23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

da da gerçektirler. Doğada gördüklerinin dışına çıkmaz, doğayı değiştirmez, dönüştürmez. En esrarengiz olayların bile gerçekçi bir açıklaması vardır ve Verne Dİlimsel bakışın, bilimsel gelişmelerin uzağına düşmeden açıklar ner olayı. Polisiyelerde gördüğümüz gizemli anlatıma sık sık başvurmasına karşın, sözkonusu olan gizin her zaman "bilimsel giz" olduğunu görürüz. Verne'i yalnızca bilimkurgunun, fantastiğin içinde değerlendirmek de yanlış olur. Bilinen ve bilinmeyen dünyalar hakkındaki en doğru ve en dolaysız bilgileri aktarma gibi bir işlevi de vardır Verne'in. Modern bilimin ortaya koyduğu bütün coğrafya, jeoloji, fizik, astronomi bilgilerini özetlediği gibi, neredeyse evrenin tarihini, yeniden yazmaya kalkar. Hiçbir yapıtında bilimsel bilgilerin dışına çıkmaz, onların anlamını çarpıtmaz, doğanın gelişimiyle bağdaşmayan kurgular oluşturmaz. Örneğin, Kaptan Grant'in Çocukları'nda yürütülen büyük arama narekâtı tamaemn Prof. Paganel'in coğrafya bilgisi sayesindedir. Havalar Hâkimi'nde yalnızca uçan gemide kullanılan teknoloji ve malzemeler değil, havanın özellikleri de tamemen gerçeğe uygundur. Balonla Beş Hafta'da balonun uçuş yüksekliğini ayarlayacak bir buluş bile yapılmıştır. Kaptan Hatteras'ın Serüvenleri'ndeki kutup seyahati, denizler altına, gökyüzüne, hatta dünyanın merkezine doğruyapılan yolculuklar, Jules Verne'i asd ilgiIendiren şeyin insanın doğaya karşı verdiği savaşım olduğunu kanıtlıyor. Aynı zamanda dünyayı anlamanın ve değiştirmenin yolunun öncelikle dünyayı keşfetmekten, anlamaktan ve her yönüyle tanımaktan geçtiğini iyi biliyor Verne. Yapıtlarında yalnızca yaşadığı çağın bilimsel buluşlarını aktarmakla yetinmeyen, geleceğe ait çoğu da doğru çıkanöngörülerde de bulunan verne, aynı zamanda toplumsal sorunların uzağına düşmeyen, siyasal gelişmeleri yakından izleyen, bunlan da yapıtlarına yansıtan bir yazardır. Mathias Sandorf'ta AvusturyaMacaristan monarşisinin neden olduğu baskıları eleştirir ve yurtseverlerin verdiği mücadeleyi över. On Beş Yaşındaki Kaptan, ırkçılığa ve köleliğe karşı düşüncelerle doludur. Beş Yüz Milyonluk Miras'ta ise 1870 FransızAlman Savaşı'nda Komüncülerin kıyıma uğratılması, bunun ardından gelişen kapitalistleşme sürecinin neden olduğu kaygdar roman kahramanı Grousser'in kişuiğinde dile getirilir. Bir bdimkurgu yazarı, bir gezi yazarı, coğrafyayı, fiziği, kimyayı, edebiyatla, edebiyatı hayatın tam ortasıyla buluşturan, hayallerle gerçeklerin arasındaki o incecik sınırı her zaman korumasını beceren Jules Verne de Türk okurunun tanışması 1875'lere dek uzanıyor. Eski harflerle yayımlanan Jules Verne çevirilerinden sonra, Harf Devrimi'nin ardından Verne'in kitapları bu kez yeni harflerle yayımlanmaya başlar. Yapıtları günümüze dek birçok çevirmen tarafından Türkçeleştirilmiştir, ama gerçek bir Jules Verne hayranı olan Ferid Namık Hansoy'un bu konudaki yerini ayrı tutmak gerekiyor. Hemen hemen onun tüm yapıtlarını dilimize çeviren bir isim Ferid Namık Hansoy. Yine de, daha çok çocuklara yönelik kısaltılmış çeviriler yapddığı, değişik yayınevlerinin, satış şansı fazla olan yapıtları sıklıkla çevirdiği düşünülürse, eksiksiz bir Jules Verne külliyatına sahip olmadığımız ortaya çıkıyor. Böyle zorlu bir işe girişen ve genç yaşlı hepimizin bir şekilde ruhuna işleyen bir yazarın, Jules Verne'in külliyatını oluşturmaya başlayan Ithaki Yayınlan'nı kutlamak gerekiyor elbette. Bilinen ve bilinmeyen bütün dünyalar adına! SAYFA 6 Julian Barnes'ın "Aşk Vesaire'si Yeni bip bahis: Aşk mı voksa vesaire mi? Julian Barnes, her zamanki keskin gözlemciliğiyle, muzip antropolog tavrını da sürdürüyor bu romanında: tngilizlerin el sıkışmaktan kaçınmasından Arnerika'nrn "taşyengeci" avcılığına, anoreksık domuzlardan çardak kuşlarının dişileri karşısındaki ilginç davranış biçimlerine kadar, birbirinden farklı birçok konuyu, okuması son derece zevkli yazınsal bir deneme potasında eritmeyi çok iyi başarıyor. SERDAR RIFAT KIRKOĞLU Julian Barnes'ın yeni romanı Aşk vs.'de ortaya atılmış olan çarpıcı teoriye gelmeden önce, bu teorinin arkaplanına hazırlayan olayları, yani Aşk vs.'nin devamı olduğu Seni Sevmiyorum'u şöyle kısaca bir hatırlamaya çalışalım. Seni Sevmiyorum, aynı lcadını seven iki erkekle bir kadının (Stuart, Oliver ve Gillian) dostluk, aşk, kıskançhk ekseninde gelişen ilişkilerinin ve yaşama dair pek çok şeyin sorgulandığı, form açısından son derece değişik bir romandı. Klasik aşk üçgeninin köşelerinde duran kahramanlaraan her biri ve romanın diğer ikincil kişileri, kendi sıraları gelince söz alıyorlar ve Julian Barnes, romanın semantik temeli açısından son derece anlamlı olduğunu söyleyebileceğimiz kamera tekniği yöntemiyle, biz okurlara, kahramanlarının duygu ve düşüncelerini, hiç araya girmeden aktarıyordu. Galiba onları şimdi iyice hatırladık. Aslına bakılırsa, kahramanlarımız, akddan hiç de öyle kolay kolay çıkacak karakterler falan değillerdi. Oyle ya, kurallara aşırı bağh, ayakları fazlasıyla yere basan ve aradığı ideal kadını bir türlü bulamamış bir bankacıydı Stuart; eski dostu Oliver ise, onun tam tersine, dışadönük, delişmen oyunbaz, alaycı bir dil öğretmeni. Ve, hikâye bu ya, her ikisi de, birbiri ardından, eski tablo restorasyonuyla uğraşan Gillian'a âşık oluyorlardı. Sonuç, patlayan aşk bombasının, o an'a değin nasılsa var gibi görünen dostluk dengelerini ansızın altüst edivermesiydi.. Baştan çıkan Gillian evli olduğu Stuart'ı hemen yüzüstü bırakıp, gerçekten "âşık" olduğunu düşündüğü arkadaşı Oliver'la evlenmişti. Evet, galiba şimdi belleğimiz iyiden iyiye tazelendi... Julian Barnes bu ilginç aşk sergüzeştinin ilk perdesi olan Seni Sevmiyorum'da doğrudan doğruya Oliver'ın ağzından, şu can alıcı soruyu sorııp duruyordu: Acaba her şeye paranın egemen olduğu günümüz dünyasında, 'aşk' da, bu sarsılmaz kurallara uyarak, piyasa güçlerine göre mi işler? Yoksa, sanılanın tam tersine, aşkın kendine özgü bir kanunu ve geçerliliği mi vardır? Aşkm, hiçbir şeyin eğip bükemeyeceği gerçek bir değeri varsa, bu değer nedir? Derken aradan on yıl geçer. Peki, aradan geçen bu 10 yıl aşkın varsayılan piyasa değerini biraz olsun düşürmüş müdür?B Bizim üçlü şimdi kırklı yaşlarındadır. Oliver işsizdir ve depresyondadır. Bu arada iki kızları olmustur (belki de yaşamlarındaki tek mutlak değer). Parasızlıktan, Kuzey Londra'da bir bodrum katında oturmaktadırlar. Gillian tablo restorasyonu içinden zorlukla para kazanmakta ve dolayısıyla evi zar zor geçindirmektedir. Derken, sahneye, "eski dost" Stuart çıkar. Kendi ülkesinden 10 yıl uzak kaldığı Amerika'da hatırı saydır bir servet sahıbi olan ve bu arada, başından bir de evlilik geçmiş olan Stuart. Ancak kalbine gömdüğü aşkı, onu sonunda yeniden, kendi ülkesine dönmeye sürüklemiştir. Anlaşılan o ki, ikinci romanında uçarı kahramanı Oliver'a bir hayli "romantik" bir "aşk teorisi" kurduran Julian Barnes, aşkını kalbine gömerek gittiği Amerika'aan tam on yıl sonra bu kez her bakımdan güçlü ve olgun bir erkek olarak dönen Stuart'a karşı, onunla mücadele edebileceği yeni tür bir silah vermiş oluyor. Evet, söz konusu teoriye dönüşen silah tam da şu: Oliver'a göre dünya " Aşkın her şey olup geri alan şeylerin sadecebir 'vs' olduğunu düşünen insanlarla, aşka yeterince değer vermeyen ve yaŞamın en heyecan verici kısmının bu 'vs'de yattığını düşünen insanlar arasında ikiye ayrılmaktadır." Elbetteki kendisi birinci, karısını elinden aldığı "eski dostu" Stuart ise ikinci kategoriye gitmektedir. Bir yanda, aşkın, sanatın ve coşkunun kavunucusu olan kendisi; öte yanda ise, paranın, iktidarın ve vasat buriuva değerlerinin temsilcisi olan, "eski dostu" Stuart vardır. Bir başka deyişle, hayalgücü, her zamanki gibi hayatın katı gerçeklerine karşı savaşmaktadır. Gillian'ı yeniden kazanabilmek için her şeyi göe almış olan Stuart, artık çalışmadığından ötürü depresyona girmiş, hiç çıkmadığı evde bütün gün hayali senaryolar kurup her zamanki gibi uçuk iç monologlar yapan, karısı Gillian'la sürekli tartışan "eski dostu" Oliver'la, bu konumuyıa, çok daha kolay hesaplaşabileceğini düşünmektedir. Nitekim, Amerika dönüşünde, "eski dostuna" dostluk elini bir kez daha uzatarak, ona yanında iş verir sebze toptancılığında bir getir;ötür işü hatta bir başka yücegönüllüük ederek, onları, Gillian la evlilik döneminde oturdukları eve taşınmaya da ikna eder. Oliver'la Gillian'ın küçük kızları Sophie'nin gözünde bile, Adil Stuart'tır artıko. YücegönüUü, dost canlısı, zengin ve olgun Stuart Hughes. Arnerika'da dönüp de tam on yıl sonra intikamını çok incelikli bir şekilde almaya çalışan ve ürettiği organik şarapla rı kadar ydlanmış bir kinle dolu, Şen Manav Stuart Hughes'un ibret verici öyküsü mü bu? Yoksa, Oliver yukarı kattaki odada sarhoş halde uyuklarken, aşağıdaki salonda, Gdlian'ı, kendisiyle sevismeye sürükleyen, hatta iyice ileri giderek tacizci durumuna bile düşen, tutkulu, acılı, kırgtn, her şeye karşın hâlâ "âşık" ve bundan dolayı da bir "tecavüzcü" olarak nitelenemeyecek bir Stuart mı? Yoksa, aslında, bu dci portre de kendi başlarına çok indirgeyici ve yetersiz mi kalıyor? Şu var ki GUlian'ın her dci kahraman karşısındaki ikircikli konumu, bu sorulara yanıt vermeyi iyice zorlaştırıyor ve iktidar dişkisinin ne zaman devreye girdiğini, ya da aşk duygusunun ne zaman devreden çdctığını pek bilemediğimizi hissediyoruz. Bu noktada, Barnes'ın romanda kullandığı kamera tekniğinin, sorduğumuz sorulara yanıt vermedeki güçlüğün bir parçası olduğunu da vurgulamak gerek. Anlatıcı oradan tamamen çekilmekle, okurla kahramanları başbaşa bırakmakta ve sonuçta ortaya romanın bir başka boyutu, "gerçeğin ' doğası sorunsalı çıkmaktadır. Her bir kahraman kendi öznel bakışının çerçevesinden bize gerçeğin sadece bir yüzünü göstermekte, dahası, bazen de, diğerleri söylemleri çarpıtmakta ya da tümüyle olumsuzlamaktadır. Nitekim romanda, Oliver'ın her zamanki konudışı fantezileri içinde dile getirdiği "Kaplumbağa veTavşan" meselinin çeşitli edebiyat anlayışları çerçevesinde aktardış epizodu, gerçeğin bu çokyüzlülüğünün bir başka örneği olarak ortaya konuyor. Yine Barnes, Gillian'ın annesi Madam Wyatt gibi feylesof denebüecek bir kadını anlatıya zaman zaman sokarak, gerçeğin öznel yansımalarının gücünü daha da artıyor; Madam Wyatt, yazarın yerine geçen, bir çeşit "üstses" oluyor. Kanımca, Uk bakısta, ironi öğesi bir hayli ağır basan ve salt toplumsal bir hiciv olmakla sınırlanıyormuş izlenimi veren her dci roman da, biraz daha derinlemesine bir bakışla içine girddiğinde, yavaş yavaş, insan ruhunun çapraşık ve karanlık tünelleri boyunca sürekli bir arayışın anlatısı olma özelliğini fazlasıyla kazanıyor. Sözgelimi Oliver'ın depresyonunun ve genel olarak depresyon hastalarının psikanalistleriyleolan iliskelirinin anlatddığı pasajlar, bence, eğlenceli olduğu kadar çok derinlikli gözlemler içeriyor. Madam Wyatt'ın söz aldığı he • men hemen bütün bölümler de. Beri yandan Barnes, her zamanki keskin gözlemcdiğiyle, muzip antropolog tavrını da sürdürüyor: Ingitizlerin el sıkışmaktan kaçınmasından Amerika'nın "taşyengeci" avcılığına, anoreksik domuzlardan çardak kuşlarının dişileri karşısındaki ilginc davranış biçimlerine kadar, birbirinaen farklı birçok konuyu, okuması son derece zevkli yazınsal bir deneme potasında eritmeyi çok iyi başarıyor. tanışan okurların, Aşk Vesaire yi okumadan edemeyeceklerini sanıyorum. • Aşk Vesaire /Julian Barnes / Çeviren: Serdar Rifat Kırkoğlu / Ayrıntı YayınlaSeni Sevmiyorum / Julian Barnes / Çeviren: Serdar Rifat Kırkoğlu / Ayrıntı Yayınları Seni Sevmiyorum'un ilginç üçlüsüyle f CUMHURİYET KİTAP SAYI 654
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle