01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yaşama karşı umudunuzu pekiştirmek için tekrar tekrar okuyun Hikmet Çetinkaya'nın kitabını SENNUR SEZER B ir gazetenin köşe yazılarını eskimekten koruyan nedir, diye sorsam, kuşkusuz yanıtınız "yaşamla ilişkisi" olur. Vaşamın zamana karşı direnen bir büyüsü vardır. Hüznü, öfkesi, acısı, sevinci eksik bir yazı, ne kadar bilgece yazılırsa yazılsm, koşullar ve zaman karşısında dayanıksızdır. Yazının eskimesini engelleyen bir öğe de şiirdir. Şiirin bıçak sırtı inceliğini, yalınlığını tanımayan bir yazar ne günceli ne de geçmişi gereğince anlatabilir. Üstelik şiir, bilgeliği de, öfkeyi de, umudu da lcapsar. Yaşam gibi. Yaşanan her şeyin bir yanı şiirse bir yanı siyasadır. Ya da her şey şiirdir, her şey siyasa.. Bir köşe yazısının ikisini de kapsaması, eğer başardı bir yazıysa, kaçınılmaz. Gözlerin Hikmet Çetinkaya, bir köşe yazarının, gününe ve çağına tanıklık etmesiyle yetinmemesi gereğine inanıyor kuskusuz. Gününü ve çağını yorumlarken, yarını da göstermeye çalışıyor. Koşullar değişmeaikçe bugünden farkı olmayacak olan yarını. Bunun için yalnız yaşadığı coğrafyanın değil farklı ülkelerin durumlarıyla ilgili yorumlara da yer veriyor yazılarında. Bu tür yorumlarda yansız olabilmesini yorumlarına temel aldığı lcitaplarla sağlıyor, incelemelerle. lu göze alanlara, sizi kullananlara niçin ödün veriyorsunuz?" Yönetici baş eğecektir bu eleştiriye: "Haklısın! Eleştirilerinin tümü de doğru! Sevecenliğin bir titrek kumaş içinde biliyorum; sen yoksun ama ben seni arıyorum; ben senin hiç büyümeni istemiyorum." Bir iç burkuntusuyla bitirirsiniz "Tanrı'nın Şeytanlan" yazısını. Kaç yaşında olursanız olun geç kalmışsanız. Bir zamanlar omuz omuza yürüdıiğünüz, sizden daha atak, daha savaşkan arkadaşlarınızı düşünürsünüz. Dönüp aynadaki görüntünüze "senin hiçbüyümeni istemiyorum" dersıniz, sizi çocuk ve modası geçmiş bulanların inadına. "Dağların ardından ölüm doludizgin gelir" dese de Hikmet Çetinkaya, ölüm aüşmez aklınıza. Aslolan hayattır. "Yasamın gerçek yüzlerinden biri ölüm değil miydı?" diye sorsa da dostlannın ardından. Yazdığı hep aynı dizedir, Nâzım Hikmet'ten: "Aslolan hayattır!". Hikmet Çetinkaya'nın Gözlerin Poyraz'ındaki yazıları sıra gözetmeden içimden geldiğince okudum. Şiirleri izleyerek. Çetinkaya'nın ne çok şiir bildiğine şaştım kimi zaman, kimi zaman Gülten Akın'dan Cesare Pavese'ye uzanan Onat Kutlar'la noktalanan alıntıların okurları nasıl etkilediğini düşündüm. Belki bu alıntıları okuyanlar şiiri sevmeye başlıyorlardı yeniden. Şiirsiz dediğimiz okur dünyası, bu yaHlkmet Cetinkaya, bir köse yazarının, gününeve çağına tanıklık etmeslyie yetlnmemesl gereğine İnanıyor Î Ashnda, iyi bir köşe yazısı okuru sayılmam. Köşe yazıları üstüne düştüğüm, 'orumlarını hevesle beklediğim zamanar yıllarıaötesinde kaldı. Köşe yazılarının kitaplaşmasına da hep kuşkuyla yaklaştığımı söyleyebilirim. Beni gazete güncelliği içinde etkileyen onca yazıdan çok azı kitap sayfalarında ilgimi çekti. Edebiyat kökenli olanlar, öykülerini deneme biçiminde yazanlar benim için edebiyatçıydı zaten. Günümüzdeyse edebiyattan gazete yazarhğına geçen kalmamıştı pek. Düne kadar hepLöyle düşünüyordum, yandnnşım. Dün Gözlerin Poyraz'ı aldım. Hikmet Çetinkaya'nın günlük yazılarını toplayan kitabını. Neredeyse bir ömür sayılacak eskilikteki tanışıkhğımızı düşündüm önce. Izmir'in imbatı özleten, turuncu alevlerle deriyi kavuran sıcağını. Türkiye Yazarlar Sendikası'nın ele avuca sığmaz günleriydi fuarda. Günün ünlü müzikçıleri, okuru oldukları yazarlarla tanışmak için gazino programlanndan çok önce gelirlerdi fuarın kurulduğu parka. Korumasız, sessiz sedasız. Okur lcalabahğına kanşmaktan neredeyse sevinç duyarlardı. Gece imbatın ardından inerdi. Önce imzası biten yazarları uğurlar sonra kitap ları "düzenlerdik Adnan Özyalçıner'fe. Sonra Hikmet Çetinkaya gelirdı, Cumhuriyet'ten. Fuarın arka kapılanndan birinin önünde ya bir köfteci, ya bir çöpşişçi ayarlamıştır. Lüks lambasının ışığında başı sonu bellirsiz, engin bir söyleşiye otururduk. Kalktığımızda, köylerin birindeki balıkçılar çipuraya çıkmış olurlardı. Daha "çiftlik çipuraları" modası yayılmamıştı. Kitabı o günlerin belki de gençliğime duyduğum özlemle açtım: "Kara bir balçıkta ahşap bir güneş rüzgârı esiyordu... Hangi mevsimdi anımsıyor musun? Gözlerinde mavi bir gökyüzü vardı; küçük ellerinde yitirilmis tutkular yürüyordu; dudaklarında izîeri silinmemiş öpücükler duruyordu." Köşe yanları VeWtamar...WtajHar zılann izinde şiire ısınıyordu. Belki de okuduklarıyla yetiniyorlardı. Ama günlük sıkıntıların şiirle ışıdığı açıktı. Hikmet Çetinkaya her zaman şiirle ışıtmıyor yazdıldanŞiirin sızamayacağı katılıközlerin nı. konuları özellikle şiirsiz bıpoyraz ta rakıyor. Neler mi bu konular; şeiratçüık, günlük politik oyunlar, kelepçelenen çocuklarımız, güneydoğudaki kadınlanmız.. ve medya. Sürüp giden ve hep sürecekmiş gibi görünen bir oyunun küçük dişlileri, varlıklarını ve zayıf noktalannı daha iyi belirten bir anlatımla çiziliyorlar Gözlerin Poyraz'da. Hikmet Çetinkaya bu tür yazılarında alabildiğine serinkanlı bir söylem kullanıyor. Bir dramı en yalın çizgıleriyle verirken, öfkenin, alaysıhğın, hüznün sözcükJerini özellikle uzak tutuyor yazısından. Bu yaşananlann daha açık seçik görülmesini sağlıyor: "Esenyurt'taki kömür zehirlenmesinden ölen dokuz kişinin dramı bile televizyon kanallarından, farkında olmadan 'Jerry Springer Şov' tekniğiyle yayımlandı... lnsanlara nerede ağlanacağını, nerede konusulacağını, nerede ağıt yakılacağını muhabirler öğretti. Kent merkezlerindeki apartmanlarda tavuk, horoz, inek besleyen bir toplum varoşlarda ne yapar? Ya zehirli mantardan ya da kömür zehirlenmesinden ölür!" Yirminci yüzyılın sonunun konuşulduğu günlerde, Türkiye'nin en büyuk şehrinde yaşanan yoksulluğu, bilgisizliği arabesk televizyon haberlerinden ne kadar izlerseniz izleyin, şu bir iki satırlık yorum kadar etkilenmezsiniz. Hikmet Çetinkaya, bir köşe yazarının, gününe ve çağına tanıklık etmesiyle yetinmemesi gereğine inanıyor kuskusuz. Gününü ve çağını yorumlarken, yarını da göstermeye çalışıyor. Koşullar değişmeaikçe bugünden farkı olmayacak olan yarını. Bunun için yalnız yaşadığı coğrafyanın değil farklı ülkelerin durumlarıyla ilgili yorumlara da yer veriyor yazılarında. Bu tür yorumlarda yansız olabilmesini yorumlarına temel aldığı kitaplarla sağlıyor, incelemelerle. "Düzenin Yeni Bekçileri" adlı yazısında Serge Halimi'nin Evrensel Basım Yayın'ca basılan kitabından söz ediyor: "Kitabı bir solukta okudum. Fransız 'medya'sının anlı şanlı 30 temsilcisi gazetecinin sermayeyi nasıl savunduklarına, onların kirli çamaşırlarını nasıl temizlediklerine tanık oldum. Çürümüşlük ve yozlaşmışlık... Çıkar ilişkileri ve her türlü üçkâğıt... Yeni Dünya Düzeni'ne boyun eğmiş, kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen, paranın küstahhğını öven, halkı küçümseyip önemsemeyen bir grubun öyküsü, ülkemizin 'medya fotoğrafı'nı çağnştınyor..." "Iktidarda olanlann ve ekonomik güçlerin hizmetinde olan gazeteciler ve televizyoncular"dan söz eden bir kitabı ancak elleri ve vicdanı temiz kişiler irdeleyebilirlerdi. Bu kitabın, yazarı Türkiye'ye geldikten sonra bile, medyamızda ne ölçüde irdelendiğini düşündüm bir an..Kitaba gerekli ilgiyi gösterenleri. Serge Halimi'nin gazetecıler, özellikle gazete yöneticilerinin kitapları için söyledilderini anımsadım sonra: "Gerçekler acıdır. Medyanın zirvesindeki birinin kitabı, hiçbir zaman dürüst bir eleştirin oklarına maruz kalmaz. Medya sütunlartndaki bu tekelleşme, 'çapraz kibarlıklar', esere kalkan görevi görür. En fazla uzaktan bir keskin nisancının silah sesleri gelir; o da paralı askerlerin alkışları arasında gümbürtüye gider. Çalışanlarından ve Tcendilerine göbekten bağlı olanlardan talep ettikleri övgülerin karşısında zevkten mest olanlann kibri pek bir göz yaşartıcıdır. Ancak kendilerine hülcmedenlerin cocuk ruhlu kibrini okşamaya yönelik bubeyaz yalanların, bir gazetenin itibarını sarsabileceğini nasıl düşünmezler?" Hikmet Çetinkaya, yazısına alıntıladığı bu bölümle, kendi kitabı için bir uyarıda mı bulunuyordu. Ancak gerçek eleştiriler ve içten izlenimlere inanacağını mı ima ediyordu? Gözlerin Poyraz'ı yeniden okumaya başladım. Kimi zaman etkilenerek, kimi zaman yazarıyla tartışarak. Aklımdan o bir ömür kadar eski arkadaş imgesini, Izmir akşamlarını silmeye çalışarak. Olanca soğukkanlılığımla. Sevda sözlerini, siirleri, Türkiye'nin çıplak görüntülerini art arda okurken yine etkilendim. Köşe yazüarının eskimeyebileceğine inandım. Ve kitabı yazmaya karar verdim. Çünkü bu kitabı yazan Hikmet Çetinkaya benim savunduğum pek çok şeyi savunuyordu. Altına oen de imza atabilirdim onun şu satırlarının: "Sessizlik bize göre değil!.. Ağlamak gün boyunca, eski anıları toplamak!.. Bize göre değil!..." Çünkü kitaplar, üstümüze abanan bungıın sessizliği yııian çığlıklardır. • Gözlerin Poyraz/ Hikmet Çetinkaya/ Cumhıırtyet Kitaplar.'/ 3271. CUMHURİYET KİTAP SAYI 520 SsssbHı bbe göre değil Bir an durdum. Yazıdaki şiirsel anlatım durdurdu beni. Sözcüklerin şiirle biraz daha ağır tanımladığı boğuntulu durum. Hikmet Çetinkaya, gözlerinde mavi bir gökyüzü" duran bir kadının çevresinde neden "ahşap bir güney rüzgân" estirmişti? Yanıtını sonraki satırlarda aramaya karar verdim: "Öfkeliydin. Üçkâğıtçılara kızıyordun, sahtekârlara, soygunculara." Yazının devamını alıntılamayacağım. Sevdanın izini sürerken, sevda hesaplaşmasının peşindeyken, basının kendi içindeki hesaplaşmasının ağnlarıyla karşılaşacağınızı söyleyebilirim yalnızca. Bir gazeteci, hep genç, hep namuslu kalan yanıyla, yıllar sonrasının olgun, durmuş oturmus gazete yöneticisi yanını azarlar bu yazıda: "Kendi çıkarları için her yoSAYFA 8 Sevda nesapiaşması
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle