Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
N. "Yağmur Başlamıştı" adlı ikinci kitabıyla polisiye yazarlığında, okurlarda derin edebiyat tadı bırakan Nihan Taştekin gazeteci Ece aracılığiyia sadece bir cinayeti değil aynı zamanda aşkı ve medyayı da sorguluyor... Bunu da ustalıkla ve yalın bir dille, "îçimdeki yılanın başını ezmem lazım... Ama bir bilsem, nasıl?Karla karışık yağmur beklentisi... Bir Dİlsem" dese de çoktan öğrendiğini sessizce gözler önüne sererek yapıyor! FİGEN ŞAKACI lkı yılö'nce Kertenkelenin Uykusu adlı polisiye romanla sessiz sedasız edebiyat dünyastna adım attıntz... Sessiz sedasız diyorum çiittkü polisiye türünün azltğtndan hele de kaâın yazarlann polisiye türünefazla rağbet etmediklerinden yakınıItrdt, ee sız yazdınız da ne oldu? Kadın olduğum ve polisiye roman yazdığım için ayrıcalık istemek gibi bir yanılgıya düşmek yerine, öncesinde nasılsa öyle, kendi meraklarımın peşinden gittim. Tersine, ilk kitapla şöhreti yakalamak gibi bir arzum olsaydı, popüler bir türde ürün vermenin sağlayacağı kolaylığı da kullanarak ve hazır bugünkü edebiyat ortamı da buna çanak tutuyorken, gerekenleri yapmak yeterdi bu arzunun doyurulması için. Ama beni polisiye yazmaya iten nedenler farklıydı. Bu türde okumayı çok sevmem bir yana, asd etken korkuydu. Evin cici çocuğu, hiç büyüsün istenmeyen küçük kız olarak kitaplarımla oyalanıp dururken bir de baktım ki, yaşam ve elbette insan hiç de sandığım gibi değil: bütün sağlamalarım yanlış çıkıyor. Bunu görmek beni her insanın yaşamının bir durağında durup düşündüğü kavramlan, o güne dek bildiklerimi unutııp yeniden anlama çabasına çağırdı. Kötü yani insana ve doğaya yabancı, yaşama saygısız, ezici, soğurucu.â kendi doğrusunu dayatan, aşağılayan, yok sayan, erkiller kadar, kendini salt onların karşısına koymakla iyi olunduğunu sananların da aynı kötülüğün kuyusunu beslediklerine vardım. îri iri söylemlerle kodaman iktidarları eleştirmek ve sonra yan gelip yatmak insanın en bağışlanmaz yanı. Oysa, insan kendi karanlığını anlamadan ve onu yedeğine almadan boyunduruğunu atamaz. Büyük iktidar nepimizin tek tek içinde taşıdığı, hiçlenen o karanlıktan alır gücünü. Bu seziyi bilgiye taşımak ve kendi yaşamımda dönüştürücü kılmak için gözümü o karanhğa diktim ve gizlediği apaçık belirinceye dek baktım. Şiddetin (bana göre tek çirkin olanın) gündelik yaşamlarımızda, iki kişilik "masum" konuşmalarımıza varıncaya dek izini sürdüm. Polisiye, bu tür bir izsürümden damıttığınızı edebi dille deanlatabileceğiniz bir yer. Ama bütün yerler gibi günün birinde bırakılmayı içinde taşıyor. ikinci kitabım Yağmur Başlamıştı beni durup düşünmeye, yazı serüvenimin nereye evrildiğini anlamaya yöneltti. Şimdi, evimi barkımı dağıtıp göçtüğüm bu Ege kasabasında, bana dar gelen bir evin duvarlarında habire yeni pencere açmakla uğraşmak yerine daha ferah bir eve taşınmanın ve onun dilini çözmenin başındayım. Burada yaşamın tartımı çok farklı. Hız neredeyse ayıp bir sözcük. Kapı önlerinde oturan teyzelerle çekingen sohbetler yapıyorum, onlar benim kitap ciltlediğimi sanıyorlar. Belediye hoparlöründen hemen her gün ölüm SAYFA 12 Aşk, Medya ve Cinayet Kertenkele'nn Uykusu'nunda romanın başkişisi Cem Beyoğlu, "Kendimi kim gibi hissediyorum acaba?" diye sık sık soran, o hayalden bu hayale savrulan, yaşamla arasına koyduğu uzak mesafeyi alaycı ve sinik söylemiyle olumla maya çalışan biriydi ve tuttuğu günlüklerde bilekendini dil aracılığiyia maskelemeyi yeğliyordu. Bunu