Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
fus sayımında Ankara eyaletinin nüfusu 150 bındir. Osmanlı, sadeee askere alabileceği 16 yaşından büyük erkekleri sayıyor. Kadrnlan, kızları sayıma katmıyor. Bir ailenin birev sayısını düşünün o günler. En az dört, Deş kişiden oluşur. Küçük bir hesapla eyalet nüfusunun 600700 bin kişi olduğu meydana çıkar. Ankara eyalet merkezi, nüfus çoğunluğu bu kentte. Yaklaşık 150 bin diyelim. 1920'de ise sadecc20bin8kişi. 3334 yılda 100 bin kişiden fazla eksilmis. Ne olınuştu bu insanlara? Çok meraKİandım, araştırdım. îkincisi çocukluğumda annem, Atatürk'ün Ankara'ya gelişini arılatırdı, her evden halılar götürdük, ayakkabıları ç,amur olmasın, diye derdi. Kuşkuyla dınlerdim. Sonra yaşlılara sordum, anlattılar. Dünyada görülmemiş bir olaydı Atatürk iin Ankara'da karşılanışı. Paşalardan nefret eden bir halk, adını bile doğru dürüst bilmedikleri bir adamı, hacısıyla, hocasiyla, tarikatlarıyla, seymenleriyle, kentlisi, köylüsiiyle, çoluğuyla çocuğuyla anlatılmaz bir coşkuylakarşılıyor. Bunlar kayıtlarda var. Üstelik Ankara'nın aydınları, biraz da Mustafa Kemal'e kırgınlar. Oysaki, Ankaralı Padişaha karşı gelmiş, bir yerde Osmanlı'dan ayrılmış, valisini tutuklamış, kendi bağımsız yönetimini kurmuş o yıllar; ordu kurmus, Yıınanla çarpışıyor. îstt ydlarca kafamua büyüyen nu iki olaybana romanı yazdırdı. Özellikle ncden 27 Aralık 191927 Aralık V)2İP Ben tarihi bir roman yazmak istemedim. Ankara 1920 tarihi bir roman da değildir. Atatürk'ün Ankara'ya geliş tarihi, 27 Aralık 1920'yi sadece romanıma başlangıç yaptım. Bu dönemde, bir kentin dramını, o kentin insanlarının. unutulmuşluğunu, aşkını, sevincini, kederini, duygularını, en önemlisi değerlerini ve savaş öncesi Türk aydınının durumunu anlatmak istedim. Romanı dikkatlc okuyanlar, Cumhuriyet'e kimlerle ulaştığımızı anlayacaklardır. Roman bir yılda geçer, ama bir kentin, Anadolu halkının yüz yıllık yalnızlığını anlatır. Benden daha önce yazılmasaydı, romanın adını, "Yüz Yıllık Valnızhk' koyardım. Bence gerçek Kurtuluş Savaşı, 27 Aralık 1919'da başlar, 1920'de biter. Halkın büyük özverisı yanında, saray entrikaları. ihtiraslar, hileler, aydınlar arası egemenlik savaşı, ayak kaydırmaları, bütün bunlan bir yola koyabılmek için bir adamın yalnızlığı içindeki çırpınışları vardır bu bir yılda. 1921 'den sonra savas öyküleri başlar. Benim için ilginç değildı. komançının' altematif tarih'yazma gibi bir girisimi/'çabası olabilir mi? Romancı masanın başına "alternatif tarih" yazacağım diye oturmaz. Oturursa o roman olmaz. Ama resmi tarihin perde arkasını neden işlemesin? Bir yerde şunlart söylüyorsunuz: "Balzac'tan beri varoluş'un 'dünyası tarihsel olmustur, roman kahramanlannın yasamt tarihlerin belırledig'i bir zaman içinde geçer. Bundan da roman kendinı bugüne aeg'in kurtaramamıstır. însan vaşamının ta rihsel boyutu ile bir toplumun belimlenmesi.." însan gerçeğini o tarihsel boyut içinde ele altrken temeldekiçtkış kaygınız neydi? Bu soruyu biraz daha genelleyerek sorarsam; romanctmn buradakiasıl derdi' nedir, nc olmalıdır sizce? Şu akılcılık denen şey var ya, ona karşı oLmak. Akılcılık bir baskı aracıdır. Bırakın medyayı, bugiin bilimi bile bir baskı aracı olarak kulıanıyorlar. lnsanlar bir yönc, bir düşünceye yönlendirilmeye çalışılıyor. Tek tip insan yaratmak amaçları, bir robot. Bundan büyük faşizm olur mu? tnsanı çelişkileriyle, tarldılığıyla kabullenmekten korkuyorlar. Bunların karşısında romancıya düşen bir görev var galİDa: Insanı tanımak. Ankara 1920'de, Bekir Efe bir kahraman değildir. Yaşadığı toplumun çarpılmış değerleri ile zaman zaman iç içedir, bundan kurtuldukça Bekir Efe olup, varoluşunu, çelişkilerini yasamaktadır. Kendi yaşamında bir sistem, bir düzen kurmaz, kuramaz da. Ama doğruları vardır, yanılır; yanıldıgını anlar. Buna karşın bir çıkış yolu arar yine kendi inançları doğrultusunda. 1 lepimiz böyle değil miyiz? Bir insanlık tarihi vardır. Ama Bu insanlık tarihi, ne denli insanı kapsar? Însan etkisi: Bu tarih içinde nedir, nereye kadardır? Nereye kadar geçerlidir? Yoksa tümden geçersiz midir? Bu soruların yanıtı, insan yaşamının tarihsel boyııtunu ortaya koyar. Bilineıı şu olmuştur ki, insanlık tarihi insana ait deöildir. Bence romancının sizin deyiminizle asıl 'derdi', bu gerçekleri ortaya çıkarmak olmalıdır. Gclelim... VeSevgiliRoztka'ya.. Anlatım örgüsü, söylemı epeyce farnlı bir roman. Ğiderek dejizin roman yolunuzu da çizen bir anlatı. Oncc bu 'aykırı çizgi'ye siZi götürenin ne oldugunu sormak istiyorum.. Böyle bir soruyu bekliyordum. Ben roman yazmaya başladıgımda, şöyle olsun, böyle olsun, diye bir kaygıya kapılmiyorum. Tek kaygım, insanı anlatabilmek. Yeni bitirdiöim romanda, belki başka bir çizgi bulacaksınız. Belki bir kasa gazoz içmiş olacaksınız, ama kafanızda da sorular belirecek. Bir sorunuz da yanıtladığım gibi, roman nasıl isterse, ben öyle yazıyorum. Bundan sonra da öyle olacak. Yine de her roman farkına varmasak bile bir sonrakine yeni bir açılım getirir. 'Sanatç roman' kavramı ekseninde değerlendirebileceg'imiz ...Ve Sevgili Rozika, roman içinde, roman örgüsü üzerine kurulu. Bu romamn oluşma serüveninden söz eder misıniz? Bu soruyu sorduğunuza tesekkür ederim. Çok çirkin spekülasyonlar yapıldı. Romanya'ya bir gezim sırasinda, oradaki dostlanm bana Çavuşesku dönemini ve sonrasını anlattılar. Çavuşesku zamanında da gitmiştim, anlattıklarının bir bölümü bana yabancı değildi. Ben de şöyle bir çağnşım gelişti. Romanya bir dikta rejimi yaşamıştı. Âynı dönemde bizde de adına demokrasi dedikleri bir dönem vardı. Kıyaslamalar yaptırn, gördüm ki, Çavuşesku namusluca diktatördü. Olayfan geüştirdim, içine de bir aşk kattım. 450 sayfalık bir roman ortaya çıktı. Çalışma lanm sürdü. Bir noksanlık vardı. Aşk hep gençler arasında geçerdi, ben de öyle yazmıştım. Orta yaş üzcrindeki bir adamın pınl pınl, tertemiz, tutkulu gerçek aşkı niç anlatılmamıştı, ya da ben bdmiyordum. Romanı bunun üzerine oturtmaya çakştım. Birden her şey değişti, 450 sayra, 250 sayfaya indi. Kıyaslamalar fonda kaldı. Buna, 'özyaşamsal izler' katdarak yaZtlmıs bir roman da diyebilir miyiz? Kuşkusuz benden izler var, ama sadece benden, altını çizerek söylüyorum bunu; üstelik romanın belki yüzde onunda. Roman birçok bölümlerdcn, ara bölümlerden oluşuyor. O bölümlerin başına şiirler aradım. Bölümlere uygun gelenleri aldım. Güzel oldu, roman zenginleşti. Bu • • e Sevgili Bozika •V TACİM ÇİÇEK Celal Hafifbilek'in yayımlanan kitaplanndaki özet yaşamına bakarsanız, fırtınalı ve zengin olduğunu görürsünüz. Bu fırtınalı ve zengin yaşamın içine insana dair birçok şeyi sığdırabilirsiniz. I latta, yaşadıklarını ve tanıdıklarını, tanıgı olduğu yaşanmışlıkları epeyce soöurduğunu duşünebilirsiniz. Bu kahinlik falan olmaz. Dolu dolu bir yaşam öykülerde, romanlarda, anlatılarda kendini gösterir. Elbetteki bu; gerçek yaşanmışlığın 'aynasal' bir yansıması değildir. Olamaz da. Bu yüzden sonunda söyleyeceğimi başında söyleyim: Haldun, Celal Hafifbilek'in kendisi büyük bir payla. Diğeri onun ustalığının sonucu. I ler ne kadar "giriş"te, "Bu öykü şöyle başlayabilirdi" denilse de finale doğru da "Deneme, roman, anı gibi yazmaya çahştığı kitabı..." diye tanımlansa da, ...Ve Sevgili Rozika, Celal \ Iafifbilek'in anılanncfan yola çıkarak oluşturduğu özgün bir kitap. Bu çalışmaya "anlatı* demek istiyorum. Çünkü roman tadı da vermesine karşın böylesi bir adlandırmayı hak ediyor. Böyle düsünüyorum. Çünkü bizi biz yapan özelliklerimizden biri de bildiğimizuen şaşmamaktır. Bir şeyin altını çizmek istiyorum: Anlatı olması kitabın ve içeriğinin değerini azaltmıyor, aksine...anıyı ve izlenimi içselleştirip öyküleştirmesi açısından bir prototip. Öykünün/romanın malzemesi olan anıyı, izlenimi yalnızca ve üstelik kötü bir anlatımla vermekten başka bir işe yaramayan nice örnekleri varken. ...Ve Sevgili Rozika'nın omurgası, "1 ler Yaş Güzeldir." ile "Her Yaşın Kendtne Göre Güzel Yanları Vardır." özdeyişleridir. Haldun, nesnel olmaya çalışsa da içten içe bunlann etkisinde kalır ve orta yaşı geride bıraknğı için de içsel bir yolculuğa çıkar, anlatı boyunca. Içsel yolculukla gerçek yaşam çoğu zaman çatışır. Kutsanan aşk mı, cinsellik mi, dostluk mu bir handıkap değildir. Çünkü sonuçta Haldun da bir insan. Kutsadığı aşkının kendisini cinselliğe çektiğini bilir. Gerçek aşk ile idealize edilen aşk aynı bedende savaşır. Bundan acı çeker. Çelişkisini yenmeye çalısır. "Kınalı, düşünsel dostu"dur. "Zeytin, kustasıdı aşkı' dır. Haldun, üçüyle de birlikte oldugu süreçlerde hep' on yaş" daha genç olmayı 'takıntı' haline getirir ve bunu söyler. Kimi zaman içten, kimi zaman da sesli olarak. Üç kadın arasında gidip geliyor, bocalıyor. Onların beklentilerini, sorunlarını, ki çoğunlukla da çözüyor bunlan, yaşama karşı duruşlarını biçimlendirmek için dinliyor. Ikisinin içsel sorunlarıyla kendi sorunlanymış gibi ilgilenirken Rozika'nın sorunlarıyla o denli ilgili değil. Haldun bu yöniiyle tam bizim insanımız ve biraz da maço. Baska ortamlarda da fütursuzca davranacak kadar kendinden uzaklaşabiliyor. tnanılması zor ilişkiler, yasamsal ayrıntılar içinde okur, Haldun'un bunalımlı olduğunu anlayabilir. Arayış içinde. Sorunu Haldun'un sadece unuttuğu cinsellik değil. Zeytin'e âşık, onu seviyor; Kınalı'dan vazgeçemiyor. Ama Rozika'nın tazeliğine ve cinselliğine de dayanamıyor. Haldun, yazar, diğerleri de şair, sanatçı. Dostları, arkadaşları da hem kendileri gibi, hem de sıradan insanlar. Birbirlerinden bağımsız sürdürdükleri yaşam ile birlikte paylaştıklan kaygılar, gelecek tasanmları hep çatişmanın ve aynhkların dizgesidir. Kısmen postmodern bir kurguya sahip kitap. Haldun'un kendisini yazdığını ve böylece yaşadıklarını bir kez daha yaşamak ve anunsamak istcdiğini öğreniyoruz, sona doğru. Haldun Romanya da kalıyor. Kitabı bize ulaştıran anlatıcı, aynı zamanda Haldun'un isternesine karşın notlara ekleme yapmıyor. Olduğu gibi yayımlıyor. Bir bakıma anlatıcı, Haldun'un gerçeklikteki kendisi. Inanılmaz gibi gelen Ûişkilerin dillendirilmis ve Izmir deki Zeytin'den, Ankara'daki ve Antalya'daki Kınalı'dan (dost luk, sanatsal ve sorunsal paylaşımlardan vs.) kotanlmış ve aynı zamanda dönüştürülmüş olması bir yürekliliğin sonucu. O yürekdeCelalHarifbilek'tcvar. (Mekânlar dcğişik olduğu halde Ankara, Antalya, Izmir dedim. Çünkü Kınalı ve Zeytin tek kişi değil, birkaç insanın birleşimi.) Her dış uyancı, kendine benzeyen seyler anımsatıyor insana. ...Ve Sevgili Rozika'daki üç kadını seven, ama cinselliği Rozika'da yaşayan 1 laldun da bana Aleksandra Kollentai'yi anımsattı. "Marksizm ve Cinsel Devrim" isimli çalışmasını çoğumuz biliyoruz. Kadınla rın ekonomık özgiirlüklerinin yanı sıra, cinsel özgürlüklerini de kazanmalan yönünde verdiği mücadeleyi tarihten biliyoruz. Kollantai'ııin sevişmekle sevmeyi ayırmayan "Kanatlı Eros" kuramı, burjuvazinin ikiyüzlü "çifte ahlak"ı yerine, proletarya egemenliği ile geniş bir içtenıiğin egemen olmasını istiyordu. "Bir kadın tüm gönlünce, falan erkefti seviyordur, düşünceleri, dilekleri, istekleri uyum halindedir; ama tensel yakınlık gücü, onu karşı konulmaz şekilde baska bir erkeğe doğru çekmektedir. Bir erkek, falan kadın için ihtimamla dolu bir sevecenlik duygusu, özenle dolu bir Ugi duymaktadır; oysa diğer bir kadında 'ben inin dilediği şeylerin en iyisi icin anlayış ve destek bulmaktadır. Eros ıın tamamını ikisinden hangisine vermelidir? Ve eğer varlık bütünlüğü her iki bağında varolmasıyla gerçekleşiyorsa, niye ruhu yaralamak ve sakatlamak zorunda olunsun" diyor Kollantai. Haldun ve diğerleri, içine doğduklan kültürün ve siyasal yaşamın değer yargılanyla çatışırlarken ağır bir toplumsal baskı aftındadırlar. Toplumsal uüzenlemelere takılmaları ve çok ciddi bir kişi liklerarası sorun olan cinsellik özel alanlarda korunması gereken tedbirlerle biçimlenmesi çoğunun ruhunu yaralıyor. Bundandır ki Zeytin, (kanıksanan yaşamın gereği birlikteliğin evliliğin karsılığı olarak) "tez"dir. Kınalı, (Haldun un içsel ve dışsal dünyası açısından özel yaşamının karşüığı olarak) "karşıtez"dir. 'Kanatlı Eros"kuramı bağlamında ruhsal ve bedensel örtüşme açısından da Rozika "sentez"dir. Egemen ilişkilerin ve burjuva hayatının gereği olarak bu hem doğal hem de öze uygundur. Fakat geleceğin ilişkilerini ve ahlakını belirleme hakkı bize ait olmadığına göre, tabu sayılacak bir konuya el attığı için Celal Hafifbilek'e tesekkür etmek gerekiyor. Kendi payıma, anlatıcının Zeytin'le ncden evlendığini öğrendim ve ona hak verdim. Kınalı nın ve Rozika'nın üstünlük lerine karşın. Peki siz böyle bir iç hesaplaşmadan nasıl bir sonuca ulaşacağınızı merak etmiyor musunuz? • CUMHURİYET KİTAP SAYI 564 Haftfbllek keylfll söyleşisinln bir anında. SAYFA 6