Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kapak konusunun devamı. •" şeyi anlatmaya kalksaydı mahvolurduk, bitmezdi o kitap. Bunun gibi bir şey. Yani, dilin olanakları buna yetseydi bile, insan zihni o kadar asidir ki, öyle kocamandır ki, o yine orada bildiğini okurdu. ükur, bildiğini okur, diye bir özdeyiş olabilirdi mesela. Buradan gelmek istediğim nokta şudur: Kısa ve eksik cümleler kurduğum söylenir. Ktsa gıbt güzüken uzun cümleler bencc. Eksiklikleri de tastamam olmalanndan. Elbette, hayat bir bütündür, okudu • Diline zil zurna âşık bir öykücü Faruk Duman ğum kadar ve naz aldığım biçimde yazabilirim. "Lambayı sonra..." diyebilirim. Çünkü zaten 'yüklem' o kadar çok ki hayatımızda. Buradaki boşluk artık okuru görevc çağıran boşluktur. Artık birükte yazmaya çağıran boşluktur. Ve burada artık Fcthi Naci'nin okuruna güveniyor" dediği şey de vardır, okunıma giıvenirim ben. O, özenle koyacaktır yerine, eksik olanı. Kaldı ki burada artık 'eksik olan' dediğimiz şey, metnin zenginliğine dönüşecektir. Okumanın cytişimi burada kendini daha net bir biçimde ortaya koyacaktır; o, onu algılamamızı kolaylaştıracaktır böylece. Yani şimdi, "iki elin sesi"ni görebiliyoruz, iki elin sesi budıır. • Metinlerimde oluşan (zaman içinde oluşan, biraz bu, çalışmanın da bizi götürdiiğıi yerdir aslında) dilin, bu dilde zaman zaman belirginleşen konuşmaya özgü biçimlerin kaynağını sık sık düşünüriim. Çoğunlukla sorulur da bana bu^imdi, öykü nedir, düşündükçe, bu sonı, Turkçe yazılmış bir öylcü nedir, biçiminde de çıltar karşımıza. Bende ilk okumalanmdan başlayarak okumanın, bir dinleme olduğu hissi uyanmıştır hep. Okuma hazzı yani biraz birinin anlattığı bir öyküyü dinleme hazzına benzer. Bu, kadim zamanların anlatıcı dedelerini getirir önümüze. Ben annemin anlattığı öykülerle (ki, aslında gerçek olaylardır hepsi) büyüdüm. Benim çocukluğumun geçüği Devlet Demir Yolları Lojmanlan, yol Doyunda bulunurdu ve ben o unutulmaz yaz akşamları evimizin bahçesinde, annemin dizlerine uzanır, onun çocukluk dönemine ilişkin o harika öyküleri dinlerdim. Uzaktan trendlerin homurtusu gelirdi. O günlerde de ben bunları bir gün oturup mutlaka yazacağımı düşünürdüm. Normaldi bu. Ağabeyim eve ne kitaplar taşırdı o günlerde: Orhan Kemal'in Avare Yıllar'ı, Aziz Nesin'in Hayyan Deyip de Geçme'si, Yaşar Kemal'in Filler Sultanı'sı, Steinbeck'in Fareler ve Insanlan... Bunlar bugün de açıp tekrar okuduğum kitaplardır benim. Şimdi, baştan beri bende şöyle bir şey vardır. Benim öykülerimde, öyküde sözünü hiç etmediğim (ve söz etmeyi de hiç düsünmediöim) bir anlatıcı bulunur. Bu anlatıcının karşısında da onu dinleyenler (okur değildir ama onlar) vardır. Onlar orada dururlar. Anlattıkları ve dinledikleri benim öykülerimdir. Bense, uzakta dururum hep. O hayali anlatıcıyı, kendi içimden çıkarmışımdır, uzaklaşmışımdır ondan. Artık o çocuklarla baş başadır işte. Konuşuyor. Konuştuğu için işte, zaten yerine 'zati' diyebiliyor. Kedı için yerine 'Kedi'çin' diyebiliyor. Dede Korkut o öyküleri nasıl bir ses tonuyla anlatırdı diye aüşündüğüm olur zaman zaman. Yalnız ikinci bir nokta: Bu, benim, metnimle kendi aramda kurduğum denge işte. Onu vazabilmek için oluşturduğum biçim. Anlatıcı ve dinleyici görünmez hiç. Işte Karagöz'e bir benzerlik: Anlatıcı ve dinletici birbirini görmüyor, ama ortada oyun var. Metin, budur. Peki, benim için benim öykülerim nedir? Öncelikle nedir? Ben, biçim olarak birbirini tekrar eden öyküler yazamam, sıkar beni bu. Öyle ya, kahramanlann öyküleri, serüvenleri vardır, ama öykülerin de öyküleri ve serüvenleri olmalı. Öykü, hem kendi kahramanlannın, hem de bir yazı olarak kendinin öyküsünü anlatmalı. Yani, konuyu, karakterleri çıkarmış olsak bile, ortada tamamlanmış, ken dini tamamlamış bir vazı kalmalı. Şimdi anlatıcımın bana söylediği kadanyla, de'nin birçok anlamı var. Onun konuşmasında bu de'leri, da'ları işitmek çok keyifli. Görülüyor ki, miras konusu üzerine kafa yoruyorsun. Evet, bu çok açık. Türkçe bir evrendir. Türkçenin bir geçmişi ve Deslendiği bir kaynak var. öykü bu kaynaktan ve bu evrenden kopanlırsa tat vermiyor. Yamuluyor. Yani bu şekilde, dışarıdabir yerde duruyor. Boşuna yazılmış gibi. (İ)ykü bosuna yazılmamaL. Bundan, öykücünün anlatacak bir derdi olmalı, öykücü toplumsal sorunlara değinmeli gibi kaba yaklaşımlann anlaşılmasını istemem. Çok yeni, ahsümadık, zor okunur bir dille yazdmış olsa da boşuna yazılmış hissi uyandırmamalı bir öykü. Öyleyse peki, bunu sağlayan nedir? Şimdi bunu ben kendi kendime düşündükçe, Türkce öykü diyorum. Türkçe öykü bir olayı ele alabiliyor, ama onu bütüncıil bir anfama çevirmesini biliyor. Yani bu bütüncül anlamdan 'bir mesaj ilctiyor' gibi bir şey anlaşdmasın. Bu hem kahraman ların yaşadığı nirserüven, hem de başlı başına bir imge olabiliyor. Bizde bunun oluşmasında, Binbir Gece ile tasavvuf hikâyclerinin, Ariilerin Menkıbeleri'nin payı biiyüktür. Mevlana böyledir sözgelimi, onda ' CUMHURİYET KİTAP SAYI 599 Gelelım Nar Kıtabt'nın "...mum düşer, perde alev alır, hayalı ölünce kuklada mecal mı kalır" bölümune. Zaten Nar Kitabt'ntrt bütününde bir Karagöz'dür dolaşır, yalnız, Karagöz'ün adı geçmez hıç. Zeytin Tanelerı Eırbırıne 'nın Karagöz'itnden söz edelim mP Karagöz, biliyorsunuz, eskilerin ölümsüz sinıgesi, benim öykülerime usul usul girmiştir. Aslında usul usul mu deıneli, çocukluğumda, biz Devlet Demiryolu Loimanlarında otururduk, orada ben mahalle arkadaşlarım için Karagöz oynaürdım. Karagöz'ü ben çizer, keser, kurduğum nerdede, bir mum ışığı önünde oynatırdım. Bu yıllarca devam etti. Sonralan, akasya kabuğundan ağaç kuklalar da yapım. Akasyanın kabuğu çok elverişli bir iş için. Kol ve bacaklarını ayrı ayn yontup iple birbirine geçirirdim bu kuklalann, sonra onları kurduğum bir sahnede oynatırdım. Hikâyeleri de ben yazardım. Tabii, bunun benim öykülerime yansıması kaçınılmazdı. Başlangıçta tutup (ki sanırım çoğumuzun başlangıcı böyledir) kendim için değil de başkaları için yazmıştım galiba. Yani dergileregöndereceksin yazdığını. Orada okunacafc, o zaman günümüz öykücülüğünün düzeyinde mi diye değerlendirilecek, vs, vs... Bu sayede. bu şekılde, tutup ortalama öykü diline yaklaşmaya calışınz. Oyküye ökyünürüz gibi bir şey. Tabii, sonra öyküyü kendin için yazıyorsun, yani canının istediği gibi yazıyorsun. Böylece, sana özgü şeyler, senin öykülerin çıkıyor ortaya. Bu tabii, arkasından senin cümlelerini getiriyor. Bunun burası çok önemli. Hem kendi öykünü yazıyorsun, hem de kendi cümlelerini. Şimdi, Karagöz eskilerin niçin görkemli sinıgesi oluyor? Orada bizim haîkımmn karakterini banndıran bir şey var, bu, sanat biçimlerine, bizim sanatlanmıza sinmiş. Mınyatürde, ortaoyununda, Karacoğ lan'da, vs, vs. Yani şuna uygun; öyküde olayı tümüyle bırakıp yalnız DU görüntünün peşine düşebilirsiniz, bir sıluetin, o karakterin nidasının (haa yı hak, başlı başına bir hikâyedir zaten.) Karagöz yaşıyor, Bu imgenin kendisi zaten, arkasında öyle derin bir kalabalık var ki, yeter. Zeytin Taneleri Birbirine başlıklı bölüm bütünüyle yeni gölgekahramanlardan oluşmuştur. Birinde, evlerde koca göbeğini unutan bir 'uyuyamayanlar ehli' mensubudur, birinde gişede çilingir sofrası kurmuş bir gişecidir, birinde zamparalık yolunda kazaya uğramış bir mahalle büyüğüdür, birinde şalıranıana dönüşmiiş bir 'mahalle sessizi'dir. Tane tane çogalıp gideıler böyle. Hikâyelerinı ele verme/ler ama brr golge olarak müthiş tcdirgindirler. Sıkıntıları, bu gölgeyüzlerde okurun, uvuçları terler ncSAYFA 4 Kendi öykünü yazmak Ben bunu yapmadım ve yapmam da. Eski yazarlan\\ D O M M IKI mızı, bir okur olarak (ki okur yanımız hep var olacak), bir hayran olarak okudum. Yani incelemedim "ftr onlan. Yapüklannı sezdim, 'bilseyAv Dönüşleri/ Nar Kitabı/ Faruk dim' yazamazdım Seslerde Başka herhalde. Faruk Duman/ Can Duman/ Can Sesler/ Faruk DuYaytnlan / 90 s. Yaytnlan /112 t man/ Can Yaytnları Bir de, sorunları/103 s. mızın en önemlisi budur sanınm, öyşelendiklerinde. Yani neşe de saklayamaz kücülüğümüzde bir ortak dil oluştuğu söz sıkınnlannı. Kaba konuşurlar, Karagöz gikonusu. Bu tehlikeli. Dilin ortaklığı, kobi, ama ölümsüz olan onlardır. nunun ortaklığına yol açıyor. Bunu geçe Az önce, ortalama öykü dilinden söz et lim. Özgünlüğü, üslup sarıibi olma nevetin. Bana göre, üzerinae uzun uzun tarttş sini, yeni bir dil yaratma duygusunu, sezılacak bir konu bu. Belki tartısılmakta geç gisini unutuyoruz. Benim için bu çok bile kalındı. Nedir ortalama öykü dili sen önemli. Öykümü kendi cümlelerimle yazce, bu dile kimler nastl teslim olur, bu dili malıyım. Bu, ele aldığım konuyu ya da bir öykü bütünüyle bir imgeden de olusabikimler neden korur, bu dil kimlerin evi, br, bir imgeyi, bu imgenin, konunun kimi kim\erin gafletidir, biraz açar mısın? tarailannıyalnızca benim görmemi sağla Oyküculüğümüzde bir patlama yaşanyacaktır. Dil, yazdıkça içinde yıkandığıdı, yaşanıyor. Elli kuşağının yetiştiği yıllamız dil, yapar bunu. Dilin, dilimizin böyra oranla, genç öykücülerimizin sayısının le bir zenginliği var. Karacaoğlan'ın dedıazlığı bugün yaşananın bir patlama olmaği gibi; "Neyamanfirkatlisöyler dilimiz"... dığını göstermez. Gençler öykülerini vazıyorlar ve yayımlıyorlar onları. Öykü der Harıka bir dıze. gileri, hem yeni hevesleri besliyor, hem de Ben bu dizeye baydırım. Firkatli söybu dergilerbu gençlerin ürünleriylebüyüleyen biz değilmişiz de, dilimizmiş gibi. yor, besleniyor. 'Seslerde Başka Sesler' ya Ortak diıkonusunu bıraz daha açar mıyımlandığı zaman ben bir söyleşide şunlastn? rı söylemiştim: Yenilik gençlikten doğu Bu ortak dilin oluşması... Başlangıçta, yukarıda da değindiğim gibi, öykü dergiypr. ıçlığin eylemidir yeniliği doğuran. , „ , leri için, öykü dünyası için yazıyoruz. YazBir yerde gençler öykü yazar da orda nidıklarımızın beğenilmesi, yayınlanması telik olmaz mı? Örneğin bugün artık Seiçin, o ortak dile, yani öbür yazarların dimih Gümüş, önceleri yalnız nicelikte göline benzemesi gerektiğini düşünüyoruz rülen harekedilik şimdilerde niteliğe de (aslında yok böyle bir zorunluluk). Ama, yansımış durumda, diyor. Kaçınılmazdır eğer bunu zamanında tespit edemezsek, zaten bu. zaten bunun ayırdına da varamıyoruz. O Yalnız bizim sanınm bazı konularda bizaman, hem kendi üslubumur.un ortava raz daha uyanık olmamız gerekiyor. Eski çıkmasına, hem de Türkçenin yeni olayazarlarımızı okumadığımız doğru munaklara kavuşturulmasına yol açacak çadurr1 Bu yönde eleştiriler sakın oize bir lışmalara hiç giremiyoruz tabii. yöntem önerılmesi anlamına gelmesin. Eski kuşaklar tarafından bize şu önerilmişti: (yykülennde soztu kültüriimüze ait baBaşlangıcından bugüne öykücülüğümüzı öğelerın tıığdaş knllantnıtyla karştlaşıyozürı usialaıını sonra yazın. Şimdi, bu çok ruz Sozgtnımı, dc'lerııı, da'ların kullanısakıncaiı. Bu yöntem, beninı, neyin öykü mı Sankt, metnin çok çok gerılerindcn, olacağı hakkındakı sezgılcrimi altüst eder. hınlercc ya^ındakı bir ses konuşııyor Kırıık DutiMiı laılllı IKılıı.ılı Sl.MI.RDl, RVSKA sr.SI.KK \\KKriARI • *•• 4 TH*kç8 HP tvrtn