23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Karanlık Masumiyet KAYA SENCER "Gerçek cehennem dünyamtzdır, Gerçek şeytan insanlardır." "Karanlık Masumiyet" SinanTamer'in ilk romanı. S. Tamer romanı 26 yaşindayken yazmış. Kitabı aldığımda, ilkin kapağı dikkatimi çekti. Adı cibi karanlıktı. Ve o maviler. îlgimi çekti. Ismini tekrar okudum: "Karanlık Masumiyet." Isim çeliskili, etkileyici ve her şeyin ötesinde güzeldi.. Kitabın arkasını çevirdim: Korku, fantastik, alegori, psikoloji ve politika... Bu ince kitaba hepsi nasıl sığmıs diye kendi kendime sordum. Okumaya başladığımda sorum cevaplandı. Roman öylesine yoğundu ki. Karanlık Masumiyet'in çarpıcılığını konuyu kavramadan, romanın yoğunluğundan fark ediyordunuz. Adeta her bölümün içine birer deneme yerleştirilmiş ve yoğun düşünceler kunuya öyle iyi yedirilmiş ki, eklektikliğin tam zıddı, anlam bütünselliğinin ve anlam yoğunluğunun had safhaya çıktığı bir yapıt çıkmış ortaya. îkinci çarpıcı nokta ise romandaki hayalgücünün boyutları. Şimdiye kadar Türkiye'de yazılmiij hiçbir romanda böylesine güçlü bir hayalgücü ortaya konmamıştı. Yazar Mavi Ürmanlar ve SodombuPla ilgili böliimlerde romancılarımızın pek kalkışmadığı bir işe, dünya yaratmaya soyunuyor. Ve bu işten alnının akıyla da çıkmakta. Özellikle Mavi Ormanlar ile ilgili böliimlerde hayalgücünün zirveye ulaştığını görüyoruz. Adeta elle tutulurmuşasına gerçek bir öte dünya yaratan bu ayal gücünü kutlamaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Romanın konusuna gelince. Metropolde yaşayan iiniversiteli kahramanlar cinseluği, uyuşturucuyu, şiddeti, küçük burjuva olma korkusunu, metafiziği ve metafiziğin ötesini yaşıyorlar. Romandaki üniversite "seçkin" üniversitelerimizden birini çağrıştırıyor ve her kurumun karanlık bir yüzü olduğuna tanıklık ediyoruz. Ama roman bir iiniversiteyi ya da eğitim sistemini eleştirmekten çok daha ötesini hedefliyor. Romanın ana amacı postmodcrn kapitalizmi eleijtirmek ve yazar bu hedefi onikiden vuruyor. Karşımızda kelime anlamıyla anti burjuva ve anti kapitalist bir roman bulunmakta. Ve yazar Marksistlerin burjuvaziyi eleştirdiğinden çok farklı noktalardan bir anti kapitalist ve anti burjuva ana teması yakalamayı başannış. Romandaki anti kapitalist boyut kendini üç ana bölümde belli ediyor. Romanın ağırlıklı olarak dünyada yani îstanbul'da gectiği böliimlerde, küresel ve yerel kapitalizm, yuppie adındaki sistemin yeni küçük burjuva/ beyaz yakalı yardakçıları ve piyasaya odaklı eğitim kurumları yerden yere vurulııyor. Sonraki bölümlerdeyse Şeytan gavet rasyonel bir işadamı şeklinde çizitirKen, Sodombul namı diğer cehennem ise kapitalist bir metropol olarak tasvir ediliyor. SodombuTun yedi semti ise cehennemin yedi katını sembolizeetmekte. îstanbul'a çok benzeyen bu metropol bize aslında ne kadar seytani ve cehennemi bir kentte yaşadığımızı anımsatmakta. Halk arasında yaygın olan "Bu şehir cehenneme döndü" sözleri romanda bize kurgusal bir gerçeklik olarak sunulmakta. Cehennem bölümünde (ve tüm roman boyunca) yazar bize bilinçaltımızda yer etmiş ama bir türlü ifaue edemediğimiz çağdaş kâbuslanmızı gösterıyor. Çarkın birer dişlisi (hatta dişlinin vidası) olan çağş insanın içinde yaşadığı dünyayı metafızik bir paralel gerçeklik olarak sunarak alegori tarzının yuksekteki zirvelerini zorluyor. Karakterlere bir göz attığımızda ise, çok ilginç noktalar yakalıyoruz. Serdar başlangıçta Nietzsche'nin üstün insan prototipi olarak karşımıza çıkıyor (ama sadece başlangıçta). Romanın ileriki bölümlerinde bu karakter giderek bir kişilik dönüşümüne uğruyor. Nihilist, gaddarlık öğretisini kutsayan felsefesuıi terk ederek görece olarak numanist bir kimliğe ve harta kapitalizme karşı duruşuyla çağdaş bir kahramana dönüşüyor. Önceleri sadece kudrete odakb genç bir maceraperestken, romanın ortalannda sevdiği kadını kurtarmak için cehenneme gider, sisteme meydan okur ve (içindeki) Şeytanla yüzleşir. Sonunda ise kendisinin Serdar kimliğinden çok daha öte bir insan olduğunu anlar. Mehtap ise bize uyuşturucu bağımlısı çağdaş kötü kadın tipinin asbnda Dİr kurban (ve hiç de kötü olmayan bir insan) olduğunu gösterir. Romanda Mehtap bana diğer ana kadın karakter Lale'den daha çekici gözüktü. Lale tüm püritenliği, masum güzelliği, öngörü sanibi olması ve yazarın ona biraz daha iltimas geçmesine rağmen Mehtap kadar karmaşık, kendine güvenli, bağımsız ve güçlü Dİr karakter değil (ama romanın sonunda iki kadın karakter arasındaki bu karşıtlığın hatta nefretin nedenini yazar bize ÇOK. mantıklı bir şekilde göstermekte). Romandaki yoğun uyuşturucu kullanımı, sadomazoşist seks ve şiddetin eşiğindeki bireyler aynı zamanda gene yoğun bir püritenlik, platonik aşk, masumiyet ve humanizmle dengelenmiş. Bu iki karşıt dünya romanın sonunda Dİrleşmekte ve bize aslolan hayatın her iki tarafın bileşimi olduğunu anlatmakta. Ve gelelim Narsizme. Serdar ve Lale'ninbirbirlerine platonik olarak âşık olmaları ve sonunda ikisinin aynı kişi çıkmalan, bize narsizmi şimdiye kadar yazılmış en değişik şekliyle anlatmakta. Romanın başından beri narsizm olgusu kendini hissettiriyor, finalde ise doruğa çıkıyor. Ama gene aynı finalde kahramanımız narsizmini yenip gerçek bir kadına âşık olmayı başarıyor. Romandaki karakterlerin en önemli özelliğiyse roman boyunca değişmeleri, sabit kalmamalan. Kimse romanı beyaz başlayıp beyaz bitirmiyor. Siyah ve gri (hatta kırmızı) için de aynı şey söz konusu. Romanın sonunda iyiliği ve kötülüğü, bu dünyayı ve ötesini evrenin küçük Dİr prototipi olan insanın içerdiğini görüyoruz. Romandaki isimlerse anlaşılan büyük bir simgesel sonucu. Lucas hem bir AngloSakson ismi hem de ses olarak !jeytan'ın antik çağdaki ismi Lucifer'e çok benziyor. Sanırım yazar AngloSakson isimlerinin ijeytan'a daha yakıştığını düşünüyor. Serdar'sa eski Türkçe'de savaşçı anlamina geliyor. Lale bize inceliği, \u nlganlığı, güzelliği ve hatta masumiyeti çağnştırırken Mentap'ın Arapça anlamının dolunay olduğunu fark edıyoruz. Dolunaysa Ortaçağ Hıristiyan kültüründe seytani arzulann simgesi olarak tasvir edilir. Romanda küçük bir sürpriz imge de bulunuyor: "Ruhları gösteren bir ayna var mı?" sorusu. Bu soruysa finalde çok ilginç bir şekilde cevaplanmakta. Karanlık Masumiyet son kertede finalinde umut olan bir antiütopya. Diğer antiütopyalardan aynlan en önemli özelliğiyse gelecekte değil günümüzde geçmesi. Roman çağdaş bireylerin yaşadığı karşıtlıkların çoğunu, yani içinde yaşadığımız dünyayı ve metafiziği, gerçek bir halüsinasyonu, ask ve narsizmi, sistem ve asiyi ve daha nicelereni içinde barındırırken psikolojik finaliyle de ne kadar kötü bir dünyada vaşıyorsak yaşayalım asla umudumuzu kaybetmememiz gerektiğinin altını ciziyor. En son olarak şunu dile getirmek istiyonım ki Karanlık Masumiyet kelime anlamıyla kült bir roman. • Karanlık Masumiyet/ Roman/ Telos Yayınlan/ Hazıran 2000 tarihini ezbere biliyor, "provasız dikim hatasıyım" diyorsa da siz ona inanmavın, o taşlarla konuşacak kadar, ışıkla cfans edecek kadar, duvarların hıçkıran yalnızlığını duyabilecek kadar fazla mavi bir şair!... "Dikkatli ol sevgilim Aşk, avını arıyor hugün" Evet Gonca Ozmen ilk kitabıyla şiirimizin bahçesinde itina ile yerinı almıs, sağlam adımlarla yürüyor ve hep uzak olanın düşlerini yazıyor, sesinde ince bir yara var sanki, şiirleri sanki kirazdaki rüya, sanki lekesiz bir kamaşma ve iddia ediyorum ki şiir onu çok seviyor ve bizondan daha çok iyi şiirler okumanın tadını çıkaracağız, kaİDİmizi ısıtan şiirler yazmasının yani sıra, şairler üzerine denemeler de yazıyor. Gonca Ozmen iyi bir şair olacağının işaretlerini bu ilk kitabıyla veriyorzaten!.. "Kuytumda" adlı bu ilk kitabıyla Orhon Murat Arıburnu şiir ödülünü kazanmış olması da boşuna değil elbette!.. "Ben nereden toplayacağım yüzümün parçalarını" Bir kere çok kitap okuyan ve şiiri inatla kovalayan, dergileri düzenli takip eden, şiirin kokusunu nerede olsa alan ve şiirin sorunları üzerinde düşünen birisi, her şeye bir çocuk gibi şaşarak bakan, içindeki çocukluğunu Istanbul'un karanlık sokaklanna kaptırmayan, kendini ve şiirini koruyan, hayatı ciddiye alan, her şeyi sorgulayan hakiki bir şair olma yolunda ilerlerken yazdığı şiirleriyle aşkın da ruhunu taçlandırıyor!.. "Güle rengini sormak, çığlığa iter dikenini" derken, sözcüklerin kalbi üşünıesin diye "yaban bir kederde bırakıyor akşamın eğrisini"... Kendine uzaktan bakmasını iyi beceriyor ve yağmurdan yaptığı düşlerini yine yağmura emanet eüiyor, dedim ya, su gibi çıplak yaşıyor şiirin çılgın serüvenıni!.. "Ah! Tenimde kar nöbederi" Şiirlerine baktığınız zaman başka şairlerden bir esinti bir ses bulamıyorsunuz, neredeyse sadece kendisinden etkilenen bir yani var, bu kadar genç olup ta suyun kanını tutuşturup olgun ve sıkı şiirler yazabilmek için belli bir donanım erekiyor, bence kendi kendisini eğitmiş er şeyi araştıran ve şiire bu denli incelikli ve saygılı bir şair az bulunur... îjiirlerinde şehrin kaypaklığı ve ikiyüzlülüğü yok, sanki hakikat ve vefa dolu türkülerin kardeşliğiylebüyümüş, sanki sesinde sabah rüzgârını taşıyan sevgi dolu bir turnanın d,umanı var, kısacası şu galiba, Gonca Ozmen masum olanın melek görgüsüyle yazıyor şiirlerini!.. S conca Ozmen Kalbi gurbet kuyusu bir şairden E "Kuytumda" ENGİN TURGUT Ge.nç şair Gonca Özmenin ilk kitabı "Kuytumda" Hera yayınlarından çıktı. Kitabının adı gibi kendisi de, şiirleri de kuytuda nefes alıp veren birisi... Kalbi gurbet kuyusu bir kadın, bulutların, yolculukların, taşların, zamanın, suların, içimizdeki depremin, çok üşümenin, duvarların, bizim olmayan yüzlerimizin ve uzakların şiirlerini yazmış da güneşin ruhunu sevindirmiş!.. "Yazmak cehennem"se eğer Gönüllü yolcusudur şair onun Çünkü şiir, tanrısız kurar çatısını" l lenüz onsekiz yaşında fakat içindeki "bozkır sıkıntısı"nı derinlerde yaşıyor, onarılmaz bir hüznün iflah olmaz hâli, "suyun korkusunu" görebilecek kadar fazla duyarlı, sanki bütün sözcüklerin "Köşesine çektlir zaman, rutubetli yalnızlığına Zaman küf kokar beklemekten. Godot hiç gelmez" Sanki kimi şiirler pastoral, dağ ve nehir göımüş, göldeki kuğunun boynundan öpmüş, göğün arkasından bakabilecek kadar cesur, adeta göl kadını bir şair!.. Hüzün en küçük hücrelerine kadar nüfuz etmiş, şairaneliğe sırt çeviren kendi başına var olmayı seçen bir şair!.. Birisinden duymuştum demişti; "şiir edebiyatın gözleridir" bu söz kimin bilemiyorum Fakat kim demişse doğru söylemiş, bence Gonca Ozmen de gözleriyle ve sadece kalbiyle yaşarken şiirin sesini incitmeden, şiirin estetik yanını gözeterek kendi ıssızlığında ve kendi yağmurunda şiir yazarak yokluğun bahçesini aydınlatıyor, sanki bir yaz kuytusu şairi, sanki doğanın dilini çözmüş de yıldız tozları dökülüyor eteklerinden!.. "Bilge taş: "Güzellik geçicidir" der < " • CUMHURİYET KİTAP SAYI 564 SAYFA 16
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle