Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Emperyalizme karşı savasımdan gericiliâe dönüs Vecihi Timuroğlu ustamız Tractatus'un kitabını okurken yine ülkesine ve ülkesinin insanına bakıyor. VECİHİ TİMUROĞLU Tractatus'un "LogioPhilosophicus'undan günümüze bakış B ugünlerde, Tractatus'un "LogioPnilosophicus"unu okuyorum.(l) Tractatus'un yapıtı, 1918'de, Wittgenstein tarafından tamamlanmış, w. Ostwald tarafından, 1921'de, Aiınalen der Naturphilosophie'nin 3. ve 4. sayüarında yayımlanmış,(2) Tractatus, Dünya, olduğu gibi olan her şeydir. Dünya olguların toplamıdır, şeylerin değil. Dünya, olgular yoluyla belirlenir ve şu yolla ki, bu, bütün olgulardır." diyor.(3) Olgu (factum), yapdmış olandır. Düşünülmüş olanın karşıtı, olmuş olan, gerçek olan, gerçekleşmiş olan her şey, telsefe dilinde "olgu" kavramı ile ifade edilir. Tek bir görüngü (fenomen) ya da olay olarak "olgu", ister istemez, türlü bağlantılar yoluyla öbür olgulara bağlıdır. Bu yüzden, bilimsel bilgi, tüm karşılıklı ilişkileri ve bağlantıları için de, "olgular''ın, elverdiğince tam bir tablosunu çizmelidir. Yaşam, özdeksel ve tinsel varlığıyla, olguların toplamıdır. Her olgu, olmuş olandan başlca bir durumu ya da olayı yansıtmaz. Ne ki, her olgu, düşünülmüş olanın gerçekleşmesi anlamında algılanamaz. Düşünülmüş olanın karşıtı olarak çıkarkarşımıza. Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak bastığında, yepyeni bir Türkiye düşünüyordu. Anadolu, emperyalistlerce bölüşülmüştü. Osmanlı Imparatorluğu'nun bölüşümü, daha savaş sırasında, Çarlık Rusyası ile Batılı devletler arasında yapılmıştı. Amerika Birleşik Devletleri, bu bölüşümü biliyordu, ama Ingiltere ile Fransa karşısında, yeterince etkili olamıyordu. Versailles Konferansı'nda, bu konudaki önerilerini açık seçik ortaya koymuştu: "Türkiye, savaşın en zengin ganimetidir." O dönemde ABD Başkanı Wilson, aldatıcı barış tasarında, "Bugünkü Osmanlı tmparatorluğu'nun Anadolu parçasındaki bölgelerine sağlam özerklikler verilmelidir." diyordu (madde 12). Ancak, olgu düşünüldüğü gibi olmadı. Mustafa Kemal gerçeği, bu düşüncelerin karşıtı olarak gerçekleşti. Kaynağında, Mustafa Kemal, büyük bir batağın içinden bağımsız bir ulus çıkaracaktı. Doğrusu, bu batağın içinden nasıl çıkılacağını, kendisinden başka kimse de bilmiyordu. M. Pernot'nun "La Question Turque" adlı yapıtını okumak çok keyifli. Osmanlı, zaten bitirmiş kendisini. Türk eğitiminin tümüyle emperyalistlerin elinde olduğunu görüyoruz. O günlerde, Osmanlı ülkesinde, tam 675 tane Amerikan okulu bulunuyordu. Onlarca çocuk yuvası, birçok dinsel kuruluş sahibiydi ABD. Mustafa Kemal, mandacılara bu tehlikeyi anlatamıyordu. Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, 1918'de, Robert Kolej'de, Wilson Derneği'ninkurulduğunubildiriyor.(4) Bu dernek, Amerikan mandasıntn altyapısını hazırhyordu. Sonunda, "Milli Kongre"ye dönüştüler. Sömürgeciliği hazırlayan bir Milli Kongre"! Mustafa Kemal, işte bu olguya karşı bir düşünce geliştiriyordu. Mustafa Kemal gerçeği, olmuş olana karşı bir olguyu yansıtıyordıı. Türk aydınlarının düşünce yapısı, daha çok, Fransız düşüncesine yatkındı. Mustafa Kemal'in de belirttiği gibi, 500 Fransız okulundan altmış bin aydın yetişmişti. Bunlar, Fransız ekıniyle, mandalaşmış Türkiye'nin kurtulacağına inanıyorlardı. Bu da bir olguydu. Lenin, manda konusunu anlatırken, "Sömürgelere manda yönetiminden söz edildiğinde, biz, bunun hırsızlığa ve soygunculuğa izin verilmesini, çok az sayıda insanın, yeryüzünün büyük çoğunluğunu sömürme hakkını eline geçirmesini anlıyoruz." diyordu. Bu olguyu gören tek Türk aydını da Mustafa Kemal'di. Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919'da, bağımsızlık bayrağını açtığında, Osmanlı sarayı, hemen bir "Şurâi Saltanat" topladı. 26 Mayıs 1919'da toplanan Şurâ'nın üyeleri, âyan azalarından, sarayın din görevlilerinden ve yüksek unvan sahiplerinden oluşmuştu. Hürriyet ve Itilâr Partisi'nin "Reisi Umumi"si Sadık Bey, Şurâ'ya, Ingiliz mandasını öneriyordu. 27 Haziran 1919'da, Şurâ, Amerikan mandasının olanaklı olup olmadığını incelemek üzere karar alıp dağıldı. Bunlar da birer olgu. Mustafa Kemal, bu düşuncelere karşı yeni bir düşünce öneriyordu. Mustafa Kemal'in olgusu, bağımsızlık savaşıydı. Bütün bunlar olurken, Anadolu'da, tehlikelerin en korkuncu yaşanıyordu. Savaş sırasında yapılan yasadışı birtakım davranışlar yüzünden, halkın orduya güvenikalmamıştı. Halk, ordusunun subayına güvenmiyordu. Bu da bir olguydu. (5) Prof. Dr. M. Cemil Bilsel de, Lozan Barış Konferansı adlı yapıtında, bu bilgileri doğruluyor. Mustafa Kemal, bu olgulara karşı düşüncesini geliştirdi, topluma mal etti. Yeni bir ordu kurdu. Bu ordu, Saltanat'ın değil, ulusun ordusuydu, ordunun subayları, her gün, artarak saygı kazandı. Subayına saygı gösteren halk, ordusunu besledi ve utkudan utkuyakoştu. 19 Mayıs sabahı atılan tohum, 9 Eylül 1922'de nazlı bir fidan oldu. Bağımsızlık fidanının çağcıl yaşamla beslenmesi gerekiyordu. 1923'te, Cumhuriyet ilan edildi ve devrünler başladı. Yeni toplum, eski toplumun kurumlarını birer birer yıkmaya başlayınca, yeni düsünceye karşı direnişler de başladı. Bu da bir olguydu. Kurtuluş Savaşı ile "olan"a karşı düşünce, yeni topluma karşı eski toplumu Bağımsohk savaşı savunma "olgu"suydu. Buolgu, 1946'da devinimini hızlandırdı, 14 Mayıs 1950'de iktidaroldu. Yeni toplumu kurmaya çalışan devrimin destekçisi orduydu. "1946 ruhu" olarak nitelenen olgunun ilk hedefi, ordunun saygınlığını zedelemek olmuştu. Menderes, "Hangi ordu?" diye soruyordu. Yanıtını da veriyordu: "Battal Gazi ordusu." Halkın gözünde, devrimleri destekleyen subayların küçültülmesi, geriye dönüşün, yani emperyalist güçîerle işbirliğinin en güvenli yoluydu. Bunu başardılar ve Türkiye'de aslceri darbelerin kapısını açtılar. 27 Mayıs 1960'da, ordu, yeni toplumu kurtarmak için harekete geçti ve toplumun tüm kesimlerinin yönetime katılmasını öneren bir "Anayasa" hazırladı. Ne ki, bu yeni olgu, karşı görüşü harekete geçirdi. 12 Mart, yeni toplum istemini geriye çeviren bir askeri darbeye tanık oîdu. Yeniye, her türlü bilimsel görüşe, ileri davranışlara karşı çıkan Dİr hava yaratıldı. 12 Mart 1971, Türkiye'dekı gerici akımların utkusudur. Devrimciler, bu hareketi şiddetle karşıladılar. Devrimci olgu, eski topluma geçit vermez gibi görünüyordu. İşte bu aşamada, 12 Eylül 1980 darbesi geldi. 12 Eylül, Atatürk'e karşı yapılan gerici bir olguyu ifade eder. Bilimsel görüşleri, dinsel görüşlerin karşısında mahkum etmek isteyen her tutum ve davranış "gerici"dir. Gericinin en sevilmez yanı, "sömürü düzenini" savunmasıdır. Tanrı'dan, kutsal kitaptan, haktan, adaletten söz eder, ama eski toplumu savunur. Eski toplum düzeninin sömürüye dayandığını gizler. Gerici, Tanrı adma, her ilericiye karşıdır. Komünizme, sosyalizme, demokrasiye, bilime, felsefeye ve Atatürk'e düşmandır. Bütün bunlara karşın, emperyalizme karşı olduğunu söyler, ülkenin sömürüldüğünden yakınır. 28 Şubat'ta, Türk Ordusu, gericilerin bu siyasalarını anladı. O güne deftin, ordumuzun sayın generalterini göklere çıkaran gerici, birden ordu düşmanlığına başladı. Emperyalizme karşı, tarihin en onurlu savaşlarından birini vermiş olan Türk Ordusu'nun subayları, açık ya da üstü örtülü biçimde, halkın gözünde küçültülüyor. Bu küçültme, nerkesin gözü önünde yapılıyor. Gericilik, gericinin savunduğu toplıımsal felsefenin adıdır. Çağdışı sömürücü sınıfların her türlü toplumsal ilerlemeye, devrime, özgürlüğe, ulusal kurtuluş eylemlerine karşı gösterilen sert tepkiyi ifade eder bu felsefe. Iran'da, Cezayir'de ve tüm Islam ülkelerinde görülen "tslami mUcadele"ler, bu olguyu yansıtıyor. Türkiye'de, yandan yandan ordu eleştirileriyle, 28 Şubat tartışmalarıyla, birçok televizyon kanalında her gün okutulan Arap abecesiyle, dinsel söyleşilerle yapılmak istenen, Türk subaylarının gözden düşürülmesidir. Ordunun subayları, 28 Şubat dile dolanarak küçültülüyorsa, yolsuzluklar, orduya saldırılarak savunuluyorsa, amaç açıktır. Bu olgu, eylemsel karşıdevrimdir. Karşıdevrimcilik, gericiliğin temel siyasasıdır. Çağımızda, gericilik, özellikle emperyalizm tarafından kollanmış, korunmuş ve kullanılmıştır. Azgelişmiş ülkelerde, sömürüyü sürdürmek için, geleneksel toplum güçlerine yapılan ekonomik yardımlar, "işDİrlikçıliki geliştirmiş, halkların gelişmeleri için savaşım veren devrimcilere karşı etkin bir güç yaratılmasına yol açmıştır. Tarikatlar, etnik örgütler, emperyalist ülkelerle dostluk dernekleri, emperyalist devletlerce, açıktan destekleniyor. Fethullah Gülen, ABD'nin korumasında, Cumhuriyet'i yıkmaya çalışıyor. Hizbullahçılar, îran'la, Suuduer in paralarıyla, Uğur Mumcu gibi bir Kuvayi Milliyeciyi öldürüyor. Milli Eğitim Bakanlığı da, bu olgular karşısında, "Türktslam Sentezi'ni temel eğitim felsefesi olarak benimsiyor. Kimsenin yadsıyamayacağı bir olgu var: Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndebulunan tüm partiler, tarikatlardan ve ırkçı örgüderden korkuyorlar. 19 Mayıs, 2002 yilında, emperyalizme karşı büyük bir utku kazanan Mustafa Kemal'e karşı güçlerin yengisiyle kutlanıyor. Bu olgu acı, ama gerçek. Yazık ki, dünya, olduğu gibi olan her şeydir. Bu gün olan da, gericiliğin egemenliğidir. Ama, değişmeyen gerçek, bu olgunun geçici olauğudur. Bugünkü olgu budur, ama değişmeyen "olgu", bugünkü düzene karşı olanın yaşama egemen olacağıdır. Görüneni yansıtmak, geleceğin tarihini yazmak için gereklidir. Atatürk'ün yenildiğini söylemiyorum, Atatürk'e karşı olanların izlediği yolun topluma çektirdiği acıyı betimliyorum. Gerici olgu, bugün, ulusal egemenliği, tümüyle dinci ve ırkçı örgütlerin eline vermiştir. Ulusal egemenliğin yürütülebilmesi için, yetkinin, tek bir kişiye, tek bir örgüte ve tek yönlü bir dünya görüşüne teslim edilmemesi gerekiyor. Bir ulus, çağdışı dünya görüşlerini reddettiği ölçüde özgürdür. Bugün, halkımız, ilerici görüşleri itiyor. Bu da bir olgu. Bugünkü durum, ülkemizdeki demokrasinin, "yasa demokrasisi" olmasıdır. Dincilerle ırkçıların ve gelenekçilerin, istedikleri zaman genişletip istedikleri zaman daraltacakları bir yönetim değildir demokrasi. Yurttaş, demokrasiyi oy pusulasında gördükçe, demokrasiyi kuramaz. Toplumsal yaşamdaki sonuçları tartışan halk, siyasal erkeyi yargılamayı bilmiyor. Herkes, geçmişin davul seslerinden uzaklaşmalıdır. îlericiler, bir an önce, toplumu kelepçeleyen dinsel ve ırksal dünya görüşlerinden kurtulmanın savaşımmı vermelidirler. Türk devrimcisi, bu atılımı yapacak gerece sahiptir. Arkasında, büyük bir Âtatürk kalıtı bulunuyor. Bu kalıttan yeterince yararlanırsa, gelecek toplumu kurabilir. Devrimci tüm istençler harekete geçirümelidir. • (1) Tractatus, LogioPhilosophicus, Yapı Kredi Yayınları, 1985 tst., Çeviren: Oruç Aruoba. (2) Tractatus, agy, s. 5. (3) Tractatus, aw, s. 13. (4) Tarık Zaferıunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, s. 465, 1952 Istanbul, (5) Cevat Kerim, Türk tstiklâlMücadelesi Konferansları, birçok yerde, 1927 Istanbul. Çağdışı görüşler Mustala Kemal'in düşüncesl Gericlterln savunduğu lalsefe SAYFA 1 4 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S AYI 649