03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

"Edebiyat ve Varlık", yazını ontoloji, değer felsefesi ve felsefi antropoloiinin ışığınaa ele alıp değerlendiren, çok sık görmeye alışık olmadığımız yoğunlukta, oylumlu bir çalışmanın özgün girişi olarak karşımıza çıkıyors İSMAİL H. DEMİRDÖVEN Sanat vc yazın her zaman gündemdedir. Özellikle şimdilerde "Devlet Sanatçılığı" olgusuyla ilgisinde sanatın ne, sanatçının Kİm olduğuna ilişkin sorular ve Ornan Pamuk'un "Benim Adım Kırmızı"sı ile başlayan sanat yapiünın nasıl bir şey olduğu bağlamındakı "anlasılabilirlik" "anlaşılamazlık" sorunlan bu gündemin konulannı belirliyor. Bu soru ve sorunlar aslında felsefenin (sanat felsefesinin) alanına giren soru ve sorunlar olarak çok çeşitli Dİçimlerde irdelenmişlerdir. Ama onlara bilinçli olarak felsefeyle bakrnak (felsefenin eskiyeni bazı araştırma alanlannın temel kavramlanyla, örneğin "Varhk", "Bilgi","Deger","lnsan" gibi kavramlarla bakmak) bizde pek sık yapılan bir iş değildir. Biz genellıkle sa~ nat yapıtları karşısında değerlendirmelerimizi bir "zevk meselesi sayar, bu değerlendirmelerimizi öznel bir temele dayandınnz. "Oysa bir eser karşısında yapılan zıt değerlendirmeleri "zevk meselesi" olarak gören anlayış, esere bakmayı değil, esere bakanlara bakmayı, seyircdye bakmayı ilke ediniyor ve "seyirci"nin seyirci olması, yargısının sözde Dİİimsel bir dayanak oıarak kaydedilmesi için yeterli sayılıyor. Ne var ki, temelde seyircinin bakışına, yargisına dayanarak vanlacak sonuç, seyircinin beğeni düzeyi ile ilgili olabilir ama seyircinin seyrettiği, "alımladığı" eserle ilgili değildir. Sanat eserine ve sanat etkinüğinin Kendisine bakan sanat felsefesi ile mantığı bakımından çoğukez seyirciye bakmayı, ondakl güzel uuyumuna bakmayı esas alan estetik (güzelduyubilim) arasındaki fark da iste Duradadır. Saçma bir özgürlük anlayışı adına sanat eserlerinin bir anlamının olamayacağını, ya da onlann her anlarna gelebileceğinı savunanlar,. böyle bir ilkeyle, olsa olsa cahil politikacılann, "Tükürmen"lerin, anlamını anlayamadıklan yapıtlann bir anlamının olamayaeağını öne sürüp, "tükürürüm içine" diyerek, onlan çöpe atmalarına davanak sağlayabilirler. Sanat eserlerinin belli bir anlamı olmayacaksa ya da onlann anlamının kişilere göre değişmesi doğalsa, "Tükürmen lerin de eleştirmenler kadar söz hakkı olması doğal olur" (s.127) diyor Abdullah Kaygı 'Edebiyat ve Varlık" adlı yapıtında. O halde bir yazın yapıtının (metninin) yapısı hedir aiye sonuabilir. Kaygı, böyle bir soruyuyanıtlamaya, daha çok dıkkat çekebilecek, Üginç başka bir soruyla, yazın yapıtları bilgi verir mi? sorusuyla baslıyor. Aslında,"Edebiyat ve Varlık" yapıünı böyle bir sorunun açımlanması olarak da görebiliriz. îlkin, yazın yapıtlannın bilgi verip vermediğine ilişkin bazı görüşler incelenirken, sadece bu görüşler arasındaki farklılıklar değil, aynı zamanda bu görüslerin kendi içlerindeki kimi çeliskilere de değinilmekte, daha sonra da " Yazın metninin yapısı", Stanley Fish, Nicolai Hartmann ve E.D.Hirsn gibi düşü nürlerin görüşlerinden harekede irdelenerek bu görüşler karşılaştınlmaktadır. Bunlar arasında A.Kaygı'nın bu yapıtının tanıtımında belki de en ilgi çekici olanı diye düşünülebilecek görüş, ŞtanSAYFA B Yazın yapıtları bilgi verir mi? leyFish'in "Yorum Gruplannın Otoritesi adı verilen görüsü olabilir. Fish'e göre yazın metni kendi başına ele alınabüecek bir nesne değil, ona yönelenin katılımıyla oluşan yorumun bir sonucudur. Yani metin, yorumun bir işlevi olarak görülebilir. Başka bir deyişle de metnin kendisi diye bir şey yoktur. Fish bu düşüncesini temellendirmek için bir yaşantısını örnek olarak verir: Bu örnek 1971 yılında "Dilbilim ve Yazın Eleştirisi Arasındaki îlişki" üzerine yapmış olduğu bir derste tahtaya alt alta yazdığı bazı yazar adlarının (Jacobs Rosenbaum, Levin, Thorne, Hayes, Ohman ); bu dersin hemen arkasından gelen, "Onyedinci Yüzyıl Ingiliz Dinsel Şiiri" üzenne yaptığı ve birincisinden çok farkh olan bir derste öğrenciler tarafından dinsel bir şiir olarak algılanması üzerinedir. Ancak Fish, daha önce, bu tahtada gördüklerinin dinsel bir şiir olduğunu ve bunu yorumlamalannı öğrencilerden istemistir. "Öğrencilerim" diyor, "görmekte olduklarının bir şiir olduğunu fark eder etmez, şiir gören gözle bakmaya başladılar, yani her şeyi şürlerin sahip olmak zorunda olduğunu bildıkleri özelliklerle ilgili gören gözlerle" (s.134). Dokuz bölümden oluşan "Edebiyat ve Varlık"ta, daha sonra "yazın yapıtı bilgi verir mi" sorusuna yanıt verebilmek için yazın yapıtındaki yargının işlevi ele alınmakta, yazın yapıtındaki yargıda karşılaşılan \..dır"ın olma/varlık ile ilgisinin nasıl bir ilgi olduğu incefenmektedir. Bu iş her ne kadar "bilgi" konusunda çok açık olarak yapılmıvorsa da sadece bir tür bilginin ("olanağın bilgisinin") yazın yapıdanyla ilgisindeki anlamı üzennde, onun neliği"ni ortaya koyabilecek tarzda durulmaktadır. Bu "bilgi"nin yeterince açık görünmemesinin nedeni has yazın yapıtlarının, bu kitaptakı deyişle, belki "hazır bilgi' veriyor olmamalan, ama bizim öğrenmemizi sağlamalandır. Bize bir öğretmen gibi değil, "hayatın öğrettiği gibi öğretmeleridir . Yani yazın yapıdanyıa bize, böyle de yapılabileceği, düşünülebileceği, duyulabileceği, kısacası böyle de "...ebileceği" şeklinde olanaklı yaşam biçimleri sunulmaktadır. Şöyle denmektedir bu konuda: "...Sanat yapıtında söz konusu olan da yine insan yaşamıdır, ama bu gerçekleşmiş olan, zaten yaşanmıs olan değil, yaşanabilir olan, olanaklı olan yaşamdır, olanak olarak.fakat gerçekleşebilir bir olanak olarak yaşam. "Gerçeğe uygunluğu" da, sanat yapıtında olanlar gösterilirken, olmuş olanın aynen yansıutması değil, olabilir olanın gerçekmiş gibi, gerçekleşebilecek şekilde gösterilnıesi olarak anlamak gerekir. Daha önce şörülmemiş, yeni olan, ne kadar gerçekmış gibi gösterilebilirse, o kadar çok olanaklı olduğu görülür. Sanat yapıtının dünyamıza bir şeyler eklediğini, ancak böyle olduğunda düşünebiliriz; yani sanat yapıtında gösterilen, bir yandan, henüz gerçekleşmiş, sıradanİaşmış olmadığında, gerçekleşmiş olanlardan alınıp aktanlmadığmda, sanatçı tarafından yara Abdullah Kaygı dan 'Edebiyat ve Varltk' tıldığında, fakat öte yandan da, kesinlikle aynen gerçekmiş gibi gösterildiğinde. Oysa, ne yazık ki, yeni olanı gerçekmiş gibi gösterme gerekliliği, gerçeğe, olmuş olana uygun gösterme gerekliliği olarak anlaşıldı, söz konusu olan sanki tarihmiş gibi'' (s.309). Kaygı'ya göre yazın yapıtları bir olayı, bir eylemi, yasanan bir şeyi okura da yaşatmayı amaçîamaktadır. Okurun yapıtta, günlük yasamından farklı bir şey yaşayabilmesi, başka bir deyişle, yapıtın okııru kendi "uünya"sına çekebilmesi için, yapıtın yaşatacağı şeyin "yeni" bir şey olması gerekir. Bu, yapıtın anlattığının kendisinin veya en azından anlatma biçiminin sıradan olmaması koşulunu getirmektedir. Ona göre, sıradan, "günliik" dediğimiz olaylan veya anlatımlan okur zaten kerfüi yaşamında bulmaktadır. Okura ancak hem sıradan olmayan hem de gerçekmiş gibi anlatılan olaylar, eylemler "bu da olabilirmiş" dedirtebilır. Çünkü yaşayarak öğrenmek demek, saaece gerçek olarak varolanlann ( olayların, durumlann, iliskilerin...) yaşanmasının yanında bir olabilirliğin bilincivle de olanaklıdır. îşte, yazın yapıtlarıyla ilgisinde, bu tür olabilirliğin dayanabıleceği son yer insan doğasıdır. Aristoteles'e göre olanaklı olanlar bizim aracılığımızla gerçekleşecek olanlardır. Kanımca, "Edebiyat ve Varlık" yapıtında dikkat çekebilecek bir ayrım var: "Empirik Yazar", "Apriori Yazar"(örtük yazar) aynmı. Kaygı'ya göre insansal bir etkinlik olarak imgeler üretmek, bu imgeleri değerlerdirerek, bu değerlerdirmelere göre, bu imgelerden bazılarmı secerek, bazılarını bir yana bırakarak, bazılarını birbirine ekleyerek, düzenleyerek yapıt üretme olanağı her yazarda ortak olan, apriori olarak her yazarda bulunduğu far zedilen edimlerdir.... böyle bir yazar farzedilmeksizin (yani yapıtın varolmasında bizimle benzer bir doğayı paylaşan bir varlığın olduğu düşünülmeksizin) hiçbir yapıtın anlaşılması söz konusu değildir. Böyle bir fark göz ardı edilince, yani yazın denen etkinliğin onsuz olunamaz koşullarının taşıyıcısı olarak düşünülen Apriori Yazar 'ın varLği hesaba katılmadığında, her kişinin hatta hayvanlann da sanat yapıtı ortaya koyabileceği düşünülebilir. Düşünmekten de öte, bu "yapıt"ların büyük paralar karşılığı satın alındığı bir gerçek değil midir? Bizde bir yazın metnini (bir öyküvü, bir romanı, bir şiiri ya da bir oyunu) okumayı bilememek özellikle "okumuşlarımız" arasında "çok ayıp" bir şey sayılmakta, okumayı Bilemeyen kişi de kendisini aşağılanmışlık, hakaret edilmişlik duyguları içinde bocalar bulmaktadır. Çünkü kültürümüzde roman okuma, şiir okuma yüzyılımızın bitiminde bugün bile kendibaşına yapılabilecek bir iş olarak değil,"boş zamanlan değerlendirmek" ya da "eğlenmek" için yapılan/yapılabilecek işlerden birisi olarak algılanmaktadır. Daha çocukluğumuzdan biliriz ki, analanmız, babalarımız bu tür "lüzumsuz" işlerle (bu "lüzumsuz" işlerden birisi de spor yapmaktır) uğraşacaöımıza "oturup adam gibi derslenmize çalışma mız" gerektiğini bize öğretmişlerdir. insan, kenai "insan aünyası nıoluşturacak olan değerlerin en önemli kaynaklanndan olan sanat yapıtlanndan, özellikle en kolay ulaşılabilir olanı yazın yapıtlanndan uzak kaldığında ya da onun "dünya"sı sadece belirli tür metinlerle ("çizgi roman"larla, "tarihsel roman"larla, "dinsel" metinlerle ve kimi televizyon dizileriyle vb...) beslendiğinde onda oluşacak olan "sanat", "yazın" ve "roman" gibi kavramlann da onun geçmişiyle çok sıkı bir ilişki içinde buna göre oîuşabileceğini düşünmek zor olnıasa gerek. Kaldıki daha ileri yaşlarda edinebileceği ba.zı kuramlar ve daha karmaşık kavramların belirleyebileceği bakış açıları ve dünya görüşleri de söz konusu "dünya"nın bir bütün olarak biçimlenmesinde son derece etkili olacaktır. Genel olarak her insan için geçerli olabileceğini düşünebileceğimiz bu dunımda insanlar yapacaklan işi (mesleklerini) kendi dünyalarına uygun olarak seçebilirlerse çok başanlı olabilmektedirler. Ancak bu öyle bir başarı ki zaman zaman dönüp kendisine bakmayı edinememiş kişilerin ayağına dolanıp onları tökezletebiliyor, onlann haklı başanlan üzerinde durup düşünülebilmesine neden olabiliyor. Çünkü bir zaman sonra onlann gerçek ve haklı başansı bir ün olarak kendi önlerine geçmiştir ve onları yönetmeye başlamıştır. Bu ün çoğu zaman toplumca beslenir ve kişilere sanal bir güven verir. Böylece kişilerin kendilerini bilmeleri engelienerek, doğruluk ve bilgi adına her konuda yargılar verip düşünceler üretebilecekleri sanısına kapılmalanna neden olabilir. Son günlerde, Orhan Pamuk'un "Benim Adım Kırmızı" romanını "anlamadıklannı" açıkyüreklilikle belirten ve Orhan Pamuk un yapıdannda "Atatürk'e hakaret" bulan bazı aydınlarımız, onlar her ne kadar daha "uygarca" davranıyor olsalar da; bir zaman önce aynı gerekçeyle sanatın içine "tüküren"lerle aynı çizgiye düşebileceklerini/düştüklerini hiç dıişündüler mi?.. Baylar bayanlar, sanat da tıpkı bilim gibi, felsefe gibi gerek "yapilması", gerekse onlann ürünlerinin "anlaşılması" bakımından çaba isteyen, ahmlayıcısından belirli koşullann yerine getirilmesini bekleyen insan etkinliklerındendir. Ancak, böyle bir çaba, başka türden bir çabayı gerekli kılıyor: Yapabiliyorsak biraz kendimize dönüp bakalım lütfen. Çünkü sahip olduğumuz bilgiler, dünya görüşümüz ve buna bağh olarak her türlü olanbiteni değerlenairme vc anlama tarzımız birçok başka şeyi doğru anlama ve değerlendirmede yeterli olsa bile, ne yazık ki bir sanat yapıtını doğru değerlendirmede ve anlamada yeterli olamayabiliyor.Bunun da insanın "normal", "üstün" ya da "geri" zekâlı olmasıyla (bizde tartışmalar ne yazık ki bu tür kavramlar düzevinde yapüıyor) bir ilgisi bulunmadığı gibi, bu durum (bir aJanın bilgisini gerektiren ama bu bilgilerden yoksun olma durumumuz) utanılacak bir durum da değildir. Ama bilmek, öğrenmek istiyorsak Edebiyat ve Varlık" gibi bir yazın yapıtını okumaktan daha zor olabilecek, daha fazla çaba gerektirecek yapıtları hem de sonuna kadar okuma sabnnı da göstermeliyiz. " Edebiyat ve Varlık", yazını (yazın metinlerini) ontoloji (varlık felsefesi), değer felsefesi ve felsefi antropolojinin (insan felsefesinin) ışığında ele ahp değerlendiren, çok sık görmeye alışık olmadığımız yoğunlukta, oylumlu bir çalışmanın özgün girişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkıye'de felsefe olmadığını söyleyenlere ve düşünenlere saygıyla sunmak iste rim. • Edebiyat ve Varlık / Abdullah Kaygı / KebikeçYaymlart /389 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 863
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle