28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNGÖRTEKÇE B ildiğimiz tatar ağalarından değil. Hiç de yaya kalmamış. Bakmış ki yitıp gider atlar, posta arabaları, sürdürmüş soyunu gemiler, trenler, uçaklar içre, yeni yerler, yeni zamanlar üzre. Bana sorarsanız Zigana dağlarından değil, Trabzon'a inince denizi gördüğündendir. Ve elbette o kıpırtılı kan yürüdüğünde çocuklardan torunlara, kat kat aşılmış eski imparatorluğun sınırlan. Yalnız o mu değişen? Içlerinden biri mektup taşımaktan da vazgeçmiş artık, tutmuş kendisi mektup olmuş, kendisini postalamış Aranmor adasına, Garda gölüne, Bordolino tepelerine, San Marco meydanına, Leh ovalarına, Vistül kıyılarına, Taklamakan çölüne, San Nehir'e.. bir de dilinden anlayanlara. Dedenin adını bilmiyorum. Torun: Cevat Çapan. Fransa'da ve Kars'ta, Lido'da ve Saraybumu'nda, Verona'da ve îznik'te aynı anda, aynı adım sesleri. Ve hep beraber. Melih Cevdet'ler, Dino'lar, Neyzen Tevfik'ler, Gollik Mustafa'lar, komşu kızı Mürvet'ler, Arapkirli Medet'ler, Konya Ereğlisi'nden Hüsam'lar ve elbette Gönül "çakan şimşekler arasında/ geçerek bir karanlığın içinden/ bir başka karanlığa.yağmuraltında". Uzak ve eski şairlerin ruhunu uzak ve eski ağaçlara, nehirlere taşımak. "Bizimki bir kaçış daha çok, nerdeyse kendimizden" derken, konakladığı her noktada kendisini yakalamak yeniden, "zamanın tozunu silerken üstünden". Dıranas'ın bir dizesi vardır: "Kardır yağan üstümüze geceden" Çapan'ın şiiri de geceden, ama Tcarı yağmıyor üstümüze, inceden bir rüzgârla dolaşıyor havada, hızlı davranıp yakalayabilirseniz ne âlâ, ama o zaman da kar olmaktan çıkıyor zaten. Inanılası değil, kar, her yerde kar, "geceyle inen sessizlikte", "o sessiz arka bahçelerin birinde", "sessiz denizin ötesinde" tozan kar. Ama hiç üşütmüyor. Ürpertmiyor bile. Çünkü "tek umut, yıllarca dolaştığım imgelemin/ koyaklarında/ bize sevgiyi sezdiren bütün o yitirdiklerimizle/Dİrlikte soluduğumu sandığım/ o derin sessizlik/o akşam serinliği". O akşam serinliği, o derin sessizlik, kıstınlmış, tuzağa düşürülmüş ne çok, ama ne çok sesi çekmiştir içine... Ve yalnız onlann, yitirdiklerimizin değil, "deli rüzgârların", "körkuyuların", "ateşböceklerinin", "kervansarayların", "okunaksız bir yazıyla yazdmış mektupları andıran kalabalıkların", evrenden duyulmayan, çözülmeyi bekleyen sesi.. ve yalnız onlann da değü, umudun ve umutsuzluğun, dirimin ve ölümün, tükenişin ve yaşama sevincinin ve "dünyanın bir gölgelik olduğu"nu söyleyenlerin ve "binİerce yıl önce/ o sevdalı kadının/ bin kulaklı geceye fırlattığı çığlığın" sesidir, kar tanesine dönüşüp sessizlikte dolasan. "Buzlu ampullerin aydınlattığı karanlık/ bir nhtımda/ kıyıya yanaşan bir sandalın ışıkları gözlerin". Yaşamdaki sayısız deneyime, ana temaya ve bir o kadar ayrıntıya teğellenmiş bir ışık parçasx, Cevat Çapan'ın şiirinde aşk. Ve her zaman bedenin ya da ruhun işaretleşmesi bile değil. "Çardağın altında şu yaşlı karıkoca/ eski bir şarkının kıvılcımıyla/ nerdeyse kırk yıl öneeki bir yolculuğu yaşıyorlar/ yeniden/ birbirlerinden habersiz". Bildik, tanıdık kareler yok mu? Özlem gibi. "Seni böyle düşündüm, suların serinliğini/ taranmış saçlarını, bu mektubu okurken/ gözlerinin nasıl yaşardığını, ya da nasıl gülümseyeceğini". Umut gibi. "Burada, bu sabırlı bekleyişte/ yalnız aynadan yansıyan yüzün/ ve o serin sular/ o suların türküsü/ bir gün kavuşacağımız gibi/gün nasıl kavuşursa geceye". Hatta neredeyse ölümcül bir bağlılık gibi. "Şimdi kulenin tepesinde/ gözleri/ eşlerini yitirdiklerinde, çok yaşamayan yaban kuğularında". Bireysel duyarlılığın etkili iz Cevat Çapan ve ateşbocekleri düşümü bu dizeler. Doğrusu çok da yabancı olmadığımız ve alanı belli. Ama birden değişiyor kare. Değişmekten de öte, boyutları genişliyor fotoğrafın. Başlangıçta ışık parçası, yine ikili bir dünyaya düşmüş gibi. "Akşamları alnımı serinleten/ bir meltem gibi dinliyorum türkünü/ geceleri bir yangına dönüşen". Ama birden, bir evin odasından çıkıp, dünyanın ortasına iniveriyor, bireysel duyarlılık, yaşamı derinden kavramanın sınınnda, aydın sorumluluğuyla kesişiyor. "Küçücük dünyamızda/ ne bencil bir baş dönmesi/ nasıl bir umursamazlık/ bunca yıkım/ bunca kül ve elmas içinde" Cevat Çapan ve hüzün! Ama önce bir parantez açmak istiyorum. Küçük, masum bir soru: siz sevgili ya da sevgisizgenç kuşak şairler. Tümunüz değilse de çoğunuz. Neden bu denli içlidışlı'sınız nüzün'le? Sevgisizliğin, hoşgörüsüzlüğün, bir örnek olmaya zorlanmanın karabasanını yaşadığınız apaçık. Ama bunları aşmanın yolu hüzünlenip durmak mı? "Melâli anlamayan nesle âşina değiliz" diyen Haşim'in ruhunu huzura kavuşturduğunuz kesin, ama şöyle bir an düşünseniz: aranızdan kaç kişi bizim kuşak kadar sevdiklerini yitirdi? Aranızdan kaç kişi bizim kuşak kadar yaşam boyu denemeyanılma, ama en çok da yanılma yolunda rekorlar kırdı? Anlaşuamamanın acıtan, ne acıtması, kanatan sessizliğine itildiğinizi biliyorum. Ama yine söylüyorum; hüzün mü o sessizliği aşmanın yolu? Fikret'in bir dizesini anımsatmak isterim size: "Melâl içinde beşer çürür bizim gibi". Yine de hüznü, ama gerçek hüznü müyakalamak istiyorsunuz? Bırakın boş odalan, sis basmış kırları, buğıısu tüten bataklıkları, delidolu şiirleri okuyun. Metin Eloğlu'nu okuyun örneğin, Can Yücel'i okuyun. Hayyam'ın bir dızesi var: "Insan çeker çeker de sonra hür olur". Hiçbirinizin o kadar çekmesini dilemem ama gerçek hüznün, dünyamızı saran hüznün, nice acılardan sonra, hür olunca yakalanabildiğine inanıyorum ben de. Ama onun da aşılabileceğine aynı zamanda. Acının son ıcertede sesini yakalamış Beethoven, 9'ncu Senfoni'ye neden Schiller'in "Neşeye Ovgü" şiirini koydu acaba? Yanlış anlaşdmak istemem sevgili gençler. Yaşlı kuşağın her şeyi olduğu gibi hüznü de tekeline almaya kalkmış temsilcilerinden değilim. Hiç birimiz böyle bir erk'e de sahip değiliz doğrusu. Hem zaten hepimize yetecek kadar hüzün var. tlle de istiyorsanız, alın güle güle kullanın. Yine de hüzün arsalarınaan küçücük bir pay kapabilmek böylesi ciddi bir sorun olmalı sizin için. Söylemek istediğim yalnızca bu. Son söz: biliyorsunuz mitolojide tkaros'un balmumundan kanatları güneşe yaklaştığı için erimiş, Ikaros denizi aşamamış, düşmüştü. Bakın Cevat Çapan ne diyor: "Uçsam sevinçten Adalar Denizi'ne/ bilsem de kanatlarımın eriyeceğini/ düşümdeki ateşten" O sizin de hocanız değil mi? Evet, Cevat Çapan ve hüzün! Makyajsız, söndürülmeyen, boğazınıza takılmayan, üstünüze yapışmayan bir hüzün. Kuşlar gibi tıpkı. Zamanın kurumuş dallarına konun dııruyorlar. "Nerede can yoldaşlan/ doruklara tırmanan/ o korkusıız dağcılar/ pişmanlık denizinde/ vurgun yiyen dalgıçlar?". Bir o kadar zamanın diri dallarına da. "Uzaklardaki çocuklarımızı, torunlarımızı konuşuyoruz/ hangi pencereyi açsak bir görüp bir gözden yitirdiğimiz". Ve zamanın henüz erişemediği, gelecek günlerin dallarına. "Örneğin o ulu çınarın altında çektirdiğimiz resim/ hepimız ordayız işte, bir gün, belki birkaç kişinin/ okuvacağı o anılar kitabında/ adları anılacakîar". Yakınmayan bir hüzün. Yaşamın doğal parçası. 1 üm canklar kadar doğal. Tek farkı, sıraya girmeyi sevmiyor. Konargöçer. Yine de, kaçınılrnaz: birkaç tüyü takılıyor dallara, tüm zamanlann dallanna. "Şimdi ne zaman o nemli sokaktan geçsem/ dilimde sahibini bilmediğim o şarkı/ bütün ağaçlar söğüt olmuş/ yağmura yaslanmış ağlıyorlaraı". Cevat Çapan'ın başlangıçta andığım bazı dizelerini yinelemem gerekiyor, bir başka boyuttan girebilmek için dunyasına. "Tek umut, yıllarca dolaştığım imgelemin/ koyaklarında/ bize sevgiyi sezdiren bütün o yitirdiklerimizle/ birlikte soluduğumu sandığım/ o derin sessizlik/ o akşam serinliği". Sanıyor, Cevat Çapan. Herkes inanırken o yalnızca sanıyor. Herkes her konuda, kabul ya da ret, olumlu Yanılma rekorlan ya da olumsuz, ama Ule inanç geliştinrken o yalnızca sanıyor. Üstelik doğrudan yaşadığıyla ilgili. Bilgi eksikliğinden mi? Yeterince verisi mi yok? Sezgisine de mi güvenmiyor? Yoksa alçakgönüllülük mu? Başka yerden verelim haberi. Deniz! "Işte bizi bu deniz getirdi/ diye anlatırdı annem/ balkonda yün örerken". Dizelerinde "o serin sular", "o suların türküsü", "kararan sular", "bembeyaz deniz", "ürperen deniz". Çok başka şeylerden söz ederken bile alttan alta deniz. Şiiri o denizde süzülüp gidenyelkenli değil. Dağlara çıkan dalgalan falan da yok. O bir dip akıntısı. Yüzeye göre yoğunluğu farklı, debisi farklı. "Ne Güzel Yolculuktu. Aklımdan Çıkmaz" dışarıya yolculuktan içine yolculuk değilse nedir? Yaşamın sonsuz çeşitliliği içinde akışın neyi getirdiğin den, neyi götürdüğünuen nasuemin olunabilir? Kesin tanılardan, kesin yargılardan uzak kalabilmek, akışın yalnızca kendisine inanmakla yetinmek gerçekliğe daha yakın olmak değil mi? "Şimdİden/ yağmurunu dökmüş bir bulut haftfliğinde/ karanlığın sessizliği/ sessizliğin bize düşen mutluluğu içincie/ masalcının masalının sonunda vuracağı yerdeyim". O noktada kişi eski bir deyimle âlemin künhüne varmış olarak üst perdeden dersler verme tuzağına da düşebilir, Cevat Çapan değilse eğer. Ama hangi dilde? Bilinemezcilik'e vardırmasa da, yaratıcılığı sorgular Çapan. "Dünya başka bir dille anlatılmalı/ dağlar, aralarında uzayıp giden boşluklar./ Hangi kartal kanadının gücü yeter/ o sessizliği aşmaya?" Cevat Çapan, yeni zamanları seyre çıkmış Stoa bilgesi, o uzun yolculuklann birinde şöyle bir durup soluklanmak ister. Kitabı tümüyle geniş bir soluklanmadır. Sonra aramıza dönmeye karar verir, hoş gelir, umanm hoş bulur. "Işte gün karardı sonunda/ kararlı sular./ Karıştın o ölü canların kalabalığına/ inerek o ince gazel yollanndan/ bir kentin varoşlarına./ Kar yağıyor/ kar yağıyor durmadan/ neon ışıklarının altında . Biliyorum, "O ateşbocekleri" koruyacak şiirini. • Güngör Tekçe, email: [email protected] Sayısız deneyim Cevat çapan ın yönettıği "Neden Kısa öyku* adlı Panel. Katılanlar: Adaiet AOaofllu, Ferlde çicekoğlu ve Erendiz Atasü Yukarıda Ise Dlvan şiir Cevlri Crubu: Cevat çapan, Jaume Pont, Lale Muldur, Alex Susanne ve Memet Baydur. SAYFA 7 CUMHURİYET KİTAP SAYI 625
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle