Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kavbetmenin bilneliâi üzerine • w • •• MUSTAFA ALAGOZ Ahmet Ümit'in yeni romanı: Kukla R oman, okuyucunun düşünsel/duygusal dünyasında yaptığı uyarılar ve çağrışımlarla etkisini gösterir. Etkilenme derecesine göre okuyucu edebi hazzı duyumsar ve yapıt hakkında yargısını oluşturur. Ahmet Ümit'in son romanı "Kukla"yı okuduktan sonra, üzerimde yaptığı etkılere ve bilincimde bıraktığı izlere baktım. Öncelikle şunu söyleyebilirim: Derin bir gözlem yapılarak, felsefi bir bakış bütünlüğüyle, psikolojik karmaşaların izlenmesiyle yazılabilen romanın gücü daha fazla, verdiği doyum daha yoğun oluyor. Romanın başlangıç noktası yazarın öteki yapıtlarından oldukça farklı. Ahmet Ümit bu kez, her şeyini kaybetmiş, sıfır noktasında bir karakterin yokluktan varoluşa yolculuğunu anlatıyor. Romanın başkişisi Adnan umutlannı, ütopyasını, işini, eşini, doğal olarak yaşama sevincini kaybetmiş Dİr gazeteci. Hiçbir iddiası yok. Hakkında insanlann ne düşündüğünü umursamıyor. Arada bir karşısına çıkan dünyevi sorunların uyardığı aklını alkolle yatıştırıyor. Tek diişündüğü, oğlunun okuf taksitlerini nasıl ödeyeceği. Romanın başlarında işten atılan Adnan, büyük bir markette üvey kardeşi Doğan'la karşılaşır. Doğan eski bir ülkiicüüiir. Adam öldürmüş, cezaevine girtniş çıkmıs,, yurtdışına kaçmış, karanlık işlerc bulaşmıştır. Devlet ve çetelerin işbirlifii yaptığı organizasyonlar içinde etkin konumlarda yer almıştır. Ancak her kirli iliskide yaşananlar Doğan'ın da başına gelmiştir. Çetedeki ortaklarıyla ilişkileri zamanla bozulmuş, birbirlerini yok etmeye başlamışlardır. Doğan, solcu olmasına rağmen dürüstlüğüne inandığı Adnan a elinde önemli belgeler olduğunu söyler, üvey kardeşinin aracılığıyla Dunlan kamuoyuna açıklamak istemektedir. Amacı, kendisine tuzak kuranlarla hesaplaşmaktır. Adnan ise bu karşılaşmada karmaşık duygular içerisine girmiştir. Bir zamanlar nefret ettiği üvey kardeşinin kendisi gibi yenilmiş olduğunu görerek, aynı yazgıyı paylaştıklarını düşünür. Ama ternkınliliği de elden bırakmaz. Çünkü karşısındaki kişi gözünü kırpmaaan cinayetler işlemiş, ner türlü yasadışı işe bulaşmış biridir. Bu nedenle üvey kardeşinin yardım talebine kuşkuyla yaklaşır. Ancak kafası kanşmıştır. Bir yandan bu işe bulaşmayı istememekte, öte yandan gazetecilik dürtüsü onu rahat bırakmamakta, bu olayı kafasından atamamaktadır. Yine de bu işe bulaşmamaya karar verir. Ama olaylar onu rahat bırakmayacak, ardı ardına işlenen cinayetlerin rüzgân Adnan'ı da yaşanan sürece katacaktır. Adnan'ın olaylara bulaşmasıyla beraber okur da Türkiye'nin yakın tarihine bir yolculuk yapacaktır. 12 Eylül öncesi yaşanan kargaşa ortamı, terör yılları, Asala'nın Türk diplomatlarına yönelik cinayetleri, Güneşdoğu'daki savaş... Devletin çetelerle kurduğu bağlar tek tek ortaya çıkacak, daha da önemlisi, olayların insanlar üzerinde yarattığı etkiler yoluyla roman kişilerinin iç dünyalarına girilecek, bu sürecin sonuçları yakından tanınarak, yaşamda anlam arayışları, bireyin kendi olma serüveni gözlemlenecektir. Romanın malzemeleri duyusaldır; insanı kendi tutkuları ve ruhsal devinimleri ile bir ilişki kurmaya zorlar. Amaç, duyusal olanların ne olduğunu anlatmak Ahmet Ümit bu kez, her şeyini kaybetmiş, sıfır noktasında bir karakterin yokluktan varoluşuna yolculuğunu anlatıyor. Romanın başkişisi Adnan umutlarını, ütopyasını, işini, eşini, doğal olarak yaşama sevincini kaybetmiş bir gazeteci. Hiçbir iddiası yok. Hakkında insanların ne düşündüğünü umursamıyor. Arada bir karşısına çıkan dünyevi sorunların uyardığı aklını alkolle yatıştınyor. Tek düşündüğü, oğlunun okul taksitlerini nasıl ödeyeceği. Ahmet Ümit, Kukla'yı entrlka, gerlllm, slyaset glbl okurda ilgi uyandıracak blrcok malzemeyle bezemlş ve bunu da cok iyi ba$armı$ görünüyor. değil, tıpkı " Kukla "da gördüğümüz gibi onların aracılığıyla, insanın tinsel dünyasında bir kazı yapmaktır. KflhPMiran İç BVPM "Kukla"da, yazar olaylar ve diyaloglar aracdığıyla yaşamın derınliğine ilişkin çıkarsamalar yapmaktadır. Aslında anlatılan olaylarla bu çıkarsamalar bir bütünsellik olusturmaktadır. Romanın hemen başında Adnan, üvey kardeşi hakkında şu değerlendirmeyi yapar. "îstediği odaya girip çıkıyordu, istediği odalara rahatça dokunuyordu. Benimkiler hariç. Böylece bana, sen bir hiçsin, demek istiyordu." (1) Bir insana yönelik duygularımız onun tüm dünyasına yayüır. Ilişkilerine, dostakrabalarına ve eşyalarına. Bu, varlığın kendi tümelliğinin bilincimizdeki sürecidir. Değerlendiren bilinç, devinen psikolojik dünyamız, etkilendiği, gündemine aldığı olguyu bütünselliğine vardırıp, dengesini bulmak ister. Adnan, üvey kardeşi Doğan'la karşılaştığında onun gözlerinde yıkılmışüğın izlerini, yenilmiş olmanın getirdiği kalenderliği göriir. Yaşam akıp giderken, değişik olaylar, onları benzer duyguların taşıyıcısı ve yansıtıcısı durumuna getirmiştir. Böyle hoşgörü, kalenderlik, ötekini anlamaya yönelik duygular filiz vermiştir. "eski karımın sözlerini anımsadım. 'Sen bittnişsin, senin duyguların dumura uğramış,' dedi. Içimin kurumaya basladığını... olayların akışına kapılmış, niç kimseden beklentim olmadan... tutkusuz bir halde yaşayıp gidiyordum... Daha önemlisi üvey kardeşimin de benimle aynıduyguları paylaşıyor olmasıydı. Belki de bizi birbirimize yakınlaştıran ikimizin de yenilmiş olmasıydı." (2) Homeros, "Benzeri benzerine hep bir tann iter," der. Doğan'la Adnan'ı birbirine yakınlaştıran tanrı da "yenilmişliktir." însanın kendi yenilgisiyle kurduğu ilişki ve sonuçlan farklı olabilir. Özgüven kaybı, yaşama küsme, intihar, alkolizm ya aa kabufleniş. Burada olası durumlardan biriyle karşılaşıyoruz: Adnan karakterinde, yenilgisini kabullenmiş, bunu ölümkalım meselesi yapmamış, dibe vurmuş bile olsa kendiyle geüştireDİlmenin, sanırım yenilgi öncesi seçimle ilgisi vardır. Kendince anlamlı idealler için özveriler göstermiş, ölümcül risklere girmiş bir insanın sonuçta amaçlarına ulaşamamış olması, inançlarının yok olması, trajik bir durumdur. Gelinen bu noktada, "idealist" kişi çok değişik ruhsal süreçlere girebilir. Yaşadıklanndan pişman da olabilir, geçmişine saygı da duyabilir. Eğer inançları için bilinçli ve gönüllü olarak özveride bulunmuşsa, yenilgi durumunda öfkeden ve pişmanlıktan uzak, bilgegünümüze pişmanlık devretmez, aeneyim aktarır. Pişmanlık bizim öznel tutarsızlığımızdır. Romandaki izleği sürdürdükçe insan benliğine ilişkin buluntularla karşılaşıyoruz. "Doğan kaderine razı olmuş görünüvordu... Ne yazık ki benim inancım yok... Ama marifetmiş gibi yaşamın anlamına, insanın varoluşuna daha da be teri, mesleğime dair tuhaf sorular sormaya başlamıştım. Sorduğum sorular yanıtlarını buldu mu, ne gezer." (3) Adnan'ın yaptığı gibi zihinsel yetimizin soru sormayanıt arama, neden bulmasonuca bağlama çabası bitmez. Bu çabalarımızı durduramayız. Ancak ilgi alanlannı, nesnelerini Delirleyebiliriz. Neyi seçerse seçsin, hangi yoğunluk düzeyinde bulunursa bulunsun, zihinsel aktivitenin özelliği şudur: Sınırlarını aşmak, üzerinde uğraştığı olguyla kendini ilişkilendirerek bütünlüğe varmak, dengeyi bulmak. Bilinç çelişkıde duramaz, süreçler arası iç bağı kurmak, sorularına yanıt bulmak zorundadır. Algı güçlendikçe, gözlemler netleştikçe, düşünce derinleşir. Düşünsel derinlik, çoğalan ayrıntılann değerlendirilmesiyle nirlikte, insanı bir gerilim içine sokar. Bu gerilim, kendini aşma yönünde çözülürse, ruhsal canlılık yaratır, hem açlık, hem de doygunluk duygusu veren bir coşku yaşatır. Düşünsel çözümlemeler, ruhsal dünyada güce dönüşen değerler üretir. Bu değerler onu taşıyan kişiliğin kimliğidir. tster yanıtsız kalan sorularla, ister çıkarların değerlerle çatışmasıyla, ister özveriye katlanamamakla ortaya çıksın, her denge kaybı bir bunalım nedenidir. "Yanıtsız kalan sorular, yerine ulaşmayan karşı çıkışlar, her sabah gazeteye geldiğimde işlemeye başlayan DU kısırdongü kaçınılmaz olarak beni alkolle tanıştırdı.' (4) Kanımca, Adnan'ın yukarıda söyledikleri de bu gerçeği bir kez daha göstermektedir. Gerçekten de ne kadar altüst oluşlarla karşılaşılırsa karşılaşılsın yaşam mutlaka dengesini bulur. Devinim içinde denge, denge içinde devinim vardır. Sokrates "Sorgulanmamış yaşam, yaşam değildir," demişti. Deneyim bir olaylar yığını değildir. Yaşananlar ancak üzerine düşünülmüşse deneyim olabilir. Olaylar ner ne kadar birbirinden ayrı, uzak ve değişik görünümlü olsa da kimilerinin arasında içsel bir bağ vardır. Bu bağı zihnimizde kavrarız. Sorgulama: Bu içsel bağın oluşturduğu süreci kavrama çabası, varılan noktada çıkarsanan deneyimdir. En güzel ve verimli sorgulama kendine dönük olandır. Böylesi bir yol, Adnan'ın kişilik yapısında da rastladığımız gibi insanı kendini tek yanlı olarak onaylayıp yüceltmesinden uzak tutabilir. Yaşamda insanın kendini bilmesi gibi erdem yoktur derler. Ben korkak bir insanım arkadaş, biraz da tembel." (5) Genellikle özlemini duyduğumuz niteliklere sahip kahramanları yücelten sanat yapıtlannı coşkuyla karşılarız. Erişmek istediğimiz nitelikleri onore eden anlatılardan daha çok etkileniriz. Peki, insani bütünlüğümüz içinde olumsuz, basit, saygı duyulmayacak, onaylanmayacak eğiRmler yok mu? Bu yanlan ortaya komadan yaşamı, insanları anlamak mümkün mü? Tüm zihinsel etkinliklerimizin ortak paydası varoluşu anlamak ise bundan kaçınabilir miyiz? Ayrıca neden kaçınalım ki? Modernist anlayış her şeyi belirli bir disipline (ölçüyedoğruya) göre hesaba çeker. "Kesin" kabul ettiği "doğrular" altında herkesi, her düşünceyi, her olguyu buluşturmaya kalkışır. Nesneler, aüşünceler ve olgular ölçiılebilmeli, ölçülebilmesi için programlanmalı ve denetlenmelidir, Programa uygun olanı gerçekleştiren başarılıdır. Başarı ödüllendırilmelidir. Ödıil için yarış olmalıdır. Başarı ModemiznHıunalHn ce bir hal yaşayabilir. Böylece geçmiş, her şeydir. "Yeniçağkcıo efi büyük da yatmasıbaşandır.' (6) Ne güzel bir olanak edebiyat, iyi ki var. Kendimizi görmemizi sağhyor, neyi nasıl duyumsadığımız konusunda ipuçları veriyor. Işte Adnan'ın insanı derinden sarsan gözlemleri ve rüyası: "Evet, olaylar farkfiydı, mekânlar farklıydı... Değişmeyen tek şey bizim haber peşinde koşmamızdı... Olay yerine gidilecek, röportaj K İ T A P S A Y I 638 SAYFA 1 2 C U M H U R İ Y E T