03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

haline neckn olduğunıı da unutmayalım. Bu arada benim saptayabildiğim bir baylı ilginç iddialartnız var Örneğin tstanhul'unfetht sırasında gemilerirı karıidan geçirilmesı ve Ulubatlt Hasan'ın "kurgu", Fetiblc birlikle Ortaçağ'dan Yenıçağ'a geçilmesıntn "%a}sata" olduğunu söylüyorsunuz Yıne bilgilerimizin aksınc Istanbul'a Tnpkapı larafından değil l laltç tarafından girildığı, bunun üzerine Topkapı tarafının teslım olarak kapıları açtığtnı öne sürüyorsunuz. Kcza annesınin Hımtıyan kimliğiyleyaşayıp ölmesını saygıyla kar\ılayan ve şerıatçı ulemaya oidukça mesafeli btr Fatih portresi çıziyorsunuz. Fatih'ın TürkMüslüman beylerın ve dınsel vakıj arazilenne bütünüyle el koyan, buna karşın seriat hukukunu ihlalederek îstanbul'u çok kimlikli çok kültürlü kozmopolit bir şeh'ir olarak inşa ettiğini, Utanbuİun Türk ve Müslüman fethinin ise Cumburiyet sorırasında tamamlandığını söylüyorsunuz Osmanlı Gerçeği kitabımzda da benzeri iddialartnız var: Örneğin Osmanlı Devleti'nin 1299dadeğil, en erken 1327'de kurulduğunu, ondan öncesinın devlet olarak nitelendirilemeyeceğıni söylüyorsunuz. îddialann aksine Osmanltntn hcterodoks bir Türkmen devleti olarak kurulduğunu, ancak kurumlaşmasının sonrasında Sünnilestiğı ve bir devşirmeler devleti haline gelerek kendine yabancılaştığtnı, kurucu dınsel otorite Edebalı'nın de Sünni değil Babai dervisı, yani günümüz ifadesiyle Alevı olduğunu söylüyorsunuz. Dabası kurumlaşması sonrasındaki Osmanltnın, kültürü ve siyasal refleksleriyle Türkmen karsıtı ve kozmopolit bir devlet olduğunu, bu anlamda Türkmen Sa/evi devletıne karşı tarih kıtaplannın yanlıs saf tuttuğunu öne sürüyorsunuz. Yine Osmanlının katı merkezıyetçiyapısı ile sonraki çöküşü arasında neden sonuç iliskisi olduğunu, dahası teokratik bir devlet olduğunu öne sürüyorsunuz. Yanı şimdi biz bütün bunlara ınanalım mı? Buna ben değil okuyucu yanıt vermelidir. Ama burada şunu özellikle belirtmeliyim ki, bu sıradışı iddiaların kaynaklarını, bizzat Osmanlı ve muteber resmi tarihçilerin kitaplarından çekip çıkardım; bir rarkla ki ben olguları yeniden yorumladım ve çarpıtmaları düzelttim. Ve zaten iddialarımın bu biçimlenişi nedeniyledir ki, artık bunların eleştirisini içermeyen her çalışmanın eksik ka • lacağını söylüyorum. Ama ne yazık ki yaratılmış mitleri sorgulayabilecek arka plana sahip çok az tarihçimizin bile kimi rcsmi tarih safsatasına kolayca teslim olduğunu görüyorum. Belli ki prof. pa' eli tarihçilerin, resmi olmayan gerçekeri hazmetmeleri zaman alacak. Ama artık eski tezlerin daha zor yinelenebileceği, yanısıra pervasız fetih gösterilerinin daha zor yapılabileceğini diişünüyorum. Resmi tarihçilik ve şovenizme karşı bu nun anlamlı bir gelişmc olduğu inancındayım. Devşirmeyi olumsuzlayan, Türkmenı olumlayan bir yaklaşımımz var. Bu trkçı bir yaklasım olmuyor mu? Böyle algılanmanın benim jçin olsa olsa bir talihsizlik olabileceğini belirtmeliyim; çünkü hem günümüz koşullannda sağlıklı bir duruijun milliyetçiliği aşmayı zorunlu kıldığını, hem de salt dinsel değil milliyetçi önyargılardan kurtulamayan bir tarih yazıcılığının nesnel olamayacağını düşünüyorum. Ancak bu noktada söz konusu vurgularımın nedenini de belirtmeliyim: Biîindiği gibi Türk resmi tarihçiliği, Osmanlı tarihini Türk ve Müslüman kimliğinin pekiştirilmesi üzerinden yazmaktadır. Oysa bu yakla ' şımın tarihsel gerçekliği yoktur. Tam tersine, Osmanlının Türkmene yabancı, onu aşağılayan, asimile eden ve boyun eğdiremeyince katleden devşiıme kimliği ile karşı karşıyayız. Bu gerçeğin belirginleştirilmesi nesnel bir tarih bilinci oluşturmak, yanı sıra milliyetçi safsatalann teşhiri açısından özellikle önemlidir. Osmaniının devşiıme nıteliği ve Türkmen katliamlanyla biçimlenen gerçekliği resmi tarihçiliğin en yumuşak karnıdır. Hümanist bir tarih büincini hâkim kılmak açısından bunun üzerine gidilmelidir; tabii etnik bir öviınç payı üretmek gibi bir öznelliğe düşmeden. Ben ışte tam da bunıı yapmaya çalışıyorum, ama zaman zaman yanhş da anlaşılabildiğimi üzülerek göriiyorum. Her lıalkın tarihinde olumsuz yanlar yanısıra olumlu yanlar vardır ve nünıanist bir tarihçiliğin bu olumlulukları kendine day^nak yapması gereği anımsanırsa, Türkmenlerin Emevilere, Selçukluya ve Osmanlıya karşı direnişi yanısıra bu dönemlerdeki eşitlikçi kültüriinün belirgihleştirilip sahiplenilmesi büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla Osmanlıya karşı Türkmenden yana tavır, hem ezilenden yana bir tavırdır hem de bu dönem Türkmeninin, göçebe demokrasisini, kul ve tebaa olmama inadını savunmak anlamına gelmektedir. Bu yaklasım bizi tarihın sınır mücadelelerınde, hanedanın despotik rejimine karşı, Pir Sultan'ın, KalenderÇelebi'nin yanında olmamızı sağlamaktadır. Kuşkusuz medeniyetin evrimi açısından inıparatorluğun devşiıme rejimi daha ileri bir konumu temsil etmektedir. Ancak bu tarihsel "ilerilik" aynı zamanda sınıf sömürüsü, totalitarizm, fetihçilik, kölecilik, toplumda ve inançlar arasında katı bir hiyerarşiye tekabül etmektedir. Marks'ın da belüttiği gibi ne yazık ki medeniyet, tarihte sınıf sömürüsü temelinde gelişmiştir. Dolayısıyla medeni evrimin hakkını veren, ama ezilenden, adaletten, direnişten yana bir tutum almanın, insana ve topluma dair bir bilim dalı olarak tarihçiliğin de en uygun gereği olduğuna ınanıyorunı. Bir bütün olarak üsmanltlaşttnlmaya çaltşıldığ'ımızdan söz edıyorsunuz... NedırOsmanlılaşmak'1 Nıye i)\manlıla%tırılıyoruz? Osmanlılaşmak, Osmanlının hanedanlık olan iktidarını kendi iktidarımız, padişahın mülkiı olan topraklarını vatanımız, despotik karakterli devletini devletimiz, baska halkların ıneşru topraklarına yönelik fetihlerini başarılarımız, üç kıtadaki gayrimeşru egemenliğini egemenliğimiz olarak benimsememiz ve bunlarla övünür hale gelmemizdir. Sonuç itibariyle Osmanlılaşmak, halkın özgür yurttaşlar, rejimin ise gerçck bir de mokrasi olmasından, yanısıra yurtta ve dünyada barış hedelinden kopartıljnamızdır; içte tebaalaşmamız, dışta ise güç nolitikasını içselleştirmenıizdir. Bu anlamıyla Osmanlılaşmak çağdaş insanlık değerlerine, dolayısıyla hak ve özgürlüklerimize yabancılaşmamızdır. 21. yüzyı lın bir "Türk yüzyılı" olacağı hayali ve l'ürk devletinin cihanda sulh siyasetinden bolge devleti olmaya doğru yeni bir ycinelime gırmesı çerçevesinde C )smanlıcılık ıç ve dış siyaset odakları nezdinde büyük bir mevzi kazanmaya, bir değer haline gelmeye ve getiriimeye başlanmıştır. Cumhuriyet'in Osmanlıya karşı bir reddi miras olarak kurulduğu ve bu anlamda ileriye doğru görece bir devrimcı atılım olduğu anımsanacak olursa, bu yönelim, Cumhuriyet'in bir dizi kurucu temelinden geriye doğru bir reddi miras sürecine girildiğl anlamına gelmektedir. Osmanlıyla bu özdeşleşme, başta Ermeni sorunu olmak üzere bir dizi sorunu ağırlaştırarak karşımıza çıkaracağı gibi, demokratikleşmemizi daha da zorlaştıran ek bir işlev görmeye devam edecektir. Oysa ihtiyacimız olan şey, tam tersine Cumhuriyet'i ileriye, çağdas demokratik standartlara ve sosyal devlete doğru değiştirmektir. • ErdoOan Aydın Müzisyen All Askerle birtartı$ma toplantısı sonrasında İslamiyet Gepçeği ve aydın sorumluluğu tanımlaması yapıyor. Hadid 22'de "yer yüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce o, kitapta bulunmasın" gibi çarpıcı kanıtlar sunuyor. tkinci cildi "Islarhiyet ve Bilim" ilişkisine ayıran Aydın, ahiret inancından yaratılışa kadar inanç gizinin ardındaki gerçekleri bilim in ışığında değerlendiriyor. Kur'an'da yaratıhş ile ilgili söylenenlerin "dört kitap" olarak anılan her kitapta bulunmanın ötesinde kökeninin masallara dayandığına dikkat çeken Aydın, söz konusu olanın "bilim mantığınm en küçük anlamda kabul edemeyeceği bir sitjirbazlık" olduğunu açığa çıkarmaktadır. Üçüncü cildini "Islamiyette Ahlak ve Kadın"a, dördüncü cildini "îslamiyetin Ekonomi Politiği"ne ayıran Aydın'ın dinsel ideolojinin kadına bakışına yönelik söyledikleri, kadın sorunu konusundaki güncel tartışmalara ışık tutacak niteliktedir. Islamiyet'in doğusundan önce kadınların daha özgür oluuklarına dikkat çeken Aydın, Islamiyet ile birlikte kadının köleleştirildiğini, bizzat Kur'an'ı dayanak göstererek, kanıtlamaktadır. Âydın'ın 1987'de yayıma hazır hale getirdiği "Islamiyet gerçeği", nihayet yıllar sonra îslamcı entelektüel kadınların da dikkatini çekmiş olacak ki, Birikim Dergisi'nin Eylül 2000 tarihli sayısında Tuksal, "Örneğin bu araştırmaya başlamadan önce, 'eşinizi şu durumlarda dövebilirsiniz' şeklindeki ayeti hıç duşunmek istemezdim" demiştir. Aydın, "îslamiyet Gerçeği" adlı arasjtırmasıyla 1992 l'uran Dursun Araştırma ve Inceleme Ödülü'nü aldı. Kitapla tanışmam o tarihlere kadar gıdcr. (") zaman, "yapmamızgereken bu" demiştım. " Aradan geçen sürenin sonunıla siyasal Islamcılar toplumıın gündemine girince, bizzat îslamcı kaynaklara yoneimek, olup biteni bir de kendi gözümle görmek istedim. O zaman bir kez daha anladım ki, Aydın, "Islamiyet GerçeğF'ni gerçek bir "aydın sorumluluğuyla incelemiş. Hiçbir önyargıya kendini kaptırmadan dikkatimizi bir tabu olarak bilinen Islam dinine çevirmemizi sağlamış. Biliyorum ki, Aydın bu çalışmasıyla kimseyi mahkum etme sevdasına kapılmamış. O, tabuların üstüne giderek, konuşulmadık, insanın bilincinde açığa çıkmadık bir şey kalmamasını amaçlamaktadır. Herkesin inancmı yaşayabilmesi ve düşüncesini özgürce ifade edebilmesini sonuna kadar savunan Aydın'ı "îslamiyet Gerçeği" ve bu gerçeği bütünleyen diğer araştırmaları nedeniyle kutlamak lazım. Daha çok Aydın'ımız olsun ki, dünya tamamen aydınlansın'.B (*) îslam araştırmacısıyazar CUMHURİYET KİTAP SAYI 563 YÜKSEL IŞIK * Türkiye, son yıllarda, ne olduğu çok fazla bilinmeyen bir siyasal Islam heyulasıyla köşe kapmaca oynuyor. Siyasal lslamcıların 1994 yerel, 1995 genel seçimlerinde gösterdikleri yükseliş karşısında paniğe kapılanlar, 28 Şubat süreciyle bir ıniktar rahatlamış oldular. Paniklemenin ve rahatlamanın ölçütünün ne olduğuysa hâlâ askıda. Nedeni, biraz da, başta Türkiye solu olmak üzere, siyaset yapanların Islam kavramını irdelemeye yanaşmamalarıdr. Islamcı siyasal akımların özellikle 12 Eylül sonrasında palazlandığı bilinmektedir. 12 Eylülcülerin îslam kavramını, sosyalist solu ezebilmek ve kitle tabanını zayıflatabilmek için bir çeşit manipülasyon aracı olarak kullanmış olmaları, siyasal lslamcıların devlet katına sızmalarına ve sonuçta da hem yerel hem de genel iktidara taşınmalarına yol açtı. Açıktır ki, siyasal Islamcılar, sokaktaki insanın bilincine çıkmazdan çok önce varlığını hissettiren bir siyasal alumdır. Türkiye'nin siyasal haritası çıkartıldığında, söz konusu akımın ortaya çıkışını 19. yüzyıla kadar indirebilmek olanaklıdır. Tam bu noktada ilginç bir paradoksa dikkat çekmek istiyorum. 12 Eylül sonrasında, tarihinin en parlak günlerini yaşamaya başlayan siyasal Islanıolara yönelik en kapsamlı araştırma ve dolayısıyla derli toplu ilk karşı çıkış da, 12 Eylül cülerin ağır baskısına nıaruz kalan bir kuşaktan geldi. Erdoğan Aydın bu kuşağın önemli bir simgesidir. "Islamiyet Gerçeği"ni tam bir "aydın" sorumluluğuyla irdeleyen ve dört ciltlik bir kitap haline cetiren Aydın, tam zanıanında dikkatlerimizi 12 Eylül'ün siyasal desteğiyle yükseliş gösteren "Islamiyet Gerçeği "ne yöneltti. Aydın, bu araştırmasında tam bir aydın cesaretiyle yüzyıllardır tabu olarak gösterilen konuların üzerine giderek, toplumıın vicdanı olduğunu kanıtlıyor. Dört ciltlik araştırrnasının birinci cildinde "Kur'an ve Din"i inceleyerek, pek çoğumuzun bugüne dek üzerinde clurmaktan özenle çekindiğimiz konulan gözler önüne seriyor. Aydın, dinsel düşüncenin ortaya çıkışından Kur'an'da tasvir edilen Allah'ın kişilik özelliklerine, Muhammed'in peygamberleşmesi sürecinden dinsel ınasalıara kadar lslamiyet'in ortaya çıkış sürecini bütünlüklü bir tarzda anlatıyor. Aydın, îslam'ın kaynaklarına inerek Allah için, "Kur'an'da çizilen tanrı imgesi sabırsızdır, astığı astık, kestiği kestiktir. Masal anlatmayı, yani kanıtsız, tarihsiz, soyut konuşmayı tercih eder, insanlara bilgi vermek gibi bir huyu ise hiç yoktur..." l SA YFA 6
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle