Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Orhan Türker bu kez htanbuVun eski semtlerinden birine götürüyor bizi ULUS FATİH {£ Ti yretafizikbir sorguyla, tozun j \ / | içindekafalaryuvarlanıyorJL VJLdu. Betimde; Osmanlı hidivleri, Kıpti patrikler ve sufi kadınlar vardı. Geometrinin bitimsiz estetinde, tinin tinselliğinde, Miken parası gibi buruşuk, sarı ve solgundular. Sıfırın altındaki bir zamanda; 9 diye bağırmak istiyorlar, ama gırtlaklarından ancak 'Tokuz!' sesi çıkarabiliyorlardı. Yine de senkronizeydiler. Bulutsuz bir Flaman göğünde, baktığı şeyden kaçmaya çalışan melek, onlara yardımda bulunmak istiyor. Demir Atlar Ülkesi'ne vardıklanndaysa bir yalvaç önlerini keserek; 'Burada hiçbir şey yokken aşk vardı ve her şey yok olduöunda gene aşk olacaktır' diyordu. Ürkütücü ıssızhkta, evcil hayvanlara dönüşen insanlar, kelebeklerle, kor yarasaların sevişmelerine tanık oluyorlardı. 'bakır arılar, çinko yılanlar ve iblisin iğrenç kuşları' sütleğene övgü diye bağırıyor, ath tatarların sırtına binmişler, Zinderud ırmağının kartalı gibi suya inmişler, erklerin tek karşıtı, gündüzün terörüdür diye çığmyorlardı!.. Akreplerin kokular süründüğü, zigguratlan gölgelerin bürüdüğü bir zamandı. Epiktetos dehşetle önerince, aklına gelen herkese parola soran azatlı köle; Roma avlularındaki boynu vurulacak!ölüm cezasından kurtulacaktı... Demir pabuçlu hayaletler dolaşıyordu. Elen ruhlu stoacı bir galeri dibjnde bana yaklaştı ve Einstein eşittir, Marx çapı Camus üzeri Camus diye bağırdı! Puhu kuşundan bir mesih gözlerimi gagalıyordu. Kenter biçemle, ey kaplanlar, biz ak bulutlara kandık, ak toynaklara inandık dediğimde, suları bol Tarnak ırmağını geçen Bukefalos, canhıraş bir sesle Kandehar'a vardık diye haykırdı ve keçi şarkılarıyla birlikte, körpe kapılardan geçip, ün, şan ve fener alaylarının içinde sessizliğin sesinde yüzyıllar ve yüzytllar süren uykumuzdan uyandık!.." Tarih atlasları çocukJuğumuzun düşlerini süslerdi. Kapağında Oğuz Kağan, Timurlenk, Alarik'in börklü Daşı, yıldız kayması gibi uzayan bıyıkları ve körüklü çizmeleriyle, aslan yeleli atların üzerinden kükrerler veya ayaklarının altına uzanmış haritalara dev gibi adımlarla basarak, ellerinde gürzleri, demir uçlu mızrakları ve kalkanlarıyla, alevden bir soluk olup kıtalardan kıtalara sanki kanatlıymışçasına uçarlardı... Iç sayfalarında ise lcör adam başları, derelerde çaylarda hâlâ karşımıza çıkan kil tabletler ve Grek burunlan, inanılmaz uzun yüzleriyle, güzellik kavramının yalnızca bir soyutlama olabileceğini anladığımız Inanna'lar Kleopatra'lar, Nefertiti'ler vardı. O zamanlar Ogüst ya da îskender'in son derece etkileyici mermer büstlerini, gladyatörlerin bilinmeyen bir dünyadan gelmiş gibi, görünmez tunç bedenleriyle kolezyumda döğüşlerini ve Asya steplerinden, Avrupa içıerinden ilerleyen Hunlann (altın ordularının) birer birer tükenişini, çocuk imgelemimde yıllarca gezdirerek ben de gönül eylemiştim. Hiç kimse insanların ne yiyip ne içtifiinden, tekerlerin neden ve nasıl devindığinden, fermanlara mürekkebin nereden geldiğinden söz etmiyordu. Sanki Allah yapısı ordular, taştan, demirden 'mermiler' olup, kâğıttan kıtaları çayır gibi eziyor, yem yemez, su içmez atlar dünyayı bir baştan bir başa kat ediyordu. Sorulmaz sorulara, dile gelmez yanıtlar vermeden yıllanmı geçirmeye katlanıyor, Alpaslanların, Cengiz Hanların, Yavuz Sultanların çadırları yakıp yıkan, krallara diz çöktüren, zalimleri süründüren coşkusunda başım sarhoş SAYFA 14 Bir tarih goçu: Fanari'den Fener'e ben de ufuklara yürüyordum ki, bir şey oldu: Çocukluk aniden geride kaldı... Zaman yönünden asıl çarpıcı olansa, oağımsız bir düşünceye varmak ve başka şeyler, başka kavramları algılayıp, karşıtların çelişkisine ulaşmaktı. Uzun sözün kısası: Her ülkenin bir kahramanı olduĞunu anladığımda içimdeki bütün kahramanlar ölrnüştü... Tarih bu anlamda, bir 'ekin genosıdı' ve bir altüst oluştan bileşik olduğu için, her çocuk dünyaya gelirken, yazık ki bir kültiir korozyonu teslim alır, sonra bu Orhan Türker'in, Sel Yayıncılık'tan çıkan "Fanari'den Fener'e" adlı kitabında, adsız sansız yitip gitmiş heimatlosların kavruk yüzleri ve onlardan arta kalan eşyalar, kanepeler, koltuklar, kiliseler, ayazmalar ve artık duvarları yankı bile vermeyen okullar kol gezmekte. nun Şekspiryen bir oyun olduğunu anlayıp kurtulmakisterse de, artık çok geçtir, acımasız çark işler ve; ya oyunun kurallarına teslim olur, ya da oyunun kuralları onu yok eder. Ister kabul edelim, ister etmeyelim, yaşam bunu bizden ister... Bu konuda Davut gibi doğruyu söylemek veya eğrileri doğru görmek ya da olanı biteni sevda ile kabullenmek de kâr etmez, binlerce yılın genetik tortusuyla, yüzyılların tarihsel birikimi, 'karşı koymak bile bir çeşit işbirliği sayüabilir' mantığına 'esatir okutacalc biçimde işler ve dünya yuvarlağı telc başına Don Kişot ceninine dönüşüne dek! Yukarıdaki tüm kahramanları, tüm ulusları ve tüm uygarlıkları bir değirmen gibi öğütmeye devam eder. Geriye insanın kendini yok etme alışkanlığına, savaşa, savaşlara ve beyhudeliğe ağıt yakan şiirleri okumak kalır. Işte masum insanların nereden nereye sürüklenebileceğini gösteren (Malvinas Savaşı'yla ilgili) bir şiir: Garip bir zamanda yaşamak yazgılarıydı onların./ Ayrı ayrı ülkelere bölünmüştü gezeeen,/ her birine bağımlıhk duyulan, her biri tatlı acıların,/ kuşkusuz şanlı bir geçmişin, eskiyeni gelenekıerin hakların, haksızlıkların,/ kendi efsanelerinin, tunçtan atalarının, yıldönümlerinin, halk avcılarının ve simgelerin zenginlikleriyle yaşayan./ Savaş için elverişliydi bu ge lişigüzel bölünme./ Kımıltısız nehrin kıyısındaki kentte doğmuştu Lopez./ Ward ise, sokaklarında Rahip Brown'un dolaştığı kentin varoşlannda öğrenmişti lspanyolcaVı/ Don Kişot'u okumak için. Öbürü Conrad'ı sevdiğini söylerui,/ adını Viamonte Caddesinde bir sınıfta duyduğu./ Dost olabilirlerdi, oysa yalnız bir kez karşılaştılar o çok ivi bilinen adalarda./ Her biri Kabil'di, her biri Habil./ Birlikte gömdüler ikisini de./ Şimdi kar ve kurtlar tanıyor onları./ Anlayamayacağımız bir zamanda geçti/ Burada anlattığım öykü... (J. L. B. Çeviri: Cevat Çapan) Işte bu öyle bir yakarıdır ki, Orhan Türker'in, Sel Yayıncılık'tan çıkan Fanari'den Fener'e aalı kitabı bütün bunları düşünmemize yol açmış olup, kitapta tüm bu hayıflanmaların köhne izleri, adsız sansız yitip gitmiş heimatlosların kavruk yüzleri ve onlardan arta kalan eşyalar, kanepeler, koltuklar, kiliseler, ayazmalar ve artık duvarları yankı bile vermeyen okullar kol gezmektedir. Totalde, hilal ve salibin Körebe ovunu diye adlandırabileceğimiz bu hay huyun derin acısı kitabın içine tarih öncesinden kalmış bir dürtüyü sarmalamış kehribar kokusu gibi sinmiş olup, yalnız okuyanların değil 'duyan'lann da gözyaşlarını içine akıtabileceği bir mendıı, bir gözyaşı şişesi, dahası sizin anlayacağınız Konstantinos Kavafis'in ruhu gibi; 'intihar karası' öylece elimde durmaktadır!.. Fener'de seslere benzeyen sesler, dokununca küsecek, gölge düşünce büzüşecek çiçekler yok artık. Dikkatli gözlerin üzülmekten kendilerini alamayacakları şu satırlarabakın: "... I. DünyaSavaşı'nıngetirdiği ekonomik çöküntü ve yaşanan siyasi gelişmeler yüzünden bu tasarı hiçbir zaman gerçekleştirilememiştir. 1980li yıllarda bölgenin kıyı kesimindeki büyük yıkımlardan sonra, sahil yolu geniş ve düzgün biçimde açılmıştır. Fener'e günümüzde bu yolun devamı olan Haliç çevreyolu köprüsünün bağlantı yolları ıle de gidilebilir. Eskiden beri var olan üçüncü Dİr yol ise pek kullanılmamıştır. Fatih, DramanFethiye yöresinden de Fener'e gidilebilir. Ancak Fener'in Rum halkı büyük ve kalabalık Müslüman mahallelerinden geçmeyi göze alamadıkları ve belki bir işleri de olmadığı için her zaman sahil yönünden Fener'in tepe mahallelerine çıkmayı tercih etmişlerdir." Panayia Muhliotissa Kilisesi içinse şunlar yazılı: "Meryem Ana'ya ithar edilmiş olan bu kilise; halk arasında Muhlio veya Kanh Kilise olarak da anıljr. Fener'in tepesinde, Halic'in görkemli manzarasına hâkim bir konumdadır.. Fe Fsner mahaNolerl Çocukluğumuzun düşlerl 20.yüzyılbaşlanndaFener'insahlldengörünüsü. Yukanda İsearka plandagöriılenRumErkekLlseslnindetayı. C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 624