık anayasanın devlet iktidarını kayıtlaması, siyasi niteliğini ortaya koymaktadır. Işte bu siyasi niteliği ile anayasal devlet ile anayasalı devlet birbirinden ayrılmaktadır. Çiinkü tanımı gereği her devletin bir anayasası vardır; ama anayasal devlet olabilmek, kişi haklarının giivenceye alınması ile gerçekleşebiliyor. Türkiye ile Batı'daki anayasacılık hareketleri, zaman ve mekân içinde değerlendirilirken, benzer nitelikte olmadıkları dikkatleri çeken bir husustur. Bir kere Batı'da, monarkların mutlak gücüne karşı direnmeyi sağlayacak yapısal koşullar OsmanL Imparatorluğu'nda oluşmamıştı. Zira sanayıleşmenin dışında kalan imparatorlukta, devlet iktidannın sınırlanmasına yol açacak orta sınıf sosyal güç olarak ortaya çıkamamış ve buna bağlı olarak düşünce planında "insan haklan" doktrini de gefişememişti. Batı'da bu süreçte orta sınıf, halkın sözcüsü olarak isteklerine kesin ve kararlı bir değer verebilmek amacıyla, milleti oluşturan bütün insanları arkasından sürükleyebilmek için, onlan hür insanlar ve yurttaşlar olrna onuruna çağırmaktaydı. Bunun yanı sıra Osmanlı Imparatorluğu daha kuruluş aşamasında merkezi olup, gazâ ve fetih ilkelerine dayanıyordu. Yeni yeni topraklar elde ederek îslamı yaymak, sürekli savaşları gerektirdiği için, imparatorluğun gelişmesi askeri niteliğini de ön plana çıkarmıştı. Nihayet, Islami anlayışta, ülkenin gerçek sahibi Allah'tı; Allah ile insan ilişkisi de sahip kul ilişkisiydi. Kulluk etmenin yolu devlet başkanına mutlak itaati gerektiriyordu. Osmanlı anlayışında devlet beşeri takdirin üstündeydi. Böyle olunca da devlet iktidarının sınırlanmasına sebep olacak nitelikte bir anayasacılık hareketine imkân vermiyordu. G Bulent Tanor'un Türkiye'dekî anayasacılık hareketleri ile ilgili düşünceleri ketlerini çok ulııslu Osmanlı lmparatorluğu, Ulus Devletin Kuruluşu ve Çokpartili dönemler içinde incelemektedir. Birinci dönem anayasacılık hareketinde esas olan çok uluslu imparatorluğu devam ettirebilmektir. Osmanlı lmparatorluğunda anayasa hareketleri, kişi özgürlukleriyle devlet iktidarını sınırlamak gibi bir olgudan başlamıyor. 18. yüzyıl sonlarındaki "yenileşme" teme linue, askeri yenilgilere çare aramak ve giderek imparatorluğu gerilemekten kurtarma endişesi yer almaktadır. II. Mahmut'un tanta geçmesinden sonra imzalanan Senedi tttifak, padişahın mutlak iktidarını sınırlamasının ötesinde, Âyânın derebeylik (feodalite değil, E.T.) iktidarını kabul eden bir belgedir. Ancak kısa süre sonra II. Mahmut tarafından uygulanmasına son verilen bu belge, yerini, içinde yaşanılan şartların asü etkili alternatifi olan, "merkezileştirici modernizasyon" programına bırakması olarak değerlendiriliyor (Tanör s. 62). Yenilik hareketlerinin 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyılda askeri alanda başlaması, daha sonra geniş kapsamlı modernleşmenin hareket noktasını oluşturacaktır. Onun içindir ki; Osmanlı ve Türk Anayasacılık hareketlerinin temelinde Batı'daki gibi bir sınıfsal olgudan sözetmek imkânı yok. Bütün yenııikler gibi, devlet düzeninin kurallara bağlanması da gene devlet kadrolarından yetişmiş bürokratların öncülüğünde gerçekleşiyordu. Tanzimat dönemi ile ilgili olarak, 1839 yılında Mustafa Reşit Paşa'nın Gülhane Hattı Humayünu'nu (GHH) okuması, imparatorlukta yeni bir dönemin de başlangıcı oldu... G H H daha çok yönetim ilkelerine ayrılmış bir kılavuz ve haklar belgesi, Tanzimat ise idari ve mali, siyasi, dıplomatik, ekonomik vb. alanlara yayılan geniş bir uygulamalar bilançosudur." dendıkten sonra, B. Tanör (a.g. kitap s. 75), Mustafa Reşit'in "Batıcı bir bürokrat grubu temsil ettiği, öte yandan, Tanzimat döneminde gelişen "kurullar eliyle karar alma", bir görev bölüşmesine imkân sağlarken, merkezi devlet otoritesini padişahta toplayan geleneksel yapının yıımuşamasına yol açıyordu. Bu da Saray karşısında, yeni bir güç odağının, Tanzimat bürokrasisi denen tabakanın ve giderek "Babıâli didaktörleri" S Biraz uzun sayılabilecek bu ön açıklamaları yaptıktan sonra, B. Tanör'ün Türkiye'deki anayasacılık hareketlerine bakış açısını "OsmanlıTürk Anayasal Gelişmeleri" (YKY, îstanbul 1998) bashğını taşıyan kitabını esas alarak ortaya koymaya çalışacağım. Ancak, şu hususu hemen belirtmeK isterim ki; Osmanlı lm paratorluğu'ndan bugüne değin uzanan 5ın yolda, anayasa hareketlerinin Da •»aşlangıçtaki özellikleri, günümüz anayasacılığına da damgasını vurabilmiştir. Onun in, günümüzü açıklamak açısından smanlı lmparatorluğu'ndan Ulusal Devletin kurulmasına uzanan süreç üzerinde biraz daha uzun durmak günümüzü açıklayabilmede anlamlı olabilir. Bu kitabında B. Tanör, anayasacılık hareSAYI 672 olarak adlandırılan, yönetimin asıl elemanlarının oluşumunu ortaya koyuyordu. (Tanör s. 107). B. Tanör'e göre I. Meşrutiyet (1876) "mayalanma açısından Tanzimat dönemine" dayanıyordu (s.121). Tanzimat döneminin ekonomik ve sosyal başarısızlıkları 1871'den sonra gittikçe artan baskıcı yönetime karşı yeni bir arayışı ifade ediyor. Tanzimat donemi, daha sonraki I. Meşrutiyet anayasacılık hareketine öncülük eden, devlet memurluğundan, yani bürokrasiden gelen ve "Genç Osmanlılar", ya da Padişah Abdülaziz'den sonraki söyleşiyle, "Jön Türkler" diye adlandırılan tabakanın yetişmesini de sağlamıştı. Bu kadro 30 Mayıs 1876'da Abdülaziz'in tahttan indirilmesini, sonra da V. Murat'ın ruhsal durumunun bozuk olması nedeniyle, II. Abdülhamit'in tahta çıkmasını sağlamıştı. Bu olaylar, siyaset bilimi ve anayasal hukuk açısından şu tespitlerin yapılmasına da yol açıyor (Tanör s. 125126). 1 1807 olayından beri uygulama alanı bulmayan "Padişahı tahttan indirme" tekrar gündeme geliyor. 2 OsmanL sisteminde ulemaasker işbirliği tekrar ortaya çıkıyor; ama askeri unsur, yeniçeriliğin lağvedilmesinden (1826) sonra, onun verini modernleştirilmeye başlanmış olan silahlı kuvvetler almaktadır. Böylece ordu uzun bir aradan sonra yeniden iktidar değişikliğinde etkili olacaktır. 3 Nihayet ulemaasker işbirliğinin yanında, Tanzimat 'la oluşan büroKrasinin üst kademesi aktif bir rol oynamaya başlayacaktır. Bu tespitlerden sonra, B. Tanör, anayasa hukukçularının ve tarihçilerin, I. Meşrutiyet Anayasası'nın "bir avııç insanın eseri" olması, yaygın görüşünden farklı olarak, bu anayasanın temelinden de bir toplumsal zorlama olduğu görüşündedir (s. 126). II. Meşrutiyet (1908) hareketi ise bu kez örgütlü bir muhalefet hareketidir. Bunun öncülüğü, "gizli örgütlenmelerin" beşiği Tıbbiyei Şahâne'dir (Askeri Tıbbiye). Fransız Devrimi'nden tam bir yüzyü sonra, 1889'da Ittihadi Osmani adı altında oluşan bu örgütlenme, II. Abdülhamit yönetimine karşı ülke çapında muhalefeti yaygınlaştıracaktır. Ama, II. Abdülhamit'in 1876 Anayasası'nı tekrar yürürlüğe koyması, 23 Temmuz 1980 günu lttihat ve Terakki'nin Manastır'da Hiirriyetin llanı ilegerçekleşecektir. B. Tanor, II. Meşrutiyetin bir "saray darbesı" olmadığını belirtirken, "genişçe bir toplumsal tabana oturan bir hareket, hatta bir ulusal ayaklanma" olduğu sonucuna vanr (s. 177). Daha önce de işaret edildiği gibi, "19. yüzyıl Osmanlı anayasal gelişmelerinde başrolleri oynayanlar toplumun üst tabakalanndan gelme kişilerdi. II. Meşrutiyet hare Soldan safla ufuk uras, Burhan Senatalar, Ercan Karakas. Bülent Tanör. Oraı calıstar. Cetln Özek ve vecdl Sayar bir toplantıda (Kasım, 2000). keti ise, yalnız genişçe bir temele dayanmakla kalmamakta, kadro ve kıtle dayanaklarını orta sınıflarda bulmaktadır (aydınlar, serbest meslek sahipleri, tüccar, vb)" (s. 177). Oysa II. Abdülhamit 1876 Anayasası'nı tek yönlü iradesi ile (Ferman) ilan etmişti. 1909 Anayasa değişiklikleri Meclis tarafından yapılmış, padişaha dayatılarak kabulü sağlanmıştır. "II. Meşrutiyetin ve 1909 değişikliklerinin en temel katkısı, egemenlik hakkı ve bunun kullanılışı bakımındandır. Burada egemenlik hakkı monark bir millet arasında paylaşılmıştır. 1909 değişikliklerinin Misak karakteri bu anlama gelmektedir" (s. 216217). Sonuç olarak, II. Meşrutiyet Rejimi, ulusal toplum, ulusal devlet ve egemenlik tezlerinin ilk kez mayalandığı bir dönemdir ve 1918 sonrasındaki Ulusal Devletin kurulması bu olumlu mirastan yararlanacaktır (s. 220). Bu zeminde önce yerel kongre hareketleri ve iktidarları ortaya çıkar; Mustafa Kemal'in önderliğinde bunlann birleşmesi önce bölgesel (Erzurum) sonra da ulusal kongre (Sıvas) iktidarına, Ulusal Kongre iktidarı da Büyük Millet Meclisi rejimine geçişi sağlamışlardır. Seçimler sonucu oluşan Büyük Millet Mecıisi'nin Ankara'da toplanması ile, Türkiye'deki ulusal kurtuluş hareketinin "mesruluk" ve "hukukilik" nitehk lerine sanip çıktığı belirtilirken, 20. yüzyılm başkaca kurtuluş hareketlerinin çoğunda görülen fiililik olgusundan (çete ve partizan savaşlan, halk savaşı vb.) ay rıldığı ortaya konuyor. Kurtuluş mücadelesi yeni bir anayasa altında (1921 Anayasası) sürdürülmek istenirken, hukukilik eğilimi de "taçlandırılmaktadır" (Tanör (s. 247). B. Tanör, 1921 Anayasası'nın hazırlanışı ile ilgili değerlendirmesini yaparken, Osmanlı'dan günümüze uzanan anayasacılık hareketlerimize damgasını vuran özellikleri şu satırlarla özetfiyor. "1921 Anayasası, hazırlanış ve kabul özellikleri bakımından OsmanlıTürk Anayasacılığının en demokratik, belki de tek demokratik örneğidir. 1876 Anayasası padişahın atadığı Dİr komisyonca nazırlanmış ve padişahın tek yanlı irade siyle ortaya çıkmış bir Ferman Anayasası ydı. 1909 değişiklikleri misak karakteri gösteriyordu; ama oluşumlarında yine de Heyeti Âyân'ın payı ve padişahın onayı gibi antidemokratik ortaklar vardı. 1924 Anayasası, bağımsız davranmayı başarmış olsalar da, adaylıklarını ve milletvekilliklerini Mustafa Kemal'e borçlu kişiliklerden oluşan bir Meclis tarafından yapılmış olacaktır. 1961 ve 1982 Anayasaları ise eski darbeler ve reiimlerin ürünüdür. Bu ikisi, aralarında hazırlanış koşulları ve içerikleri bakımından önemli farklar bulunsa da, demokratik kurucu organlar eliyle ve demokratik usuller yoluyla doğmuş değildi" (a. g. kitap s. 250). • (*) Galatasaray Ümversitesi SAYFA S CUMHURİYET KİTAP