da eski Türkçeyi düşkünlük düzeyinde kullanarak yapıyordu. Hukuk öğrenimi görmüş olması da dilinin çetrefilliğini pekiştiren bir unsurdu. Yağmur Başlamıştı'da ise daha suskun, esleri uzun tuttuğum bir söyleyişe gittim. Ece oydu çünkü. Son olarak, dilin kendisiyle (ve dili araç kılarak) kurulan iktidar ilişkisini sevmediğimi belirtmeliyim. En sevdiğim oyunlardan biri sözcüklerin orda burda izini sürmektir. Durmadan sözlük(ler) kanştınrım. Rüzgâr'ın zaman, yazgı, süre anlamlarını içeren Farsça kökenli bir sözcük olduğunu öğrenmek sözgelimi, bana bir metni (henüz yazılmamış) anlamada yeni bir pencere açar. Şiire düşkün olduğum için belki. Böyleböyle oynar dururum işte. Yağmur Başlamıştı, bir gazetecimn ağzından ciddi medya elestirtleri de içeriyor... Ece dolayımıyla çuvaldızı kendinize de hattrdığınızı ya da bunun bırgü'nah çıkartma olauğunu söyleyebilir miyiz? Günah çıkarma değil ama bir sorumluluğun yerine getirilmesi demek daha doğru geliyor bana. Gazeteciliğe başladığımaa askeri darbenin kısıtlayıcı etkileri bütün yoğunluğuyla yaşanıyordu (hâlâ da yaşanıyor ama unuttuk onu), en çok da basında. Nokta dergisi bu dönemde tabu yıkmak gibi bir işe soyundu, dönemi için cesur sayılabilecek çıkışlar yaptı. Ama günün birinde, haber toplantısında, gazlı bir içeceğin kanserojen madde içerdiğine ilişkin bir haber tartışıldı ve ilan alamayız, Kaygısıvla haber yok sayıldı. Bu benim dört yıllık gazetecilik öğreniminden sonra aldığım ilk gerçek gazetecilik dersiydi. Sonrası arama, yanılma ile geçti. Sonuç: Dünyanın neresinde olursa olsun basınmedya iktidar odaklarından bağımsız değildir. Ama Türkiye'de bu bağımlılık özgül koşulları nedeniyle çok daha ağır yaşanır. Sorun, sermayeyle aranıza mesafe koyabiliyor musunuz, sorusuna verüecek yanıtta anlaşılır. Şu da manzaranın trajikomik olan yanı: Yazılı ve görsel basın çalışanlan kendi haklarını istemekten bile acizler bugün. Yaklaşık on yıldır basında (Cumhuriyet Gazetesi hariç) sendika yok Çalışanların çoğu her an işten çıkarılma tehdıdi altında, kadrosuz ve sigortasız çalışıyor ve devletin kurumları buna göz yumuyor. En ufak bir itaatsizlikte yerlerini almaya hazır yüzlerce işsiz ve aç gazeteci var. Sözü daha fazla uzatmadan söylemek gerekirse, işten sık sık kovulmuş ya da olacağı anlayıp kendi ayrdmış, sivri diline hâkim olamayan, aç kalmamak için zaman zaman bazı arkadaşların da yaptığı gibi çiçekböcek haberleri yapmış, olmadı sekreter, tezgâhtar, hatta bir lokantada komigarson konumunda çalışmış, son dört yıldır da düzeltmenlik yaparak geçinmeye çalışan biri olarak günah çıkartmamı gerektirecek denli ağır bir manevi, vicdani rahatsızlığım yok. Olay Türkiye'de geçiyor, hepsi bu. İlk kitabınız Kertenkelenin Uykusu'yla ilgili olarak çıkan bir elestiri yaztsında finalde polisiyenin "Centilmenlik kurallarını hiçe sayan"bir sürpriz olduğu belirtilmisti... Sabinedir bu "centilmenlik kurallan"? CUMHURİYET KİTAP SAYI 654 Nihan Taştekin'le "Yağmur Başlamıştf üzerine Nihan Tastekln. Iklncl kltabında da pollslye tutkusunu sürdürüyor ilanları veriliyor, dolayısıyla sık sık helva yiyorum. Bazen de, bu aynı gün de olabilir, bir düğün lokması çıkageliyor bir çocuğun elinde. Ben de merakımı şimdilik Duranın zamanını kavramanın peşine saldım. Yağmur Başlamıştı... Olay örgüsü, kahramant ve üslubuyla bir dizi cinayetlenn etrafında gelişen olaylan değil de, bunlann (belki de kendinin) pesine düsmüs bir yenik kahramanın, sanki kendi kendinin katiliymısçesine bir arastırmaya girmesi diyebıltr miyiz? Ece çevremizde, bu çevre ister BeyoğluCihangir olsun, ister ülkenin hernangi bir yeri, sıkça rastladığımız; kendini var etmeye çalıştığı her noktada engellenmiş, kötürümleştirilmiş, olmak istemediğine zorlanmış, sıkışıp kalmış bir insan örneği. Yenik olduğu doğru, bu ülkede yaşayan herkes kadar. Ama onun farkı, bu yenilginin ayrımında oluşu ve içinde hâıâ direnme ve başkaldırma gücünü taşıması. Onu huzurfu bir insan olmaktan alıkoyan da bu güç. Direniyor ama bastığı tüm zeminler ayağının altından çekilmiş. Doğduğu evi arayıp bulmak onun için bir düş artık, teptiği yollar çoktan adlarına varıncaya dek değiştirilmiş, geldiği yer tanınmaz, gideceği yer belli değil, işaret edilen her yön yabancı, tanruarın ol! dedikleri onun için geç, burası Türkiye ve her şey birbirine girmiş. Bu düğümün orta yerinde Beyoğlu nda durmaya çalışıyor Ece. Evinde, kendi içinde çoğalarak boşluğu doldurmaya çalışıyor. Çağdaş insanı bekleyen en büyük tehlikenin bu şizoid varoluş haline saplanıp kalmak olduğunu düşünüyorum Den. Çoğaldıkça yalnızlaşan (ya da tersi), güçsüzlüğünü duyumsamaktan ydmış, umutsuz, şıklarını belirlemediği tercihlere zorlanan bir insan bu. Önünde sonsuz gibi duran olanakhlık denizine elini uzattığında kahkahalarla yüzüne kandırıldığını haykıran bir karanlık çağ masalının, Dİrbiriyle varatıcı bir etkıleşime girmekten uzak bir sürü süprüntüyle, oradan buradan edinilmiş bilgi kırıntılarıyla kafalarının içi çöplüğe dönmüş medyatik insanlar toplulu ğunun bir üyesi. Zaman "bilgi çağı" olarak vaftiz edilmiş. Ece burada kalmakla kalmamak arasında bir yerde. Kendini koyverse, dün sanki hiç yaşanmamış ve bugüne sızmamış gibi, tümden yadsıyıcı ya da küfürbaz biri olarak yaşar giderdi. Ama yürümeyi seven birinin yapabüeceği bir şey değildir bu, yolunuzu kaybede bula dersinizi bellersiniz: Bu gidişin bir de dönüşü var. Ece, kaybolduğu yerde yitirmeyi, kendinin katili olmaktan çok kendinin ebesi olmayı göze almış biri. Klasik olarak neden polisiye türü seçtığinızı sormayacağım, ama merak ediyorum, bir roman disiplıniyle yazılmts iki kıtapta da ıçınden cinayetleri çıkarırsak okunacak ciddikısa öyküler var, ayrıca iki kitapta dafarklt kurgu teknikleri kullanmtşsıntz... Yazarken aynı zamanda bir üslup arayıstna da giriyor musunuz? önceden kurgulamıyorum. Elimde baştan sona yazacağım şeyi ana hatlarıyla kuşatan bir taslak olmaz, olsa da ona uymaz. Biraz itaatsiz bir insanım. Beni baştan çıkaran genelde tek bir cümle ya da oir imge olur, onun peşine takılır giderim. Demem şu ki; tek sekanslı öykücük, bana evrilebileceği alanları sezdirir. O sezginin ışığında araya yoklaya, yavaş yavaş dökerim kâğıda (deftere, bilgisayara.) Orada burada dağınık duran ve o süreçte yazılmış metinleri bir araya getirir, hangilerinin ana metne içkinleştiğini anlamaya çalışırım. Böylece kurgu olur. Üsluba gelince: Bu, zamanın farklı katmanlannın ve onlara bağlı olarak çeşitlenen dilin birbirleriyle kurdukları Uişkiden çıkar. Ortaklaşa yaşanan dış zaman ve onun gündelik dili, benim ortak zamanla etküeşen ama öznel algımla farklılaşan kendi zamanımve onu nasıl yaşadığıma bağlı olarak oluşturduğum dil, edebiyatın gündelik dile müdanaleleriyle oluşmuş, incelmiş, farklı anlatım arayışlarına olanak veren dili ve bir de kurmacanın zamanı ve dili. Romanın üslubu bu olanakları anlaşılır biçimde bir potada erittiğinde, sözcük seçiminde dışlayıcı değil kuşatıcı ve kucaklayıcı olduğunda bana göre güzeldir.