22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

36 Baharı GÜLSEREN ENGİN "Zurnanın Son Deliği" ve "Bir Yaz Gecesi" adh öykü kitaplarıyla tanıdığımiî Fatma Gürel hu kez bir romanla gıktı karşımıza. "36 Baharı" adını taşıyan bu roman, adından da anlaşılacağı gibi 1936 yılında yaşanan bir aşk öyküsün anlatıyor bizlerc. Konusu bir aşk öykiisü olsa da yazar, zeminde Cumhuriyetin yeni kurulduğu yıllarda, ülkemizirı içinde bulunduğu yokluk ve yoksulluğu.^eni ve çağdaş bir ülke yaratnıanın sancısını, özellikle aydınlar arasında yaşanan "Cumhuriyet Ruhunu" anlatıvoı bizlere. Öylfc kİ zaman zaman aşk öykiisü vc roman kahratjıanları arka plana geciyor ve 1956 yılıuın ülke koştıllan ve o koşulları yansıtan Edremit, asıl kahraman olarak karşımı/a çıkıyor. Roman, 1936 yılında henüz küçük bir kasaba olan Edremit'tc geçiyor..Aşk öyküsünün kahramanları Dr. Kemal ve Maria, yaşamın çesitli zorluklanvla boğuşurken bu kasabada karşılaşiyorlar. Savaştan yeni çıkmış, devrimlerini yeni yenı gerçekleştiren ancak gerek Cıımhuriyeti gerekse devrimleri henüz özümseyememiş gerrç Türkıye'nin gelişmele re ayak uydurmaya çalışan bir küçük kasabası Edremit. Öte yandan Cumhuriyet coşkusunu yaşayan aydınlar iilkeyi en çağdaş koşulîara götürmek için var güçldriyle çalışmaktalar. Halkevleri, okumayazma, biçkidikiş, şapka kursları, müzik ve tiyatro çalışmalarıyla halka aydınlığı vc çağdaşlığı aşılamaya, onun kültiırel kalkınmasına katkıda bulunmaya çalışıyorlar (Aslında satır aralarında günumüz Türkiye'sinin bazı konıılarda o gunlerın gerisine düştüğünü de vurgulamakta yazar). Bukoşullarda gelişen aşk kahramanlarının değil, onların dostlarının ağzından anlatılıyor. A'deta bir dedikodu dinler gibiyiz; ancak bu türlü anratımla yazar, bir olayın farklı gözlerde nasılfarklı yorumlanabileceğini de sezdirmekte. Yine bu farklı kişilerin ağzından anlatımla sadece Dr. Kemal ve Marıa nın değil anlatıcıların da öykülerinı oğreniyoruz. Bu öykülerle o yılların koşulları, düşünce ve duygıı dünvası daha ayrıntılanyla anlatılıyor Ote vandan bu öyküler romana yarım kalmı^ ı/.lenimi de veriyor (Sanki her biri için yenı bir roman yazılacakmış gibi...). Oku<" olarak bu yan kahramanların oykülerine kendimizi kaptınyor ve devamını oğrenmek ıstiyorıız. Yazar, öykücülüğünden gelen ustalıkla tiim roman kahramanlarrnı canlı ve ilginç kılıyor. Yine aynı ustalıkla bu farklı oyküleri tek bir öyku halınde derleyip toparlıyor, kaynaştmp himuyor bize. O yılların genç cumhuriyetı anlatılırken, tüm göçlere kııcak açan, çeşitli din, dil ve ırktan ınsanları banndıran bu ülkede yaşanan hoşgörii ve dostluk yanı sıra bağnazlık ve tutucıılıık da vurgulanıyor romanda. Ote yandan bugünleri hazırlayan kıışaklara neleı borçlıı oldugumuzun da altı (,'iziliyor Bu nedenle "36 Baharı "na "bir vefa romanı" da diyebiliriz. Özellikle genc kuijaklann hiv bilmedigi zor yılların, Kunuluij savaşı ve genç cumhuriyet yıllarının oyküleri daha çok SAYFA 16 anlatılmalı, romanları yazılmalı ve o kuşaklar, yeni yctişen, ülkemizi ve Cumhuriyetimizi emanet edeceğimiz aençlere en iyi şekflde tanıtılmalı elbet. Yazar, bu görevin bilıncinde. . Fatnıa tîürel, bu ilk romanında öykü lerinden tanıdıgımız temiz Türkçesiyle, sade ve akıcı anlatımıyla yine karşımıztla. Betimlemelerindeki ve anlatımındaki ustalık dikkati çekiyor. Bütün bunlar bir romancı olarak da daha nice başarılı yapıtlara imza atacağını müjdeliyor bizlere. Kutluyor ve yeni yapıtlarını bekliyoruz. • 36 Baharı / Fatma Cürel / Remzı Kıtabevı / V)H ı Aşkın Çeşitli Yüzleri SEMA KAYGUSUZ Leland Bard well, "Aşkın Çesjk li Yüzleri" adlı ilk öykü kitabıyla, Açıkdenjz Yayın ları ile yazın dünyamıza sessiz bir girii, yaptı. Öykü yazanlar ve övkü okuyanlar icin, trlanua Ecfebiya tı'nın se(,kin örneklenııdcn bırı olan Aş kın Çeşitli Yüzleri, trlanda toprakların da yeşeren hıi/nü. trlanda'ya özgü toplumsal hayatı, kadııı sorunlannı, insan ve cinsiyet sorunsalını, son derece akıcı bir dille yansıtıyor. I .eland Bardwell, çok tutarlı ve sağlanı bir ızlekle öykünün içine soktujiu okuru, aynı şaşnıaz soğukkanlılıkla tekrar dişarı atarken, okurla arasında, özel bir gerginlik yaratıyor. Bu gerginlik şu ki: Bu öyküler bana çok uzak, takat ne tuhahır ki çok da yakın. Omer Seyfettin'i fark etmeyip Sait Fa ik'le almaya başlaılığımız öykü tadını, Aşkın Çeşitli Yuzleri'nde, sanki yerli bir ydzarın ses tonuyla tekrar alıyorsunuz. Ensest bir trajedyı anlatan ilk öykü 'Barı^ CHıvercini' okudııöum diger ensest olav övkülenndeki gioi aynı açmazlarda yaztlmasına rağmen, ince detaylar daki ustalık ve sussüz bir yazın teknigi yaralılması açısından çok başarılı. Ancak Barış Ciuvercinı öyküsünden son*j gelen dij^et öyküler; yazarın, kendini nemen toplayıp ustalaştıgı, üslubunu oturttugu, kanramanların daha bir var oldugu öyküler... BardweHın en tipik özelliği, sözcüklerle çok güzel mekân tasarımı yapması. Bu mekân tasarımlarmı, öykü kahramanlarının davranışlarını sinematogratik bir anlatımla aktanrken yapıyor. Adamın, ahn kapısına tırmanırken kaçıncı vidanın fiicırdadığını, kapı süngüsünün ne çeşıt oldugunu, lalı fazla uzatmadan, ustalıkla detaylarla aktararak, görsel bir öykü oluşturuyor. Bir durumu değîl, bir olayı anlatmayı tercih eden Bardwell, hayatın kısa bir kesitini aktarırken uzun bir yaşam hikâyesini, öyküyü sarkıtmadan ve sündürmeden anlatabilen çok özel bir yazar. Bir öykünün içinden, uzun bir ömrün hikâyesini yazabilmek.. üstelik bunu, öykünün içinde dııran roman kişisiyle değil de, öykü kişisinin diliyle yansıtmak, çarpıcı bir öykü dünyası yaratıvor. Barnes'in, Manş Otesi acilı kitabında da çok çarpıcı öyküler vardı, ancak öykü kahramanlarının hepsi aslında birer roman kişisiydi... Bardwell'in kahramanları ise, öykü için de, büyük ve anlamlı bir hayatı taşıyan öykü kışileri olarak dııruyorlar. Aşkın Çeşitli Yüzleri, bir solukta okuvun bitirebileceğıniz bir kitap ama, öykülerden arta kalan katran rengi agırlık, go^sünüzün üstünde uzun süre kalabiIir. Bardwell acıklı ve katlanılamaz olanı, mıznıızcasına değil de, mümkün olduğu kadar seyrelterek anlatmasma rağmen, yüzeye çıkan trajedi, öykü üzerine düşünen biri için baskı yapabilir. Öyküler trlanda topraklarında geçiyor, trlanda'ya özgü insan rengini^emek kokusunu, yaşam biçimini, çok tanıdık bir dille benimseten Aşkın Çeşitli Yüzleri, genellemelerle düşündüğümüz bıı hatayı, özel ve kişibel hale getirmeyi başaran bir kitap. Kitaba adını veren Aşkın Çeşitli Yüzleri adlı öyküde, genel ve bildİK olanı, kişisel bir anlatıının içinde ne kadar ozelleşti^inin küçük bir örneği:"'() karşılaşma sonrasi çok tutkıılu bir aşk yaşamışlardı. lkisinin de müsait olduğu her saatte trena'nın küçük dairesinde buluşuyorlardı. Orada üstlerine çektikleri battaniyenin altında birbirle rinin kemıklerini sayarlardı, kendilerini kaybetmiş iki aptal gibiydiler, sanki kendiferi haricinde tüm dünya bir kar tanesının düştüj^ü andakı sessizliğe bürünmüştü trlanda'dan farklı bir 'öykü düşüncesı'yakalayıpTürkçeyekazandırdıöıiçin, az okunmastna rağmen, yayımlaclıgı ilk kitapta öyküyü seçtiği için Açıkdeniz Yavınları'nı kutlarım. Bardwell, iyı okunur sa, verimli bir tartışma yaratacak bir ya zar. • Vladimir'in sonunda Bizans'm Ortcxloks Hıristiyan ilkeleri ve ritüellerine yönelmesinin sadece öteki dinlerdeki yiyecek ve icecek yasajdannın Ruslara ters gelmesinden kaynaklanmıyordu elbet. Ama, ttalyan bilim adamı Massimo Montanari'den aktardıöımız (Bkz. Massimo Montanari, "Food Models and Cultural 1dentity" in Jean Loıııs Flandrin &c Massimo Montanari, A. Culinary i listory of Food, New York: Columbia University Press, 1999, s.189), bu anekdotun önemi, nelerin yenilecejii, içileceği ve nelerin yenilemeyeceği ve içiıemeyeceğinin bir toplunıun dinsel, etnik ve kültiırel kimliği üzerindeki etkisini vurgulamasıdır. Başka bir deyişle, yiyecekle kültihf I kımlik arasında çok derin bir bağ vardır. Ünlü Fransız gastronomu BriüatSavarin'den bu yana sık sıkyinelenen "Bana ne yediğini söyle, sana kim oldug'urıu söyleyeyim", deyişi de bu gerçeğin canlı bir yansıması değil midir zaten? 1994'te Richard Tappcr ve Sami Zubeida'nın çok başarılı c.litörlükleri altında tngiltere'de yavımlaııan Culinary Cultures of the Mid.dle East başlıklı ortak yapıtın, Ülkiın Tansel'm çevirisi ile Tarih Vakfı Yurt Yayinlan tarafından ülkemize kazandırılması bu alanda önemli bir boşluğu dolduracak Yalnız ()rtadoöu kökenli değil, Batılı ülkelerden konularında uznıan sosyologların, antropologlann, coğrafyacılarııı etnobiyologların, yemek kültürü ya/arlarının. tiloz«îfların ve gazetecilerin katıldıklan ııluslararası bir konferansır. urıınü olan bu çalışma da Ortadoğu mutfakları ile bölgenin kültürü arasında ()rta Asya'dan, Kaflaslar'dan gelen halkların fran ve Arap ııygarlıkları ile temasları sonunda Mısır'dan Endülüs'e, Anadolu'dan Viyana'ya ortaya çıkan kültiırel zenginliğın ihtişamını gözler önüne sererken, "Bu işi ilk biz yaptık" türü şovinist böbürlenmelerin de ne kadar boş olduğunu gösteriyor. Sözgelimi, ()smanlı mutatağının dünyanın en nadıde ve o/.enli mutfaklarından biri olduğu ne denli gerçekse; Osmanlı tmparatorluğu'nda yaşamış veya ona komşu olmuij her etnik gruAşkın Çeşitli Yüzleri / 1,eland Bard bun da bu mutfakta "tuzu, şekeri, biberi", kısacası peyniri, sebzesı meyvesi, eti, tvell ı Çtvıren Sıbel Baltalı / Açık Denız balığı ya da tatlısının etkısı olduğu yadYayınları /' 15i s. sınamaz. Ortadoğu Muttak Kültürieri ARTUN ÜNSAL Tarihçilerin anlattığına göre, bundan yaklaşık bin yıl önce, 986'da, Kiev Prensi I. Vladimir paganizmden vazgeçmeye karar ve rir, ancak kendine ve halkına semavi bir din seçmeden önce de, rikir almak amacıyla dört büyük dinın temsilcilerinden bir grubu sarayına davet eder. Roma ve Bizans'tan Hıristıyanların yanı sıra, Müslümanlar ve Museviler de bu toplantıda hazır bulunurlaı. Vladimir, bu farklı dinlerden temsılcilerin savundukları öğretilere göre kendine en uygıın gelen dini seçmeyi istemektedir. Hararetli dinsel tartışmalar olur ve söz bu arada her dinin kendisine göre yasak saydığı yiyeceklere ve içecekleregelir. Müslümanlar ve Museviler icin domuz eti örneğin, haram sayılmaktauır. Üstelik, Müslümanlar için alkollü içkiler de yasaktır. Vladimir ise " Biz Ruslar içmeyi severız, onsuz yapamayız" der. Romaıı Katoliklerin arınmak için orııç tutma geleneğini de pek beğenmez, "Atalarımız böyle şeyleri sevmez" der geçer. Ortadoğu mutfak kültüründe, örneğin pirincebakalım: Pirinı, Hindistan'da sadece bir besin maddesı olarak görülürken, Iran soylularının sofrasında "pilav" ve "çilav"la tek başına debdebeli bir saltanat kuracaktı. GöcebeTiırklerin "katmerli ekmek"i ile "bakJava" arasındaki benzerlikler ne kadar şaşirtıcıdır. Ortadoğu aynı zanıanda Uzakdoğu ile Avrupa arasında da bir köprü hem de bir yolcu hanı değil midirP ttalya ya makarna Çin'den'mi, yoksa, büyük bir olasılıkla, Araplann "erişte"sinden nıı geldi? I lele hele "keş", "keşk" ve "keşkek" sözcüklerinin kokenlerine, kullanılan nıaddelere ve ortaya çıkan yemeklerin farklılığına bir göz atarsak, kendı ulke sınırlarımız dışında da aynı tahıl, süt ve etten neler yaratıldığına tanık olmaz rruyız? Farisi nin "kaşk"ı, T.ürkçede ve Kürtçede "keşk", Arapçada ve Süryanicede "kişk", Gürcü difinde "kaşî" diye geçiyor ama, arpa çorbasından kurutulmuş yoğurda, etli sebzeli yemeklere uzanan listede "Geçmişiyle ve bugünüyle karmaşık bir yemek" olduğunu gözler önüne seriyor. Bu nedenle de vemek konusunda çeşitli ulkelerde görülen "ben merkezcilik" hastalığına karşı, Ortadoğu Mutfak Kültürieri çok iyi bir ilaç olacak. Ortadoğu Mutfak Kültürleri'nde " Ayaküstü yemeğin evrimi"ne de yer verilirken, meyhaneden McDonalds'a, köfteciden, kokoreçciye bir gezinti de ihmal edilmiyor. Musevi muttağından, Yemen'deyemekte cinsiyet ayrımı veya Mekke sofrasında toplumsal sınıfların CUMHURİYET KİTAP SAYI 5 6 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle